Doktor civanım-1

   Bir önceki yazı dizisinde, genç ve çiçeği burnunda doktorumuzu zor ve yorucu geçen yıllar sonunda nihayet mezun etmiş ve vatana millete faydalı olması için hayır dualar ederek arkasından bir tas da su serpmiştik..
   Doktorumuz ile hem hemşehrisi hem de bu son altı yıl içindeki en yakın arkadaşı, yorgunluklarını atmak için -özellikle bu arkadaşın önerisiyle- kısa da olsa bir deniz kenarında tatil yapmaya karar vermişlerdi..artık bu kadar meşakkatin ardından bunu kendilerinde bir hak olarak görüyorlardı kuşkusuz..nereye gidecekleri konusunda kısa bir araştırma ve konuşma yaptılar ve yine bu arkadaşın önerdiği, hem yakın hem de kısıtlı bütçelerine en uygun olduğunu düşündükleri Akçay'a gitmeye karar verdiler..doktorumuz son aldığı öğrenim kredisinin kalan kısmını da bu seyahate ayırmıştı..
   Küçük bir valizi hazırlayıp Ankara şehirler arası otobüs terminalinden Akçaya hareket edecek otobüse gecenin ilerleyen bir saatinde bindiklerinde neredeyse bir kaç gün ancak geçmişti diploma töreni biteli..tüm gece süren otobüs yolculuğu sonunda ertesi günü öğleye doğru Akçay'ı şereflendirdiklerinde, Ankara'ya göre daha sıcak ve rutubetten olsa gerek, bunaltıcı bir hava ile karşılandılar..hemen ellerinde valizleriyle kalacakları bir pansiyon aramaya başladılar, bu arada denize bakan bir meydanda birer çay içmeyi de ihmal etmediler tabi..denize de yürüme mesafesinde hatta lebiderya denecek bir pansiyonu bulmaları zor olmadı..tabelasında Ege pansiyon yazan ve küçük bir havuzun etrafında küçük kulübeler şeklindeki oldukça mütevazı ama kalabalık pansiyonun sahibi olan İzzet beye bir kaç gün burada kalmak istediklerini söylediler.. ama adam pek yüz vermez gibiydi onlara..kısa bir sorgudan geçirdi iki delikanlıyı önce ve yeni mezun olmuş birer doktor olduklarını öğrenince de aslında yer olmadığını, artık deniz mevsimi başladığı için rezervasyonsuz gelenlerin pek yer de bulamayacağını da ekleyerek, isterlerse kulübelerden biraz uzakça ve eskimiş görüntülü ve sanki müştemilat olarak veya personelin kullandığı izlenimi veren-ve başka da yer olmadığını ekleyerek tabi-bir odada, isterlerse kalabileceklerini söyledi..bizim toy gençler de hem yorgunluktan ve hem de pansiyon sahibine inandıklarından, asıl önemlisi de fiyatı keselerine uygun bulduklarından bu teklifi hemen kabul ettiler..üstelik bu pansiyon üç öğün yemek de veriyordu ve bu da fiyatlara dahildi..öğle vakti olduğundan hemen odalarına valizlerini atıp boş yemek masalarından birine attılar kendilerini..her masanın üzerinde muşamba örtü ve bunun üzerinde de ters çevrilmiş içinde bir beyaz kağıt kıvrılarak temiz ve kullanılmamış olduğu gösterilen bir kaç bardak vardı..dikkatlerini hemen masanın üzerindeki su sürahisinin dışını kaplamış buğular çekti..su o kadar soğuktu ki hemen rutubetli olan havanın da etkisiyle sürahi soğuktan terlemiş gibiydi..hemen birer bardak suyu tepelerine diktiler büyük bir keyifle..bu su ne kadar tatlı gelmişti o zaman..utanmasalar bir sürahi suyu bitirirlerdi hemencecik neredeyse..sonra yemek sırasına girerek ellerinde tepsi ile çorba, etli sebzeli bir yemek ve tatlı ya da meyveden oluşan yemeklerini aldılar ve büyük bir iştahla yediler.,
   Yemekten sonra mayolarını giyerek, sıcağa ve yorgunluğa aldırmadan denize yollandılar..bu sıcağa rağmen denizin suyu oldukça soğuk geldi onlara, ama aynı zamanda uykularını da açtı..fazla uzağa ve derine gitmeden ve çevreye de yüzme bilmediklerini çaktırmamaya çalışarak biraz deniz içinde oyalandılar..aslında yazın memlekette bağ havuzlarında iyi kötü suda kulaç atmayı öğrenmişlerdi..ayrıca yine memleketlerine yakın kaplıca havuzlarında da yöre tabiriyle çimmişlerdi ama deniz bunlara pek benzemiyordu..ama daha zevkli olduğu kesindi.. bu arada denizin içinden bir metre kadar yükseğe çıkan bir demir borudan denize su aktığını gördüklerinde de çok şaşıracaklardı..denizde yüzen bazı kişiler arada oraya yaklaşıyor ve ağızlarını suya uzatarak akan sudan içiyorlardı..demek ki denizin içinden bir su kaynağı çıkıyordu..ya da belediye zaten her yerde bol bol akan sulardan bir boru ile denizin içine bir su kaynağı uzatarak buralarda suyun ne kadar çok ve temiz olduğunu göstermek istemişti..
   O zamanlar yeni yeni gelişen turizm beldeleri içinde en çok bilinenler Erdek, Akçay, Ören ve Ayvalık gibi yerlerdi..daha Bodrum ve Antalya gibi yerler pek revaçta değildi ya da bizimkiler gibi halk insanları arasında pek bilinmiyordu..buralar bile yazın o kadar kalabalık olmuyordu..gerçi daha temmuz ayı yeni başlamıştı..asıl deniz mevsimi temmuz sonu ile ağustos başlarıydı o zamanlar..pek yazlıkçılık diye bir moda da yoktu, bu modayı da daha çok Ankaralılar çıkaracaktı zaman içinde..her deniz kenarında bir Ankaralılar sitesi ya da resmi kuruluşların tatil kampları daha yeni yeni ortaya çıkıyordu..
   Denizden çıkıp odalarına gidip duş aldıktan sonra yorgunluk çökmüş ve kendilerini yatağa atmışlardı artık..ama ne zaman akşam olmuş ne zaman neredeyse akşam yemeği vakti bitmek üzereymiş ancak çatal kaşık seslerinden anlayabildiler zamanın geçmekte olduğunu ..ve istemeyerek de olsa akşam yemeğini aceleyle yiyip tekrar kendilerini yatağa atmaları ve kalan uykularına devam etmeleri çok sürmedi..
   Ertesi sabah pansiyon sahibi İzzet bey daha neşeli ve güleryüzlü bir tavırla onlara günaydın dedi ve birkaç iltifat cümlesi sonunda baklayı ağzından çıkardı..meğerse ilkin onları pek gözü tutmamış ve küçük bir sınavdan geçirmiş dün akşam..onları uzaktan izlemiş ve mazbut gençler olduklarını görünce bugün daha güzel bir odayı kendilerine vermeye karar vermiş..o zamanların bir babacan  Hulusi Kentmen'i de bu İzzet hocaydı işte..kendisi de emekli bir öğretmenmiş ve burada bu pansiyonu işletirken pansiyonunun adının ve namusunun da kötüye çıkmaması için pür dikkat her şeyi izler ve yönetirmiş tatlı sert bir şekilde..gerçekten de personel hem ondan çekinir hem de saygı içinde çalışır görünümdeydi..burada ancak 5 gün kadar kalabileceklerdi bütçelerine ve hesaplarına göre..üstelik o günlerde bir de Rumların Kıbrıs'ta bir darbe yaparak yönetime el koymaları sonucu Kıbrıs Türklerinin içine düştüğü zor durum ve garantör ülke olarak Türkiye'nin soydaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak ve Kıbrıs'ta bir oldu bittiyle kazanılan hakları kaybetmemek için neler yapabileceği tartışılıyordu ajanslarda..o yüzden de denizin ve tatilin tadını da pek alamamışlardı..hemen karşıda bulunan Midilli adası bir yunan toprağıydı ve oradan gelecek bir tehdit de akıllardaydı hep..Kıbrıs'a müdahale edersek bir Türk Yunan savaşı çıkması olasılığı da çok yüksekti..
   Bir gece sabaha karşı gümbürtülerle uyandılar birden..sanki top atışı gibiydi sesler ve gittikçe dozu artıyordu..arada ışıklar da yanıp sönüyordu..çok geçmeden bunun gece aniden ortaya çıkan bir yaz fırtınası ve şimşek ve gök gürültüleri olduğunu görerek rahatladılar..ama zaten ertesi günü de artık bu keyif bitiyordu ne yazık ki..kısa süren deniz keyfi bitiyor artık bir iş bulma ya da uzmanlık sınavları gibi ciddi konular kendilerini bekliyordu..kısa süren deniz tatili bir rüya gibi gelmiş ve geçmişti..
   Otelden ayrılıp Ankara otobüsüne bindiklerinde, yollarda askeri birliklerin, topların ağır makineli ve uçaksavarlarla yüklü kamyonların bir yerlere doğru gittiklerini gördüler..araçların içi tam teçhizatlı ve savaş giysisi giymiş ve o sıcakta bunaltı ve ter içinde oldukları uzaktan bile farkedilen erlerle doluydu..aralarda da cephane dolu taşıyıcılar vardı..hatta bir taşıyıcıdan acele ile doldurulduğu anlaşılan bir kasa mermi veya bomba kutusu yola düştü..hemen konvoy durdu ve bir kaç er atlayıp zorlukla kasayı tekrar içeri yerleştirdi.. o zaman, yahu bu ordu bir savaşa girse ne yapacak, daha  kendisini toparlayacak halde değil, rezil durumdayız dedi içinden..nitekim daha sonra savaşta kendi gemimizi batırdığımız haberiyle bu öngörüsü de haklı çıktı maalesef..
   Ankara'ya doğru otobüsleri ilerlerken gelecekteki bulutlu hatta fırtınalı günler ufukta görünmeye başlamıştı sanki...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke