Kayıtlar

Aralık, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Unutulmuş bir yerde-4

   Bana mı seslendin diye bağırdı eşi Hatice..evin kapısını açmış ona bakıyordu..Sabah soğuk, üşüyeceksin, ne yapıyorsun öyle arabaya oturmuş.. gel artık, çayı da demledim,kahvaltı hazır dedi sonra..    Oysa o henüz babasının yanında olduğunu ve konuştuklarını düşünüyordu..olan bitenlerin etkisi geçmemişti daha..uyuklamış mı, yoksa başı dönüp kendisini arabanın çocukken babasının yanına oturduğu bu kısmına mı atmıştı, yoksa gerçekten de babasıyla mı konuşmuştu karar veremiyordu bir türlü..    Birden etrafında her şeye başka bir gözle bakmaya başladı..sanki çok uzaklardaki üzeri beyazlamış dağlardan, hemen önündeki taşlara, hatta uçan kuşlardan toprağa her şeyin kendisiyle konuşmak istediğini hatta konuştuğunu hissetti..ya işte böyle der gibiydi her şey, baban haklı, hepimiz her şeyin farkındayız, seni de iyi biliyoruz, sen iyi bir insansın, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir dede, iyi bir arkadaşsın.. biz çok uzun zamanlardan beri buradayız, içinde bulunduğumuz her şey de hepimiz gib

Zor yıllar-4

   Tarihe muhtıra olarak geçen bu bildiri ile 27 Mayıs gibi asker idareye el koymamış, ama hükümetin istifasını ve bir 'milli' hükümet kurulmasını isteyerek bir nevi idareye ağırlığını hissettirmişti..Demirel'den nefret edenler bu müdahaleyi sevinçle karşılamış,ama bu müdahalenin kendisinin iktidara gelmesini önlemek için yapıldığını iddia eden Ecevit CHP nin genel sekreterliğinden istifa etmişti..kısa sonra da istemeye istemeye de olsa Demirel de istifa ettirilmiş ve CHP de Ecevitle ters düştüğü için istifa eden Nihat Erime hükümet kurma görevi verdirilmişti..    Aslında, sonradan anlaşıldığına göre 12 marttan birkaç gün önce asker ve sol görüşlü bir grup solcu aydın bir ihtilal yapacakmış ama bunun haberini alan sağ görüşlü ana grup vaziyete el koyarak ihtilali daha doğrusu müdahaleyi tam tersi yönde yapmıştı..yeni hükümet askerin isteği doğrultusunda özellikle sol grupların üzerine gitti, daha önce mimlenmiş olan tüm gruplar teker teker toplanıp hapishanelere ve işkenc

Unutulmuş bir yerde-3

   Babası, aynen birlikte arabalarına binip bağlarına gittikleri zamanlardaki gibi,arabanın sol önüne oturmuştu,ama arabaya at koşulu olmadığı için öne eğik durumda olan arabadan sarkmış olan ayakları neredeyse yere değiyordu..acaba rüya mı görüyorum diye gözlerini ovuşturarak babasının yanına doğru gitti..babası tıpkı çocukken yaptığı gibi, onu koltuklarının altından tuttuğu gibi kaldırıp sağ yanına oturttu..o da hep yaptığı gibi başını babasının göğsüne dayadı, neredeyse aradan otuz yıl geçmişti ama babasının kokusunu hemen hatırladı..ne kadar yumuşak ve sıcaktı babasının sağ yanı..    Buradan sonra babası ile neler konuştular,bu beraberlik ne kadar sürdü, tam olarak bilmiyoruz..ama aralarında aşağı yukarı şöyle bir konuşma geçmiş olabilir:    -baba, seni çok özledim.. neredeydin?    -çok uzakta değildim oğlum, ben seni görüyordum hep, sen beni göremedin    -baba sen ölmemişmiydin, seni biz gömmedik mi?    -evet öldüm oğlum,gömdünüz    -peki buraya nasıl geldin?    -arada b

Zor yıllar-3

   Zinde güçlerin, devrimcilerin, komandoların, hatta adını bile sonradan öğrendikleri nice nice güçlerin, hatta bunların fraksiyonlarının kendilerine göre birer hesapları vardı..o günlerden onbeş yirmi yıl sonra o zamanlarda etkin roller oynayan bazı kişiler anılarını yazacak ve bazıları dönek olarak, bazıları da hala o fikirlerinden dönmediklerini iftiharla anlatarak kendilerince kahraman olarak anılacaklardı..    Bu arada bizim kahramanımız da etrafta neler döndüğüne fazla kafa yormadan bir an önce okulunu bitirip bir doktor olarak hem memleketine hayırlı bir vatandaş olmanın hem de ana babasına daha fazla yük olmaktan kurtulmanın hesabını yapıyordu..okulunda solcu ve sağcı gençler birbirlerine yan gözle bakmakla birlikte derslerin yoğunluğu ve hocaların sertliği yüzünden pek memleket kurtarmaya zaman bulamıyorlardı..ders aralarında iki grup arasında laf atmalar, fikir çatışmaları olsa da ortak düşman ve gestapo olan hocalar ve asistanları derse girince ister istemez mütareke ilan

Unutulmuş bir yerde-2

   Ahırın kapısını açtığında önce burnuna hayvan kokusuyla karışık nemli bir gübre kokusu geldi..gözleri içerinin karanlığına bir süre alışamadı, neden sonra bir karaltı şeklinde atın silüetini farketti..at ayağa kalkmış, sanki nerede kaldın, bugün iş yok mu, biraz gezecek miyiz der gibi ona bakıyordu..saman konulan yere baktı, önündeki samanı ve arpa karışımını yemiş, içi biraz ferahladı..korkuttun beni oğlum dedi sevecen bir sesle, at da ona bir dosta bakar gibi bakıyordu.. atın yanında bir kaç sene öncesine kadar bir de inek ve buzağısı da vardı.ama paranın gözü kör olsun, buralarda bir deyim vardır 'anayı kızından ayıran para' diye, kızlarının düğünü için para lazım olmuş, çocuklarına sütünü içirdikleri, fazla gelen sütünden yoğurt, tereyağ ve peynir bile yaptıkları sarı kızlarını yavrusuyla beraber kasaba satmak zorunda kalmışlardı.inek ve yavrusunun kasabın kamyonetine zorla bindirilişini ve kamyonet hareket ederken sarı kızın ona son bir kez dönüp bakışını uzun süre unu

Zor yıllar-2

   Daha yurdun keyfini çıkaramamışlardı bile..zaten o nesil hiç bir şeyin tadını çıkaramadı, her şeyi yarım yamalak yaşadı..bir kargaşa içinde geçti bütün tahsil hayatları neredeyse..68 kuşağı dendi, asi kuşak dendi, başkaldırıyı bile tam yapamadılar, hani ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamadı derler ya aynen o durumdaydılar..o yıllarda bir geçiş döneminin başındaydılar, 27 mayıs ihtilalinden sonra görece olarak hürriyetler daha genişletilmiş görünüyordu ama kimsede karşı tarafı dinleme, ikna etme diye bir çaba yok gibiydi..herkes kendi haklılığına kesin inanıyor, diğerlerinin buna uyması gerektiğini düşünüyordu adeta..daha sağ nedir, sol nedir bilmeden herkes birer Marks, Engels uzmanı olmuştu..gazeteden veya bir coşkulu öğrenci liderinden (!) biraz bir şeyler öğrenen ahkam kesmeye başlıyordu..Tabii Siyasal ve Ortadoğu öğrencisi olmak bir ayrıcalıktı, onların hepsi birer devrimciydi adeta..bunlara tepki olarak Milliyetçi söylemleri kem küm ederek ifade etmeye çalışanlar başlangı

Unutulmuş bir yerde-1

   Bu sene kış sert geçecek dedi içinden, bu kasım ayı sabahında erkenden evin bahçesine çıkmış göz alabildiğine uzanan bozkırı seyrederken..ayvaların çokluğundan belliydi dedi sonradan, bahçeye bir kaç ayva ve başka meyvalardan, mesela elma armut ve nar da dikeyim, tam zamanı, diye geçirdi sonra.    Gece boyunca köpekler havlayıp durmuşlardı, daha kurtların kasabaya inmesine zaman var, acaba hırsız uğursuz biri mi hayvanları huzursuz etti, gerçi memleketin bu unutulmuş bir köşesindeki unutulmuş bir şehrin, daha da unutulmuş, kıyıda köşede kalmış kasabasında hırsızın ne işi olabilirdi ki..    Uzaklarda bir sıra uzanan dağların mora çalan tepeleri biraz daha beyazımsı, buğulu puslu görünüyordu. Geçen günkü soğuklar ve yağmur yüksekleri beyaza boyamıştı anlaşılan..Alçaklara karlar yağmış üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi türküsü dilinin ucuna geldi birden.    İçerden bir çocuk ağlaması sesi geldi, iki yaşındaydı torunu, bugünlerde biraz keyifsizdi, öksürüyordu ara sıra

Zor yıllar-1

   Kaldıkları memleket talebe yurdunda birkaç ay daha geçti..kış gelmişti artık..Ankaranın kışı da sertmiş hani..evlerindeki sobalı ısıtma burada yoktu, kalorifer vardı ama kömürle çalışıyordu o zamanlar,bazen kömür gelmiyor,gelince ateşçi gelmiyor,o gelince arıza çıkıyor, bir türlü doğru dürüst ısınamıyorlardı..tam da Türk cehennemi fıkrasında olduğu gibiydi..memleketin özel idaresi ve öğrencilere yardım derneği ancak bu kadarına güç yetirebilmişlerdi..sıcak bir oda bulmak zor, ama sıcak suların aktığı zamanı denk getirebilmek daha da zordu..bazı sabahlar su geldiii diye bir haykırış sonunda yataktan fırlayıp koşarak sayısı da kısıtlı olan duşlara girebilirseniz ve su soğumadan iyi kötü yıkanabilirseniz ne ala, yoksa o sıralarda çevrede oldukça çok olan hamamlara ya da o zamanki adlarıyla sıhhi banyolara gitmek durumundaydınız..hamamdan çıkıp yurda kadar titreye titreye koşması da cabası..    Arada bazı komik olaylar da oluyordu tabi, mesela yurdun önünde  gençler birbirlerine laf m

Engel

   Engel, kabaca bir eylemin yapılmasını önleyen veya zorlaştıran etkendir.dar anlamıyla kişiyi yapmak istediği bir şeyden alıkoyan bir olgu, veya imkanın olmayışı diye düşünürken,daha geniş açıdan bakarsak insanı dilediği her hangi bir şeyi yapmaktan alıkoyan bir engel neredeyse herkesin önünde vardır.bu engel yasak olur, korku olur, maddi imkanların yetersizliği olur vs.    Ben burada bildiğimiz anlamda bedensel veya ruhsal engel durumunu yazmak istiyorum, yoksa genel anlamda engellerden bahsetmeye kalksak işin sonunu getiremeyiz neredeyse.    Bu konu, bugünlerde bir sebeple uğradığım fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezinde görüp izlediklerim üzerine aklıma düştü..özellikle genç erkekler, kızlar, çocuklar ve orta yaşlı birçok insan burada rehabilite edilmeye çalışılıyor..bir an içinde veya farkında bile olmadan başa gelen bir kaza, veya doğum öncesinde veya sırasında kısa bir terslik ya da hastalık, bir trafik kazası, hatta yolda yürürken başa gelen bir şanssızlık daha neler nel

Özgüven

   Bu sıralarda özgüven kavramına takıldım, neden derseniz anne babalara, insanlarımıza özgüvenli bir nesil yetiştirmemiz, insanlarımızda özgüven eksikliği olduğu, başarı için ilk şartın özgüven olduğu gibi fikirler ileri sürülüyor sosyal medyada, veya bu konularda uzman olduğu kabul edilen insanların yayınlarında..    Başarı odaklı bir toplum olmamız isteniyor gibi geliyor bana, başarı için de donanımlı olmak, çalışmak, emek harcamak gibi uzun vadeli ve çaba gerektiren şeyler gerekli iken, belki de daha önce kişinin kendine güveni olması gerektiği, pısırık. sessiz ve çekingen kişilerin başarılı olamayacakları anlatılmak ve kabul ettirilmek isteniyor.    Ben pedagog veya eğitimci değilim, bu konuda ahkam kesmek de istemiyorum, ama bu işte bir yanlışlık var gibi geliyor bana..neden derseniz, özgüven ve cesaret, hatta biraz fazlası ataklık, gözü karalık bence başarı değil daha çok hüsran ve hayal kırıklığı da getirebilir gibi geliyor bana..belli bir eğitimi, donanımı olmayan bir insan

Narcissus

   Onu tanıdığımda, yaşamının olgunluk yılları arifesine gelmişti..ailesi ve çevresinde oldukça saygın bir konumu, iş çevresinde ve arkadaşları arasında iyi kabul görmüş bir statüsü vardı..her şeyi ciddiyetle ele alıp, fikirlerini çeşitli yollardan örneklerle destekleyerek açıklaması, hatta biraz dikte eder gibi, ders verir gibi konuşması karşısındakileri pek rahatsız etmiyordu..ne de olsa üniversitede temel bilimlerde, sözü geçer ve kıymet verilir bir fakültede, iyi bir gelecek vaat eden bir konumdaydı, zekası dinleyenleri tarafından hemen fark ediliyordu..her şeyin en doğrusunu o bilir deniyordu..üstelik maddiyata düşkün olmayışı, oldukça cömert ve gözü tok davranışları saygı uyandırıyordu çevresinde..    Ankara'da orta halli bir ailenin son çocuğu olarak doğmuş olması, onun her dediği yapılan, kollanan ve iyi bir gelecek vaat edeceği hissedilen veliaht olarak değerlendirilmesinde büyük rol oynamıştı..annesinin en çok sevdiği oğluydu, onun gözünde, bir prensten çok genç bir kr

Yol ayrımında-3

   Nedenini anlayamadıkları, ama sonucu hoşlarına giden bu ders boykotu ve okul işgali bir hafta kadar sürmüş, bunu fırsat bilerek memleketin yolunu tutmuş ve bir nebze de olsa ailenin sıcak havasının ve anne yemeklerinin tadını çıkarmışlar, fakat kısa süren bu mola ne yazık ki sona ermişti..diğer fakültelere kayıt olup hala okullarının açılmasını kahvelerde briç oynayarak, yollarda volta atarak, maçlara giderek bekleyen arkadaşlarını kıskanarak da olsa tekrar Ankara'nın yolunu tutmuşlardı..    Döndüklerinde hocalarını biraz daha sert ve asık suratlı buldular, biz size gösteririz der gibiydiler sanki..onlar memlekette vakit geçirirken işgal komitesi ile dekanlık görüşmeler yapmış, öğrencilerin bazı masum istekleri kabul edilmişti..bunlar arasında ders notlarını hocaların pahalı kitaplarından değil, hocaların o derste anlattıklarının özeti şeklinde hem de ücretsiz olarak, teksir kağıdına basılmış şekilde fakültenin vermesine razı olunması, okul yönetiminde talebelerin bir temsilci

Yol ayrımında-2

   Memleketten, bu beklenmedik tatilde aldıkları moralle,adeta güle oynaya ve ailelerinin başarı ve talih dileyen dualarından aldıkları güçle, Ankara'nın bu öğrenci semtindeki yine memleketlerine ait talebe yurduna döneli bir kaç hafta geçmişti..Tıp Fakültesine birlikte gideceği iki arkadaşı ve bir de yine sevdikleri bir arkadaşları ile beraber bir yurt odasını paylaşmışlardı..bu dördüncü arkadaşları da diş hekimliğine kayıt olmuştu..beraber ders çalışabilecekleri ve aynı yollardan gidip gelecekleri için böyle bir oda arkadaşlığı seçimi akılcı ve pratik olmuştu..odaları neredeyse iki ranzanın ve duvardaki gömme dolap dışında küçük bir masa ve iki sandalyenin sığabileceği genişlikteydi..pencereden de yan bina olan Mersin talebe yurdu görünüyordu..onun yanında da Giresun yurdu, diğer tarafta Adana yurdu vardı..yurtlarında yemekhene yoktu,ama odalarında küçük ispirto ocaklarıyla çay kahve yapabiliyorlar,hatta spiral rezistanslı küçük elektrikli ocaklarını yasak olmasına rağmen arada

Nefret

   Nasreddin hocanın Timurla beraber bir çok hikayesi vardır ama benim en çok sevdiklerimden biri olan şu ünlü hikayesini eminim siz de bilirsiniz; Hoca ve Timurleng beraber hamama gitmişler..ikisi de üzerlerinde birer peştemal, göbek taşında uzanmışlar, dereden tepeden konuşarak ter atmaya çalışıyorlar, bir ara Timur hocaya; şimdi şu hamamda ikimiz de aynı durumdayız, burayı birden eşkıyalar bassa, ikimizi de esir alıp pazarda satmaya götürseler, acaba alıcılar bana kaç akçe fiyat biçerler ne dersin diye sormuş, hocadan büyük bir meblağ söyleyeceğini beklerken Hoca beş akçe edersin demesin mi, Timur hem şaşırmış hem de kızmış ve, yahu insaf, benim üzerimdeki şu peştemal bile o kadar eder deyince Hoca cevabı yapıştırır, zaten ancak ben de onun fiyatını verdim..    Nefret gibi bir konuya böyle gülümseyerek başlamak istedim..çünki nefret bence en kötü ve sevimsiz duygulardan birisidir ve hem insan olarak kendimize, hem de bundan daha çok da topluma ve ortak geleceğimize zarar veren, ad

Yol ayrımında-1

   Otobüse binerken babasının elini öpmek istedi..o zaman farketti babasının bu güneşsiz günde simsiyah renkli kocaman bir gözlük taktığını..gözlerini göremedi ama sonradan anladı babasının kızarmış gözlerini göstermemek için bu gözlüğü taktığını..onun da boğazına bir şey oturmuştu sanki..zaten babası radyoda bir içli keman taksimi dinlese gözleri yaşaran bir insandı..sahneyi daha uzatmamak için acele ederek, biraz sonra Ankara'ya hareket edecek otobüse bindi..3 numaralı koltuğa oturdu, babası ona bakıyordu; öylece bakıyor, pek bir renk vermiyor, ama gözleri hala görünmüyordu..otobüs hareket edene kadar arada başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yaparak babasına  baktı..otobüs hareket ettiğinde karşılıklı el salladılar, onun da gözlerinden yaşlar geldiğini hissetti ve yüzünü kaşıyormuş gibi yaparak çaktırmadan gözlerini sildi..    Evinden, şehrinden ilk kez bu kadar uzun süreliğine ayrılıyordu..sürenin ne kadar olacağı belirsizdi ama ona çok uzun olacakmış gibi geliyordu şimdiden.

Hayal kırıklığı

   İnsan hayal eden bir canlıdır desem sanırım yanlış olmaz..insana yakın hayvanlar veya diğerleri de hayal kuruyorlardır şüphesiz, bilmiyoruz..ama her hayal, eninde sonunda ya gerçekleşiyor, ya da unutuluyor, yani kısacası kırılıyor..acaba insan kurduğu hayallerin ne kadarını gerçekleştirebiliyor?..bana göre hayallerinin onda birini gerçekleştirebilen bir insan kendisini başarılı ve mutlu hissetmelidir..tabi ki olabilecek olanların..olmayacak veya olması neredeyse imkansız hayalleri gerçekleştirebilenlere, biz dahi ya da başarılı bir insan olarak, biraz da kıskançlık ve hayranlıkla bakıyoruz..    Bugünlerde okuduğum kitaplar arasında Zekeriya Sertel'in Hatırladıklarım isimli anı kitabı var..anı kitaplarına merak sardım son zamanlarda..özellikle Cumhuriyetin kurulduğu yılların mücadele ortamında rol almış, sonunda da bir şekilde sahneden ayrılmış veya ayrılmak zorunda kalmış insanların başarı ve başarısızlıklarını anlattıkları veya onları anlatan kitapları..    Zekeriya Sertel d