Kayıtlar

49- Gelir mi?

     Gece gördüğü rüya, sonrasında alacakaranlık sabahta giriştiği rüya tabiri çabalarından dişe dokunur bir sonuç çıkaramayacağını esefle idrak eden gencimiz, -saatine bakıp da artık işe gitme vaktinin de yaklaştığını görünce- hayal aleminden gerçek aleme hızlıca bir geçiş yapmaktan başka çare kalmadığını görerek ve biraz öfke biraz da bedbinlik duygusuyla dopdolu bir halde yatağından fırladı, önce kişisel ve ardından da yalap şalap evsel, kısa bir temizlik faslından sonra, aklının bir köşesinde Jale'nin bu sabah ofise gelip gelmeyeceği düşüncesi -ufacık da olsa, zaif bir umut ışığı şeklinde de olsa- parıldayarak kendisini kalabalık ve gürültülü sokak ortamına attı.      Yolda her zaman önünden geçerken gözlerini alamadığı simit fırınının önünde -yine yukarıdaki umut ışığının etkisiyle- durdu ve içeriden gelen taze mayalanmış ve az önce fırından çıkmış hamur işi  kokusunun cazibesine kapılarak kalabalık tezgaha yöneldi ve -Jale'yi de hesaba katarak- k...

48- Tabir

       Bu tuhaf, renkli ve subliminal mesajlarla dolu rüyayı gördüğü gecenin sonunda - her gecenin sonunda olduğu gibi- nihayet sabah oldu ve gencimiz mütevazı (bekar) yatak odasında mutlu bir gülümseme ile gözlerini açtı, ama aklı hâlâ gördüğü acaip ve bir o kadar da orijinal rüyadaydı. Bir süre, acaba yine uyusam bu rüyanın devamını görebilir miyim düşüncesiyle uyumaya çalışmış, ama ne yazık ki rüya perisi bir daha gencimizin fakirhanesine uğramamıştı. Yatağında bir süre oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi somurttu, sonra bu yaptığının da saçma bir şey olduğunu düşünerek muhayyilesine başvurmaya ve rüyanın devamını kendi gayretiyle inşa etmeye çalıştı. Ama Heyhat! bu işi de beceremedi. Adı üstünde rüya işte, kafadan uydurarak ancak ortaya Çanakkaledeki Truva atı gibi  ucubemsi bir sanat ''eseri'' oturtmak gibi bir şey çıkar, gündüz gözüne, üstelik uyanık vaziyette rüya düşünmek hatta kurgulamak da ne oluyor öyle. Akıl ve mantık devreye girince saçmal...

47- Rûyâ

       Büyük bir salon veya kalabalık bir gösteri merkezinin geniş bir giriş bölümü gibi bir yerlerdeydi. Soğuk ve soluk beyaz bir ışıkla aydınlatılmış bir yer intibaı veren ve ortada gezinip duran kalabalığa bakılırsa bir tiyatronun giriş salonuna da benzeyen bu esrarengiz yer, bu haliyle kapalı bir spor salonunun veya galiba bir geminin üst kat ana salonunda olduğu hissini de veriyordu insana, evet! evet! duvarlardaki geniş pencerelerden dışarı bakmayı akıl edince ve orada masmavi bomboş bir deniz ve yine denizin ufukla birleştiği yerden itibaren izlenen bulutsuz, masmavi ve bomboş bir gök yüzünü görünce, yine ayrıca yan salonlara iki taraftan da kapanıp açılan bar kapısı modelindeki büyük kapılara ve koridorlardan girip çıkan yolcuların hal ve hareketlerine  bakılınca hayli büyük bir geminin üst salonunda olduğunu anladı nihayet. Arada bir hissedilen hafif yalpalamalar bu kanaatini iyice güçlendirse de belki de şu anda yalpalayan ve sallanan şey gemi değil, s...

46- MeyVah

       Birazcık rakının insan iradesini gevşeten etkisi, biraz da bu hassas konunun gencimizin kafasını özellikle de bugünlerde sürekli işgal etmesi sonucu konu böyle bir noktaya gelmişti ki, Osman ağabey'in düşünceli bir şekilde kendisine bakarak suskunlaştığını gören acar muhabirimiz, onun da aynı dertlerden muzdarip olduğunu fark etti o anda, ve meseleyi kendi şahsi durumlarından çıkararak, fazla da felsefeye dökmeden genelleştirmek isteğiyle sözüne devam etti;      - Zaten aslında aşk dediğimiz şeyin de ne olduğu üzerinde tam bir mutabakata varılmamış galiba ağabey, dedi, bana kalırsa aşk bir heves ya da daha doğrusu iki insan arasında etkili olan ve çok kısa süren bir kafa karışıklığı hali. Büyüklerimiz ne doğru söylemişler, ''Seversin karşılık bulamazsın adı sevda olur, sevdiğine kavuşursun o zaman da aşk biter'' diye, öyle değil mi ağabey, etrafımızda hep gördüğümüz hikaye bu değil mi?, insan bir dağcı gibi aynen, bir dağı görüyor, hevesleniyor,...

45- Sen hiç aşık oldun mu

       Bu ucuz ve gösterişsiz halk meyhanesinde, akşam karanlığı loş salonu daha da mahzunlaştırmışken söze nasıl başlayacağını düşünüyordu gencimiz, ve bu sıkıntılı durumdan da o geçen günlerdeki okulda karşı karşıya kaldıkları karışık ve tehlikeli ortamdan kendisini nasıl kolaylıkla çekip çıkardıysa aynı şekilde şimdi de yine onu rahatlatacak bir duruma çıkarmasını bekliyordu sanki Osman ağabeyden. Oysa yılların kurt istihbaratçısı bu adam sanki hiç bir şey bilmeyen ve öğrenmek için merak da sarf etmeyen tembel bir gedikli orta okul öğrencisi gibi bakmaktaydı ona, ve sanki beni davet eden sensin, belli ki dolusun ve içini dökmek istiyorsun, o halde buyur işte meydan senin, beni yormadan dökül bakalım! der gibi boş ve anlamsız gözlerle onu süzüyor, bu arada da rakısından küçük bir yudum bile alıyordu.       Bir süre bocalayıp, çırpındıktan sonra kendisine bir can simidi bile atılmayacağını idrak eden suya düşmüş adam pozisyonundaki gencimiz düştü...

44- Cazibe

       Fizikte kuvvet kavramı diye bir şey var; Bir nesneyi hareket ettiren, hızında değişikliğe yol açan etki diye özetleyebiliriz kısaca. Her şeyi ıcığına cıcığına kadar ayrıştırmaya ve incelemeye meraklı fizikçiler kuvvet dediğimiz kavramı da sonunda birbirinden ayrı özellikleri olan dört temel kuvvete indirmişler, bir çok kuramsal fizikçi de aslında bu dört temel kuvvetin de birbirleriyle ilişkili olduğuna inanmaktadırlar ama şimdilik oraya gelmeden önce kısaca bu dört kuvvet neymiş onu hatırlayalım. İşi taa Arşimede, Democritusa kadar götürmeden, günümüzde bu dört temel kuvvetin; atomun çekirdeğini oluşturan cisimler arasında işleyen Zayıf nükleer kuvvet ve Güçlü nükleer kuvvet diye nitelenen iki kuvvet ile, elektrik yükleri arasındaki etkileşmeleri tanımlayan Elektromanyetik kuvvet ve bu üçünden sonra kuvvetlerin sonuncusu olan ve en zayıf kuvvet olarak tanımlanmasına rağmen neredeyse tüm kainattaki gördüğümüz galaksileri bile yerinden oynatan Kütle çekim kuvve...

43- Nasıl yapmalı

       Gencimizin aklına düşen ''Nasıl yapmalı'' fikri ile Nikolay Çernişevski'nin, İvan Turgenyev'in ''Babalar ve Oğullar'' adlı romanına bir cevap olarak 1863 yılında yazdığı ''Nasıl Yapmalı'' isimli romanının uzaktan yakından alakası yoktu hiç süphesiz. Şu anda, zaten gencimizin daha adını bile duymadığı bu romanın; başlarında kavak yellerinin estiği o müthiş zamanlarda adeta kendilerinden geçercesine okuyup da hemen devrim yapma ve dünyayı kolayca değiştiriverme gibi bir hülyaya kapılan kantin solcularının neredeyse baş ucu kitabı olmuş olduğunu, böyle bir eserin memleketimizde de devrim yapmanın sihirli büyüsüne kapılmış gençlerimizi daha da coşturacağını düşünen soğukkanlı toplum mühendislerince hemencecik kuvveden fiile geçirilerek sorumluluğu üzerine kolayca alıveren idealist ve korkusuz mesul müdürler ve devrime kendilerini adamış küçük matbaa sahiplerinin büyük fedakarlıklarıyla basılmış ve memlekette hemen hemen gençler...