Hatıralar

   Son zamanlarda en çok Osmanlının yıkılıp Cumhuriyetin kurulduğu yıllarla ilgili yayınlara merak sardım..arasıra değişiklik olsun diye yine o devirde yaşayıp olaylarda bir şekilde rol almış kişilerin hatıratı, biyografileri ya da o devirde yazılmış romanları okuyorum..
   Şaşırarak görüyorum ki Osmanlının çöküş devrinde, özellikle koyu bir baskının hüküm sürdüğü konusunda neredeyse fikir birliği içinde olunan Abdülhamit devrinde bile fikir akımlarının çok canlı olduğu, müzik edebiyat hatta opera sayılabilecek eserlerin hiç olmazsa İstanbul İzmir ve Selanikte sergilendiği, insanların sürgün veya hapis gibi tehditlere rağmen zor şartlar, maddi imkansızlıklar altında dahi o zamanki fikir ortamını canlı tuttuğu, dünyayı takip etmeye çalıştığı, hafiyeler tarafından takip edilip jurnalleneceğini bildiği halde o devirde tek haberleşme yolu olan posta ile veya elden taşıma ile avrupadan basılı eser alıp haber gönderebildiği bir ortam varmış..ve özellikle entelektüel kesim ki çoğunluğu sarayda görevli insanlar yani yüksek bürokrasi takımı ve bu insanların özel imkanları ile tahsil ettirip yetiştirdikleri dil bilen, dünyayı gezip dolaşabilen avrupadaki özgür ortamı görüp onlar gibi yaşamak isteyen çocukları bu ortamı sürekli geliştirip zenginleştiriyormuş..bunlara zengin eşraf yani o günün şartlarında burjuvazi diyebileceğimiz sınıfın da oğulları hatta kızları da iştirak ederek özellikle edebiyatta o zamanın moda akımlarından etkilenerek eserler de vermeye başlamışlar..en başta aklıma gelen iki örnek Halit Ziya Uşaklıgil ve Halide Edip (Adıvar) ikisi de o zamanın burjuvası diyebileceğimiz ailelerin içinden kendi yetenekleri ile ama uygun ortamı bulmaları sayesinde sivrilerek edebiyat ve sosyal hayatta söz sahibi olmuşlar.
   Bu kişiler ilginçtir ki cumhuriyet devrinde biraz geri planda kalmışlar..Osmanlının yıkılıp Cumhuriyetin kurulması hemen hemen 20 yıl içinde olmuş..bir millet için ne kadar kısa bir süre değil mi..bu süre içinde yıkımlar, savaşlar,  katliamlar, suikastler, iç savaşlar, isyanlar, mahkemeler idamlar, neler neler..insan okurken hızına yetişemiyor acaba o devirleri yaşayanlar farkındalar mıydı bu başdöndürücü değişimlerin..Fransız ihtilali anlatıla anlatıla bitirilemiyor, Anadolu ihtilalinin ondan eksiği yok fazlası var..ben bu devirin tam ve gerçekçi olarak henüz incelenip yazılmadığına inanıyorum..ve bu yapılmadıkça da bugünlerin sağlıklı bir şekilde anlaşılamayacağına..
   En son Gülriz Sururi nin Kıldan İnce Kılıçtan Keskince isimli otobiyografisini okudum.Sururi gerçi 1930 larda doğmuş ve geçenlerde kaybettiğimiz ve maalesef yeterince değerini bilip yararlanamadığımız bir tiyatro sanatçısı ama çok içten, dürüst ve son derece tarafsız korkusuz ve komplekssiz bir şekilde hayatını anlatırken ülkemizin hem Osmanlı hem de Cumhuriyet devrinde değişmeyen ve değişmiş gibi görünen yönlerini hissettiriyor..Abdülhamit in sırdaşı olacak kadar yakını ve güvendiği adamı olan paşa dedesi daha sonra gözden düşmüş ama altı evladını da iyi bir tahsil ve imkanla yetiştirmiş ama onların beş tanesi tiyatrocu olmuşlar..ve aynı kaderi paylaşan ve yine Abdülhamit devrinin saray adamlarından birinin kızı olan annesi de aynı şekilde iyi bir eğitim aldığı halde aynen babası gibi müzik ve tiyatroyu seçmişler..aynı paradoks Cumhuriyet devrinde de devam ediyor yani..burjuva para ve güç peşindeyken aristokrasi sanat ve kaliteli hayatı yaşamayı seçiyor..fakat üzücü şekilde toplumun sanat ve medeniyette daha üst düzeye çıkması beklenirken yozlaşma, bayağılaşma, kamplaşma ve siyasete sanatı feda etme gibi gerileme ve tiyatronun yok olmasını içimiz sızlayarak izliyoruz hatıralarda..
   Konuyu şöyle bitirmek istiyorum; neden Osmanlı ve Cumhuriyetin başlangıcında gelişen gitgide zenginleşen entelektüel hayat sonradan bu hallere düştü..gittikçe çoraklaşan bir fikir ve sanat hayatı..dünyayı pek bilmiyorum, her yerin böyle olduğu iddia ediliyor..öyleyse vay halimize..yok kendi kendimizi avutuyorsak ve ara gittikçe açılıyorsa vay ki vay halimize..
   Ben yine de o yılları ve o zamanki heyecanı, idealizmi, merak ve çabayı okumayı ve hayal etmeyi seviyorum..ne demişler geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer...her şey hayal etmekle başlamıyor mu..belki de biz yeni bir atılıma başlarız o günlerdeki gibi yeniden silkinip canlanırız..sanat ve edebiyat hep zor zamanlarda gelişmiş, sanatçılar öyle zamanlarda daha çok hayal etmiş ve yaratmışlar..kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler belki de bu günler bizi o verimli zamanlara götürüyor kim bilir...

Yorumlar

  1. Bu konuda ben de biraz düşünmüştüm. Özellikle aile hikayeleri üzerinden bakıldığında, ben şuna inanıyorum, aileler de bir kurum gibi evrimleşiyor. Mesela toprağa bağlı, daha feodal ve kuralcı bir ilk aile tipi oluyor, bunların çocukları ya da birkaç nesil sonraki çocuklar okumaya başlıyor ve topraktan ayrılıp mavi yaka işlere yöneliyorlar. Bu ailenin ikinci nesli. Üçüncü nesil, daha beyaz yaka olmaya özeniyor, bu sınıf mesela öğretmen, hemşire, memur gibi daha hizmet sektörü odaklı işlerde çalışıyor. Dördüncü nesil orta üst sınıf beyaz yaka, avukatlar, doktorlar. Bunların çocukları yani 6. nesil hiç sektirmeden dikkat ediyorum daha sosyal ve beşeri bilimlere yaklaşıyor, felsefe, dil, psikoloji/sosyoloji gibi temel bilimlere meraklı oluyorlar. Bunların çocukları işte sizin bahsettiğiniz 7. kuşak daha sanata, yaratıcılığa ve post modern felsefe ve uygulamalara yakın nesil. Bu nesil benim çok ilgimi çekiyor çünkü her ne kadar "aylak adam" yerine de konsalar, aslında dünyayı, insan evrimini bir üst noktaya taşıyan bu insanlar.. 6. nesilden çıkan bilim insanları ve pratikçiler de belki bu anlamda "yararlı" sayılabilir ama sanırım "yarar felsefesi"nden çok "güzellik, estetik" yani ince ayarı çeken bu nesil...
    Bilmem ne düşünürsünüz...
    Fakat bu nesilden (bbu bir kaç kuşak gidebiliyor ailelerde) bir sonraki nesil, yine cahiliye devrine dönüş malesef, hiç sektirmiyor. Ya sanatçı takımı parayı bitirmiş oluyor, ya eğitim ve "çocuk yetiştirme" konusunda savsak davranıyorlar, bir şey oluyor ve bunlardan sonraki nesil malesef yine mehter marşı iki adım geriye.....
    Bir de diğer konuda yani "sanat kalitesi" konusunda iki kelam laf etmek isterim. Sanatı düz bir çizgi olarak yani bilim gibi almamak lazım. Bilim çünkü "yarar" üzerine kurulu ama sanatın 3 işlevi var: yarar, estetik ve felsefe. Bu nedenle, mesela size "çok çirkin" gelen bir yapıt, bir başkasına çok güzel gelebilir. Bunun klasik bir örneği anne babaların genç neslin dinlediği müziği kalitesiz bulması. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, aslında müzik hep iyiye giden ve fayda bazında yapılan bir şey olsaydı evet belki bir Beethoven ile şimdinin Ed Sheeran'ı arasındaki fark insanı ağlatacaktı. Ama dediğim gibi sadece güzellik değil, bu adamdaki bir "şey" gençleri yakalamış. Bu işte adamın felsefesi bence. O nedenle, sanatın kalitesi konusu biraz muğlak :) Şimdi ben de yaşlandığım için tam sizinle aynı noktada düşünüyorum, neden yaratılan eserler genel anlamda kalitesiz... Fakat şu da var, yaşla birlikte benim görme, işitme duyularım da farklılaşıyor, bu nörolojik bir gerçek, o nedenle, bir esere "kalitesiz" damgasını verirken, bunu da düşünmek ve eserin kendisinden çok ardında yatan felsefeye, ne demek istediğine bakmaya başladım. Bu sayede sanatı biraz daha güncel takip edebildiğimi (ve mutsuzluğa kapılmadığımı) düşünüyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Buradaki örneklerde zengin oturmuş ailelerin çocuklarında-biraz da sanata zaman ve para ayırma olanağı arttığı için- ortaya çıkan eğilimler..önce sanattan zevk alıp uygulamaları görüp takip ediyorlar sınra da kendileri uygulayıcı oluyorlar..müzisyenlerin bestecilerin ana babalarının genellikle müzisyen olması gibi..yazarlıkta pek bu bağlantı yok ama onlar da aile ortamında edebiyata alışık oldukları için avantajlılar..sanatçının babası genellikle zenaatçı oluyor en azından.. ama sanatçıların çocuklarına gelince onlar bazen de dezavantajlı olabiliyor ortamdan nefret etme kötü alışkanlıklara kolay kapılma gibi..benim kaliteden kastım o zor dönemlerde bir çok imkansızlıklar içinde çok değerli eserler verilirken sonraki dönemlerdeki kısırlık ve sadece belli kesimlere hitap edebilen eserlerin ortaya çıkması..anlayamadığım veya klasik zevklerden uzaklaşan eserlere kalitesiz demek insafsızlık olur tabii ki..ama haksız mıyım bir eski filmlere müzik eserlerine resime sinemaya tiyatroya vs. tüm sanat eserlerine bakın bir de günümüz eserlerine bakın bir gerileme kısırlaşma yozlaşma yok mu..hele tiyatro şiir ve edebiyatta..bu dallarda bırak kötü eseri neredeyse eser bulsak seviniyoruz..ya da damağı kaliteli yemeklere alışmış insanın biraz yavan bir yemek görünce nerede o eski mutfaklar demesi gibi bir his benimki bilmem..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke