Masumiyet-4

   Yeni öğretmenin işi hiç bir zaman kolay olmadı..özellikle iki hemcinsi tarafından her an ve her yerde adeta bugünki tabirle mobbing denilen ve artık suç olarak kabul edilen tavırlar sürdü gitti..o zamanlar tabi bunun en azından ayıp olduğunu söylemek, hele o sonradan 28 şubat dönemi olarak anılacak olan dönemde o kadar kolay değildi..askerin gözü hemen hemen tüm kesimlerin üzerindeydi..asker işi o kadar ileri götürmüştü ki adeta kanun ve hukuk tanımayan uygulamalar normal karşılanır olmuştu..kimseye bağlı olmadığı söylenen ve öyle de olması gereken yargı bile baskılardan nasibini almış, asker tarafından yargıya katılımı mecburi olan brifingler verilir ve irtica ile bölücülükle nasıl mücadele edilmesi gerektiği ve yargının da bu mücadeleye aktif olarak katılması gerektiği adeta dikte edilir hale gelmişti..işin garibi basının büyük kesimi de bu uygulamaları normal görüyor ve hatta adeta destekliyor ve alkış tutuyordu..yine o günlerde Cumhurbaşkanı olan Demirel'in de bu kez kendisini altı kez devirmiş olan askerlerle bir olması ve bütün bu hukuksuz uygulamalara arka çıkıyor olması halkın yeni bir hayal kırıklığını daha yaşamasına yol açmıştı..demek ki adalet, demokrasi, kardeşlik, fikir vicdan ve ifade özgürlükleri sadece oy almak ve hükümeti ele geçirmek için kullanılan içi boş birer sözden ibaretti..
   O zaman, öğretmenler odasında sohbetlerini zevkle dinledikleri babacan tarih öğretmeninin sözleri gelirdi aklına..oğlum derdi Vasfi hoca, bu memlekette demokrasi olmaaaaz..burası ortadoğuuu..yapma yahu ağabey, yüz senedir bu memleket demokrasi demokrasi diye diye nice nesillerini helak etti, biz demokrasiyi hak etmiyor muyuz yani, diye itiraz ettiklerinde de şu hikayeyi anlatırdı..bir zamanlar ortadoğuda bir yerde, belki de Fırat veya Dicle olabilir, bir ırmak kıyısında bir akrep ırmaktan karşıya geçmek için bir kurbağaya yalvarıp dururmuş..kurbağa da hayır ben sana güvenemem sen akrepsin beni sokarsın sonra der, isteği reddedermiş..ama akrep kurbağaya; hiç olur mu öyle şey, ben seni soksam ikimiz de ölürüz, ben deli miyim seni sokar mıyım hiç diye diye sonunda kurbağayı ikna etmiş ve kurbağa da akrebi sırtına alarak yüzmeye başlamış..ama ırmağı daha yeni yarılamışlar ki kurbağa sırtında derin bir acı hissetmiş..o an anlamış akrebin iğnesini batırdığını..ölmekte olurken akrebe; hani söz vermiştin beni sokmayacaktın diyebilmiş..akrebin de son sözü, ne yapayım burası Ortadoğu demek olmuş..iste Vasfi hoca bu hikayeyi anlatır ve hepsinin yüzüne manalı manalı bakarak gevrek kahkasını atardı.. o zamanlar daha henüz idealist, yani açıkçası toy ve saf olan öğretmenimiz de itiraz eder, hayır ağabey işimiz zor ama imkansız değil, matematikte bile çözümsüz problemler birer birer çözülüyor artık, batı ülkeleri kolay mı kazandı bugünkü durumlarını, bizim neyimiz eksik, biz de demokrasiye layıkız ve göreceğiz sonunda elbette o günleri derdi..
   Herkes bir şeyler bekler bu hayatta..bizim memleketimizin beklediği o kadar çok şey var ki..ama nedense beklediğimizin karşımıza gelivermesini istiyoruz hep..bunda kaderciliğimiz mi, geleneksel tembelliğimiz mi, her şeyi devletten almaya alışmışlığımız mı, yoksa bilemediğimiz veya bilmek de istemediğimiz başka şeyler mi rol oynuyor tam olarak bilemiyoruz..burada tarihçi öğretmene eşinin konusu olan coğrafya arka çıkıyor gibi biraz..coğrafya insanın ve toplumun kaderidir derler..bu memleketin kaderi de bu coğrafyaydı galiba..bu milletin kaderinde veya falında demokrasi var mıydı acaba..
   Bizim matematikçi de bu başörtülü yeni öğretmenin gelişini biraz da acaba biz demokrasiyi hiç olmazsa okulumuz içinde olsun becerebilecek miyiz, yoksa burası da bir ortadoğu ülkesi okulu mu olarak kalacak diye, adeta çok bilinmeyenli bir denklemin çözümünü merak edercesine heyecan içinde takip ediyordu...
   Bu arada başörtülü öğretmen de derslere girip çıkıyor, müdür ve özellikle iki kadın öğretmenin gözlerini hep üzerinde hissettiği için tedirgin bir halde öğretmenler odasına adeta korka korka giriyor ve bir kenarda zamanın geçmesini bekliyordu..bir gün müdür de aralarına katıldı bir öğle saatinde..odada öğretmeni görünce de hemen yüzü buruştu..öğretmenin kendi başına bir iş açmasından korkuyordu anlaşılan..bir muhbir vatandaş ya da bu kadın öğretmenlerden biri durumu Ankaraya bakanlığa yazsa veya basına bir haber uçurulsa ne yapacaktı acaba..aslında müdür o kadar keskin değildi bu konuda ama yönetici olarak, bir müfettiş gelirse ve bu müfettiş de bu ilerici kadın öğretmenlerle aynı kafadaysa ayıkla pirincin taşını..nereden çıkmıştı bu kadın yahu..ne güzel her şey düzen içinde ve alışıldık şekilde sürüp gidiyordu..kardeşim başörtünü takacaksan evinde tak, karışan mı var..okula böyle gelme, hele derslere böyle girme yahu..başımıza iş açacaksın, kendini de beni de yakacaksın.senin yüzünden huzur rahat kalmadı bende, der gibiydi..yeni öğretmen de onu görünce bir kat daha huzursuz oldu..adeta oradan kaçmak ortadan kaybolmak ister gibiydi..ama belki de hiç öyle değildi..sanki kendinden emin ve bir misyonu ifa eder gibi dik durmak ve sakin olmak ister gibiydi..dışarıdan pek belli olmuyordu vaziyet..
   Birden içeri o iki kadın öğretmen girdi, gülüşerek birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı..ama müdürü ve hele başörtülüyü görünce yüz ifadeleri bir anda dondu kaldı...

Yorumlar

  1. Hikayenin bu noktasında birinin sevmesi lazım bu yeni gelen'i.... bakalım nasıl gelişecek.

    YanıtlaSil
  2. Üzülüyorum okurken. Toplumu ayrıştıran, insanları gerçekten tanımadan, sadece dış görünüşe bakarak varılan ön yargılar var oldukça demokrasinin gelişip yerleşmesi çok zor gerçekten.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız..o zamanlar farklı, yani normal davranabilseydik bugünlere bu şekilde gelmezdik belki de..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke