Unutulmuş bir yerde-4

   Bana mı seslendin diye bağırdı eşi Hatice..evin kapısını açmış ona bakıyordu..Sabah soğuk, üşüyeceksin, ne yapıyorsun öyle arabaya oturmuş.. gel artık, çayı da demledim,kahvaltı hazır dedi sonra..
   Oysa o henüz babasının yanında olduğunu ve konuştuklarını düşünüyordu..olan bitenlerin etkisi geçmemişti daha..uyuklamış mı, yoksa başı dönüp kendisini arabanın çocukken babasının yanına oturduğu bu kısmına mı atmıştı, yoksa gerçekten de babasıyla mı konuşmuştu karar veremiyordu bir türlü..
   Birden etrafında her şeye başka bir gözle bakmaya başladı..sanki çok uzaklardaki üzeri beyazlamış dağlardan, hemen önündeki taşlara, hatta uçan kuşlardan toprağa her şeyin kendisiyle konuşmak istediğini hatta konuştuğunu hissetti..ya işte böyle der gibiydi her şey, baban haklı, hepimiz her şeyin farkındayız, seni de iyi biliyoruz, sen iyi bir insansın, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir dede, iyi bir arkadaşsın.. biz çok uzun zamanlardan beri buradayız, içinde bulunduğumuz her şey de hepimiz gibi, tümümüz aynı kaynaktan aynı özden geliyoruz der gibiydiler..hatta hafif soğuk esen sabah rüzgarı bile kulaklarına eski ve güzel bir şarkıyı mırıldanıyormuş gibi geldi..
   Dudaklarına mutlu bir gülümseme izi geldi, kendisini çok hafiflemiş, adeta tüy gibi hissediyordu şimdi..sanki bütün bu etrafında gördüğü şeylerle birlikte ağır ağır bir yöne doğru akıyorlardı, her şey birbiriyle mutlu ve mütevekkil, dans eder gibi, sallanır gibi ya da bir fener alayında yürür gibiydiler..bu halin hiç bitmemesini istedi..ama karısının sesi onu biraz da olsun bu halden uzaklaştırmıştı..biraz önce babası onu bırakıp gitmiş, şimdi de içinde bulunduğu ortam ondan uzaklaşmaya başlamıştı..rüzgar şarkısını kesmiş, adeta içeri gir der gibi üşütmeye bile başlamıştı..güneş de bulutların arasına saklanmıştı artık.. ne olurdu biraz daha bu hal devam etseydi dedi içinden..bir saksağan kondu sonra dut ağacının üst dallarından birine ve ona doğru bakmaya başladı, çok güzel bir kuştu ama birden gaaaak diye bağırıverdi.sonra biraz daha ona bakıp başını salladı ve uçup gitti.. oğlumdan  mektup gelecek galiba bugün, onu haber veriyor dedi..gerçekten bir haber geleceği zaman bu saksağan gelir böyle gaklardı, bir çok kez böyle olmuştu..
   Evin kapısını açarak içeri girdi.. eskiden moda olan kırmızı toprak karo döşeli, aynı zamanda bir çeşit salon gibi kullanılan hole, elbiselerini ayakkabılarını koydukları küçük bir girişten geçiliyordu..salonun sağ tarafında gelini ve torununun yattıkları odaları, sol tarafta da kendi odaları vardı..odalarının bir köşesinde hem yemek masası hem de çalışma masası olarak kullanılan ve dört tane sandalyesi olan bir bölme vardı, odada üzeri dökme demir olan büyükçe, fırınlı, odun kömür yakılan kuzine, hem ısınmaya hem de yemek pişirmeye yarıyordu, buralarda kış erken gelir, eylül sonu en geç ekimin ilk haftalarında sobalar kurulmuş ve yakılmaya başlanmış olurdu..sobalar aynı zamanda yemek ve ekmek yapmaya yarardı..üzerinde büyük bir bakır su ibriği de mutlaka bulunur içinde her işe lazım olan sıcak su ısınırdı..sobanın yanında sarı kedileri sarman da hemen yerini alırdı eylül ayından itibaren..onların küçük yatak odaları da bu odaya açılan küçük bir kapının arkasındaydı..çocuklar küçükken bu odada yatarlar hem sobanın sıcaklığından faydalanırlar hemde onlara yakın okurlardı..Ayşe, oğlu Hasan dan 8 yaş büyüktü, Hasan doğduktan sonra Ayşe yandaki odaya geçmişti, ama bütün hayat bu odada geçerdi adeta, çocuklar burada ders çalışır, hep birlikte radyoda haberleri, konserleri, mikrofonda tiyatroyu dinlerler, hatta sık sık ziyarete gelen komşularını ve dostlarını da bu odada misafir ederlerdi..herkes, hemen hemen aynı fakirlik veya zenginlikte olduğu için kimse kimsenin evini ve halini küçümsemez, her şeyi olduğu gibi kabul ederdi..karşı taraftaki oda yatıya gelen misafirlere ayrılmıştı, ama kızları büyümeye başladığında o odaya geçmiş, onları da Hasanları yalnız bırakmamıştı..ama artık o günler geçmişti..ne kızları buradaydı ne de oğulları..ikisi de gurbet ellerdeydi şimdi..oğullarının emaneti gelin hanım ve torunu da olmasa ev bomboş kalacaktı adeta.
   İçeride masaya kahvaltı hazırlanmış, çay sobanın üzerinde tütüyordu..Gelin hanım ve iki yaşındaki torun daha kalkmamışlardı..kızı Ayşe den 2 torunu daha vardı ama onlarla çok beraber olamıyorlardı, çünki asker damat her dört veya beş yılda bir başka yerlere tayin oluyor, ailecek memleketin bir başka tarafında dolaşıp duruyorlardı, yanlarına ancak yaz tatillerinde ancak bir veya iki hafta kadar uğrayabiliyorlardı..biri kız biri oğlandı torunların, kız olan annesine dolayısıyla biraz da onlara benziyordu, ama oğlan tıpkı babasıydı, karakteri de benziyordu, oynarken bile çabucak işi kaba kuvvete döküyor kızınca kendisinden iki yaş büyük olan ablasının uzun saçlarından yakaladığı gibi kocaman bir top saçı yoluyordu..erkek çocuk diye yaptıkları biraz mazur görülüyordu galiba..özellikle babası aslan oğlum, yiğidim dedikçe oğlan coşuyor iyice kabadayılaşıyordu..babasının asker oluşu nasıl karakterini etkilediyse çocuğu da öyle yetişiyordu..bir kaç kere damadına bu çocuğu böyle yetiştirmeyin sonra çekersiniz diyecek olmuş ama damadından; baba öyle olması daha iyi, pısırık olana bu memlekette hayat hakkı yok, sofrada bile aç kalır yoksa, büyüklerimiz dememiş mi yemek bulursan giriş, dayak bulursan sıvış diye, benim aslan oğlum dayaktan da kaçmayacak, herkes ondan kaçacak cevabını almış ondan sonra da bir şey söylememişti..zavallı ablası da kızları Ayşe ye benziyordu,eline vur ekmeğini al dedikleri cinsten..sakin, yumuşak huylu..her alime bir zalim düşer sözü doğruydu demek, alim kızları zalim kocasıydı..ama inşallah ev içinde öyle değildir dedi tekrar içinden..
   İçeriden torununun nazla karışık ağlama seslerini duymaya başladılar, meleğim uyanmış diye düşündü, içine yine mutluluk doldu..yüzü gülmeye başladı..eşi Hatice de sesleri duymuştu, onun da yüzünde bir sevgi tebessümü belirdi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

28- İş bölümü