Yol ayrımında-3

   Nedenini anlayamadıkları, ama sonucu hoşlarına giden bu ders boykotu ve okul işgali bir hafta kadar sürmüş, bunu fırsat bilerek memleketin yolunu tutmuş ve bir nebze de olsa ailenin sıcak havasının ve anne yemeklerinin tadını çıkarmışlar, fakat kısa süren bu mola ne yazık ki sona ermişti..diğer fakültelere kayıt olup hala okullarının açılmasını kahvelerde briç oynayarak, yollarda volta atarak, maçlara giderek bekleyen arkadaşlarını kıskanarak da olsa tekrar Ankara'nın yolunu tutmuşlardı..
   Döndüklerinde hocalarını biraz daha sert ve asık suratlı buldular, biz size gösteririz der gibiydiler sanki..onlar memlekette vakit geçirirken işgal komitesi ile dekanlık görüşmeler yapmış, öğrencilerin bazı masum istekleri kabul edilmişti..bunlar arasında ders notlarını hocaların pahalı kitaplarından değil, hocaların o derste anlattıklarının özeti şeklinde hem de ücretsiz olarak, teksir kağıdına basılmış şekilde fakültenin vermesine razı olunması, okul yönetiminde talebelerin bir temsilcisinin bulunarak arkadaşları adına bazı istek ve önerileri iletebilme hakkı, sınav günleri ve bazı öğretim takvimi hazırlıklarında öğrencilerin isteklerinin değerlendirilecek olması gibi artık öğrenciyi de adam yerine koyan bazı yenilikler vardı..tıp öğreniminde usta çırak ilişkisinin rolünün ve öneminin bilincinde olan ve kendileri de hocalarının her dediğini yaparak neredeyse bir köle gibi yetişmiş hocalar bu yeni ve başkaldıran nesili pek sevmeyeceklerdi..o yılın başında 200 kişinin üzerinde olan öğrenci sayısının, yıl sonunda neredeyse üçte birinin sınavların en az bir kaçını geçemeyip doğrudan sene kaybetmesinde hocaların bu kininin etkisi var mıydı bilinemez(!)..
   Öte yandan sınıftaki özellikle Anadolu kökenli gençler tam bir kültür şoku yaşıyorlardı..lisedeyken öğretmenlerinden ödü kopan bu çocuklar, burada hızlı bir değişim yaşamışlar, kendilerini bir birey olarak hatta genç bir doktor olarak görmeye başlamışlardı..okula başladıkları ilk günlerdeki başlıca uğraşlarının ceketlerinin sol yakalarına kocaman bir tıp rozeti takmak olması, bu rozeti göstererek çevreye atılan havalar, istedikleri gibi derse girip çıkma hakkı, kantinde geçirilen rahat ve serbest zamanlar, istediği kadar ve çekinmeden sigara tüttürmeler, hatta yenişehire kadar uzanıp birahanelerde bira içmeler, sinemalara istediği kadar gitmeler, yurt odalarında bekar sofraları kurup şarap, rakı, votka içme sahneleri, arada memleketi özleyince başka bir sebep uydurup ağlamalar, sonra birden gülüşme ve boğuşma sahneleri hem çocuk hem de büyümekte olan bir gençlik hallerinin başlıca belirtilerindendi..tartışılan konular bazen, hatta çoğunlukla siyasete kayar, başbakan Demirelle veya Erbakanla dalga geçilir,Ecevite pek toz kondurulmazdı..bazı arkadaşlar Türkeşçi olmuştu, kimisi de sola, hatta militan devrimcilere hayranlık duyuyordu..ama konuşmalar ve tartışmalar biraz deşelense, aslında herkesin aynı özlem ve idealleri taşıdığı, neredeyse aynı şeyleri söyledikleri görülebilirdi..sol görüşleri savunarak tartışmaya katılan bir arkadaş biraz sonra kendisini milliyetçi görüşleri savunurken buluveriyor, hatta biraz daha aşka gelirse ırkçılık ve Nazizm kokan söylemlere kolayca atlayıveriyordu..her ne olursa olsun, sonu gelmek bilmeyen bu tartışmalar bir şekilde tatlıya bağlanıyor ve bir memleket havasının hep birlikte, ve biraz gözler yaşararak ve sesler titreyerek söylenmesiyle, yahut da futbol maçları ve takımlarla ilgili haberlere geçilmesiyle sonlanıyordu..
   Ekim ayı sonuna doğru yurt kalabalıklaştı..artık tüm üniversiteler açılmıştı ve kaydını yaptıran tüm arkadaşları birer ikişer gelmeye başlamışlardı yurda..bizimkiler kendilerini daha tecrübeli ve ağabey gibi hissetmeye başlamışlardı sanki..ama bu yeni gelenler daha rahat, daha neşeli çocuklardı görüldüğü kadarıyla..çoğunun okulunda devam mecburiyeti yoktu, istedikleri zaman okullarına gidiyor, zamanlarının çoğunu da memleketlerindeki gibi kahvelerde kağıt oynayarak, sinemaya giderek geçiriyor, üniversite öğrencisi olmanın tadını çıkarıyorlardı..hatta bir iki bıçkın tip kısa zamanda Ankaranın gece kulüplerini, batakhanelerini keşfetmişlerdi bile..bazıları, o zamanlar eski tarihi büyük millet meclisinin bir kilometre kadar uzağında ve Ankara kalesinin hemen altında olan Bentderesi semtindeki genelevi bile keşfetmişlerdi..oradaki maceraları anlattıkça yanlarına bazı arkadaşlar da katılmaya başlamıştı..bir keresinde o da merakına yenilerek bu gruplardan biriyle malum yere gitmiş, kapıda bulunan bekçilerin dikkatli bakışlarından sanki onu da tanıyacaklarmış ve senin ne işin var burada diyeceklermiş gibi korka utana içeri girmiş, ilk önce de içerideki kalabalığa şaşırmıştı..vakit akşam üzeri olmasına rağmen küçük bir gecekondu mahallesini andıran bu genelevin daracık sokakları çeşitli kılıkta ve yaşta erkeklerle doluydu..aralarında babası yaşında hatta daha da yaşlı olduğunu tahmin ettiği insanların da bulunduğu bu kalabalık; esnaf tipli, köylü tipli, küçük memur ve asker tipli bir sürü kılıksız ve karanlık görünüşlü insandan oluşuyordu..kimisi açık olan bazı kapılardan içeri bakıyor, kimisi pencerelerden dışarı bakan kadınlara laf atıyor, kimisi de evlerin içinde dolaşan, ağzında sigara, yarı çıplak yarı giyinmiş, bazıları iç çamaşırı ile dolaşan.bazısı üzgün ve bitkin görünüşlü, bazısı yorgun ve sinirli, kimisi de filozofça düşüncelere dalmış saçı başı dağınık kadınlara sanki hayvanat bahçesinde ilginç hayvanlara bakar gibi bakıyorlardı..kadınlardan bazıları gözüne kestirdikleri veya önceden tanıdıkları bazı adamları hadi kocacığım gelsene diye içeriye davet ediyor, birkaç kadın da olur olmaz zamanlarda şuh veya acaip kahkahalar atıyorlardı..hemen bütün kadınların derin bir hüzün ve çaresizlik duygusu içinde olduğunu hissetti..birden hepsine karşı bir acıma ve merhamet hissi kapladı içini..kim bilir Anadolunun hangi köşesinden zorla veya çaresizce koparılıp getirilmiş bu kadınlar ne kadar zavallı ve ümitsizdiler..erkeklerin nasıl olup da bunlara cinsel istek duyabildiklerine, hatta ilişkiye girebildiklerine şaşırdı..ilk defa gördüğü bu sahneyi hiç unutamayacaktı bir daha..zor durumdaki bu çaresiz kadınlardan kısa bir süre de olsa faydalanıp kendi arzularını tatmin eden arkadaşlarından ve tüm buradaki insanlardan bir anda nefret etti ve o hızla kendisini dışarı zor attı..genelevin dışında arkadaşlarını beklerken oradaki seyyar çaycılardan bir çay aldı, çaycının yanındaki tatlıcıda camekanın içindeki burma tatlıları gördü bir anda..ama satıcının, buyurun kerhane tatlısına, bak hele kamyon tekeri gibi maşallah diye malını öven sözlerini duyunca tatlıyı da yemekten vazgeçti..bir daha da nerede o tatlıyı görse o tatlıcının çığırışları gelirdi aklına ve acı acı gülümsemekten kendisini alamazdı..
   Bu genelev gerçeği toplumda kanayan bir yara olarak uzun süre romancıların, sinemacıların ve gazetecilerin konusu olmuştu..hatta o devrin başbakanı Süleyman Demirel'e, gazetecilerin genelevlerin kapatılması ile ilgili bir girişim veya karar var mı şeklindeki sorularına, baba lakabı ile bilinen bu kaşarlanmış politikacının; 'yani gardeşim oraları gapatalım da vatandaş bizi mi sevsin' diye cevap verdiği haberi çıkmış ve bu söz bir espri gibi uzun süre söylenerek ve gülmece konusu yapılarak hafızalarda kalmıştı..
   Okul ve yurt hayatı böyle hadiselerle giderken, bir akşam dışarıdan gelen tabanca sesleriyle dışarı fırladılar..bir grup öğrenciye başka bir grup önce söz atmış sonra da aralarından bazıları silahlarını çekerek yaylım ateşine tutmuşlar, bazılarını yaralamışlar, sonra da arka sokaklarda kaybolmuşlardı..
   Artık bambaşka bir dönem başlıyordu, ve ister istemez onları da içine alacak olan büyük bir tsunaminin kabara kabara doğrudan üzerlerine geldiğini çaresizce izler ve olacakları bekler gibiydiler...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke