Masumiyet-6

   Başörtülü öğretmen o anda belki içinde kopan fırtınalarla meşguldü..ama nedense dışarıdan belli olmuyordu neler hissettiği..ne ağlayacak gibi bir hali vardı, ne de bir harekette bulunacak gibiydi..sanki tüm bu konuşmalar ve hakir görmeler hiç geçmemişti odada..ya da bedeni burada ama ruhu buralardan çok uzaklardaydı..kimse bilemez..
   İki ilerici kadın öğretmen olan bitenden memnun vaziyette, gördünüz mü der gibi etraflarına bakıyorlar memnuniyetlerini göstermek istiyorlardı sanki..arada bir de hedeflerine bakıyor ve işte gördün, senin gibilere yer yok buralarda daha ne duruyorsun..senin yerinde olsak çeker gideriz buradan ama sende o yürek de yok diyorlardı aşağılayan bakışlarıyla..
   Daha ılımlı olan bir iki kadın öğretmen ise hangi yanı tutacaklarını kestirememiş, aşağılanan hemcinslerine sahip mi çıksınlar yoksa tarafsız mı kalsınlar bilemez halde düşünüyorlardı..tüm erkek öğretmenler ise sanki bu tatsız olay biraz önce orada olmamış gibi, umursamaz bir halde aralarında konuşmaya, satranççılar da satranç masalarına dönmeye başlamışlardı bile..
   Başörtülü öğretmen ise biraz zaman geçtikten sonra, başlayacak dersini de bahane edercesine yavaşça kalktı ve odadan çıktı..her şey başa dönmüştü artık salonda sanki..İlerici öğretmenler de keyifli bir şekilde kalktılar ve savaşta bir küçük muharebeyi kazanmış muharip subaylar edasıyla odayı terk ettiler..
   İşte asıl o zaman tüm odadakiler rahat bir nefes aldı..herkes kendi içinden bir muhasebeye girmiş gibiydi..kimisi müdüre acıyor ve destek veriyor, kimisi nerden çıktı bu kadın yahu keyfimiz kaçtı der gibi duruyor, kimisi de hakir görülen kadına acıyordu..sanırım matematikçi bu konuda da yanılıyordu..galiba sadece kendisi ve iki kadın öğretmen dışında bu gruba eklenecek kimse yoktu..
   İlerici kadınlardan birisinin kocasının gazeteci olduğu ve şehirde çıkan tek gazetede oldukça devrimci ve polemikçi yazılarıyla tanınan ve çekinilen biri olduğu gerçeği mi etkiliydi acaba bu vurdumduymazlıkta..öyle ya kaleminden kan damlayan bu araştırmacı ve hırpalayıcı gazetecinin diline ve kalemine düşmekten herkes çekiniyordu şehirde..gerçi şu sıralarda iktidarda muhafazakarlar etkisiz de olsa ortaktılar ama bu gazetecinin hiç de umurunda değildi bu durum..hatta Erbakan iktidar ortağı olunca daha da sertleşmişti yazıları ve hesap sormadan çok tehdit dozu da artmıştı..öğretmenler odasına da her gün alınan bu gazetede neler neler yazıyordu..en çok işlenen konular da hangi resmi dairede takunyalıların çoğaldığı, tehdidin kimsenin farkında olmadığı, böyle giderse demokrasinin sona erip irticanın her şeye hakim olacağı, bütün bunlara karşı ilerici güçlerin umursamazlığı, ülkenin bir ateş çemberine doğru ilerlediği gibi insanların moralini bozan ve galeyana getirmeye çalışan provokatif konulardı..bu yazıları okuyanlar sadece kendi görüşündeki insanlar değildi tabii ama bu fikirlere karşı çıkanlar da pek ortaya çıkmaya çekinir gibiydiler..onlar sessiz ve derinden gidiyorlardı sanki..müdür gibi idarecilerin çoğu da esen rüzgara göre hareket edip kendi makamlarını korumaktan başka bir şey düşünmüyorlardı..bizim matematikçi de sanki başka bir alemdeymiş gibi olayları ve gelişmeyi dışarıdan izliyordu..ne kadar sürecekti bu bitaraf olma hali bilinmez..bitaraf olan bertaraf olur diye bir deyim var ya işte bizim matematikçi de ya taraf olacaktı, ya da bertaraf olacaktı..
   Bu ötekileştirme ve kamplaştırma işinin profesyonel bir siyasi yöntem olduğunu bilmiyordu o zamanlar insanların çoğu..bizim sosyolojiden bihaber öğretmenimiz de tabii..sonradan toplum mühendisliği diye bir meslek olarak -daha doğrusu bu kişiler tabii ki okulundan mezun olmamış kişilerdi ama toplumu bir sürü güder gibi bir yerden alıp bir yerlere yönlendiren bir üst akıl sahibi kişiler veya gruplar olsa gerek bunlar-sosyal olayları irdeleyen kişilerce kullanılan bir grup insan veya güç ülkeyi yönlendirmeye başlamıştı..böyle küçük olaylar basın ve kanaat önderlerince büyütülerek veriliyor  (o zamanlarda daha medya diye bir tabir yoktu gazete patronları ve başyazarlarca yönlendiriliyordu tüm konular) insanların görüşüne göre kamplaşmasını ve birlikte hareket etmesini sağlamaya çalışıyorlardı..böylece her siyasi görüş kendisini destekleyecek insanları bilinçlendiriyor ve birer militan gibi eğitip örgütlüyordu..bunun sonucunda da artık bir grubun içine giren insan o grubu yönetenler yanlış yapsa da artık diğer gruplara düşman olduğu için bu yanlışlıkları savunmak zorunda kalıyordu..tıpkı bir futbol klübü taraftarlığı gibi olmuştu bu iş..klübünüz eğer yenmişse nasıl bu galibiyeti kazandığınızın önemi yoktu..golcünüz gol atmadan önce topu çaktırmadan (aslında herkes gerçeği biliyordu) eliyle düzeltip vurmuşsa ve bunu hakem de görmemişse veya görmezlikten gelmişse, siz koyu bir taraftar artık bu golün haklı olduğu için yemin bile edebilirdiniz..ya da karşı taraf hakkıyla galip gelse bile, onlar mutlaka hakem tarafından kollanmış veya haksız goller atarak takımınızın hakkını yemişti..işte siyasi taraftarlık da artık böyle olmuştu..bizim taraf ne dediyse doğrudur, ne yaptıysa haklıdır ama karşı taraf her zaman haksızdır ve kötüdür..bizim siyaset adamlarımız ne dedilerse doğrudur, ne yapmışlarsa az bile yapmışlardır, ah şu karşımızdakiler olmasa daha iyilerini yapacak ama onlar yüzünden başarısız oluyor bazı konularda..
   Şimdi bu kadıncağıza yapılan doğru mu..hiç önemi yok.. bizim görüşümüze uymuyorsa çıksın gitsin buralardan..onun gibilere aramızda yer yok..çok istiyorsa Arabistana gitsin orada yaşasın..bakalım orada ne yapacak..
   Akşam evde bu olayı anlattığı eşine sordu sonra, sen ne diyorsun bu işe diyerek..onun cevabı da şaşırtacaktı onu...
 
   

Yorumlar

  1. "tanısan seversin" denir ya, bir de tanımadan sevmemek var... işte o beni çok düşündürüyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tanısak ne kadar tanıyoruz orası da muamma :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke