Masumiyet-2

    Ülkenin  yeni bir çatışma içine girdiği yıllardı o zamanlar..Askerin idareyi ele alıp herkesi tepelediği, zaten ayakta zor durabilen bebeklik devresindeki demokrasiyi tırpanladığı, özendiğimiz batı ülkelerinden biraz daha uzaklaştığımız 12 eylül dönemi sona ermiş, Özal'lı yıllarda biraz olsun nefes alan toplum tekrardan adeta koyun sürüsüne yapıldığı gibi yeni dürtüklemelerle bir yerlere doğru sevkediliyor gibiydi..12 eylül öncesi sağcı solcu ayrımı ateşlenirken artık görünürde sağ ve sol kalmadığı için bu kez de laik, dindar ya da ilerici gerici ayrımı keskinleştiriliyordu..Özal bir çok sorunu çözmeye çalışmış, en azından çözüm yollarını olabildiğince demokratik yollardan tartışmaya açmış, basının ve muhalefetteki Demirelin hakaretlerine rağmen sinirleri bozulmamış, memleketi ekonomik ve adli reformlara götürmeye çalışıyordu..yüz yıldan daha uzun süredir devam eden kürt ayrılıkçı hareketi o sıralarda yine alevlenmişti, sertlik yanlısı çevrelere rağmen Özal bu meseleyi de  akıl ile çözmeye çalıştı..kendi annesinin de kürt olduğunu söyleyerek birlik mesajları vermeye çalışırken başarılı ve parlak bakanlarından (basın nedense onlara prensler diyordu) Adnan Kahveciyi bu işi çözmek üzere görevlendirdi..Kahvecinin hazırladığı rapor günümüzde bile tartışılmaya korkulan öneriler içeriyordu..kısa bir süre sonra da Kahveci, anlaşılamaz biçimde bir trafik kazası sonucu ailesiyle birlikte hayatını kaybedecekti..ondan daha 3 ay geçmeden Özal da hayatını kaybedecekti..
   Özal'ın şüpheli şekilde ani ölümü, bazı asker ve düşünce adamlarının suikastler sonucu ortadan kaldırılmaları ve nedense yine hiç birinin katilinin bulunamaması, doğuda ve bazı hassas bölgelerde karakollarda veya yollarda insanların kaybolması ve sonradan cesetlerinin bulunması,kimler tarafından yönetildiği bilinmeyen silahlı güçlerin eylemleri devam ediyordu..Özal'dan sonra yerine geçen kıdemli ve kaşarlanmış politikacı Demirel, siyaseti rodeo oyununa benzeterek, siyasette de aynen rodeo gibi önemli olanın olabildiğince uzun süre at üstünde yani milletin tepesinde kalabilmek olduğunu söylüyordu..bütün bunlara rağmen toplumun bir kesimi hala Baba diye hitap ettikleri Demirel'den medet ummaktaydı..Baba cumhurbaşkanı olunca partisini ve başbakanlığı Tansu Çillere bırakmış o da birbirinden kötü gaflar ve yanlışlıklarla başbakancılık oynuyordu..ekonomi gün geçtikçe kötüye gidiyor, Özal zamanında ekonomi iyi kötü bir denge tutturmuş ve biraz olsun hazinede para birikmişken, ekonomi profesörü olan Başbakan Çiller ve Baba birlikte har vurup harman savurarak adeta yandaşlarına ulufe dağıtıyorlar, hesapsız uygulamalarla bütçe delik deşik olmaya devam ediyordu..tabi ki kısa zamanda deniz bitecek, ülke yeni bir ekonomik krize girecek, Dolar bir kaç gün içinde üç dört kat pahalanacak, Çiller ekranlarda ağlayacak, gözyaşlarına zoom yapan televizyon kameraları millete hüzünlü anlar yaşatacaktı..
   Bu şartlar altında Çiller istifa edecek, koalisyonun büyük ortağı Necmettin Erbakan başbakanlığa gelecek fakat bundan askeri kesim(o zamanın deyimiyle ciheti askeriye), basının büyük kısmı ve kendisini ilerici olarak niteleyen bir aydın kesimi memnun olmayacak, siyasi kargaşa daha da artacaktı..
   İşte bu günlerde bizim matematikçi işini yapmaya, ailesini geçindirmeye, öğrencilerine elinden geldiğince yararlı olmaya çalışıyor, teneffüslerde ve boş zamanlarında da oturdukları öğretmenler odasında arkadaşlarıyla memleketin halini, geleceğini konuşup hayıflanmaktan başka da pek bir şey yapamıyorlardı..aynen memleket gibi arkadaşları da bölünmüştü sanki..kimisi bu halden sağcıları, kimisi solcuları, kimisi de o sıralarda sayıları artmaya başlayan dincileri (tabi bu deyim de biraz alay ve aşağılama içeriyordu) sorumlu tutuyordu..kürt meselesinde de ayrı bir kafa karışıklığı vardı, ama bu konuda meseleyi diyalog ve barışcı yollardan çözmenin doğru olacağını düşünenler artık azınlıktaydı..çoğu arkadaşı sertlikle ve askeri tedbirlerle çözüme inanıyordu..en az yüz senedir bu yolun denenmiş ve sonuç alınamamış olması kimseyi pek ilgilendirmiyordu..teröristler hangi yöntemleri kullanıyorsa biz daha fazlasını ve sertini kullanmalıydık, o zaman işler düzelirdi onlara göre..aralarındaki bir kaç tane doğu kökenli öğretmen arkadaşları ise konuşulanları sadece dinliyor, hiç renk vermiyorlardı..günler bu şekilde geçmeye ülke yine sisli ortamlara girmeye başlamıştı..
   Bir gün öğretmenler odasına genç bir kadın girdi..ürkek bakışlı, solgun yüzlü, başı kapalı, uzun bir elbise giymiş gösterişsiz bir kadındı gelen..herkes içeriye ürkek adımlarla giren bu kadına merak ve ilgiyle bakıyordu..acaba bir veli miydi..yoksa yeni bir hizmetli miydi..
   Yoksa...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke