Unutulmuş bir yerde-12
Bu bir alevi deyişiydi anlaşılan ve sazın nağmelerinden çok sözler öne çıkmıştı artık;
Gel gönül sabreyle katlan bu cevre
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Niceler kondu göçtü bu haneye
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gitti yoldaşlarım deyü ağlama
Ciğerciğim aşk oduna dağlama
Hayıf oldu deyü yanıp ağlama
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gittiğin yollar da sana ayandır
Cevrin kime ise lütfun anadır
Erler ile evliyaya beyandır
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gitti göremedim mihri vefayı
Aşık olan çeker cevr ü cefayı
Kelb rakib sürsün zevk ü sefayı
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Pir Sultan Abdal'ım bunda bir hal var
Özünü yokla ki üstünde yol var
Seni kim ağlattı var ona yalvar
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Bu deyiş o anda sanki ona hitap ediyordu..içini büyük bir ferahlık kapladı ve büyük bir huzur hissetti artık..sorularının cevabı bu saz ve sözlerle gelmişti karşısına..ağlatanın da güldürenin de aynı olduğunu idrak etti birden ve bu kez bir gülümseme yayıldı yüzüne ve ruhuna..
Saz çalanlar da dinleyenler de artık hallerinden memnun ve rahatlamışlardı sanki..bir arkadaşları da o yörede çok sevilen ve deyişleri çok çalınıp söylenen Aşık Mahzuni Şerif in İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım deyişini söylemesini istedi arkadaşından..son türkü de bu oldu..artık hem bedenleri hem de ruhları teskin olmuştu bütün meyhane halkının..Bağlama, yerine büyük bir saygı ile konurken kimsede birbirine söyleyecek söz kalmamıştı..herkes konuşmadan birbirini anlıyor ve cevap alıp veriyordu..söze hacet yoktu artık..
Şimdi dünyaya ve dertlerine geri dönme vaktiydi buradaki küçük grup için..ama gönüller yıkanmış, gözlerden akan damlalarla dertler sıkıntılar kısa bir süreliğine de olsa atılıp gitmişti..artık ayaklar yere değmeliydi..çokçası ağlamaya ve az da olsa gülmeye devam edilecekti ister istemez..
Hesabı ödedi ve diğer dostlara selam vererek dışarı çıktığında şaşırarak akşamın bittiğini hatta gecenin çoktan başladığını gördü..gökyüzü pırıl pırıldı ve yıldızlar sanki hemen tepesindeydi..sanki kendi gönlüyle beraber tüm gökyüzü de yıkanmış ve bütün pisliklerden arınmış gibiydi...
Evine doğru yürümeye başladı..yollarda kimse kalmamıştı neredeyse..bu kasaba ve belki de tüm Anadolunun buna benzer unutulmuş yerleri böyle olurdu hep..bu saatlerden sonra yollar boşalır ortalık tüm gündüz boyu orada burada uyuklamakla vaktini geçiren köpeklere kalırdı..artık tüm ilçede onların saltanatı başlar, sabah kadar gelen geçen herkesi tanırlar, beğenmediklerine hırlar veya havlarlar, kimisine de hiç dokunmadan halden anlayan dervişler gibi bir süre eşlik ederlerdi..bu hayvancağızlar insanların en büyük dostlarıydı çok eskilerden beri..ama bazı insanlar bu durumu bilmez bu zavallılara durup dururken taş atar, bağırır, aşağılar ve kovmaya çalışırlardı..böyle kişileri nasıl olur bilinmez bu hayvancağızlar da çok uzaktan tanırlar ve eğer birkaçı bir aradaysa onlar da onunla uğraşmaktan neredeyse zevk alır gibi üzerine üzerine giderlerdi..bu defa o kişi ne yapacağını bilemez, kaçsa mı kovalasa mı karar veremez, ama sayıları da gittikçe çoğalan bu gruba karşı da bir şey yapamayacağını anlayarak kaçmaya başlar, bu defa köpekler daha da azarak kovalamaya başlar sonunda mutlaka birileri araya girmezse iş fena neticelere giderdi..böyle kişiler intikam almak için arada zehirli etleri oraya buraya bırakırlar, bunu bilmeyen zavallı hayvanlar da bu zehirli yiyecekleri yerler sonra da kıvrana kıvrana ölürlerdi..kaç kere böyle zehirlenmiş köpeği kurtarmak için sarımsaklı yoğurt yapıp içirmişler ama çoğu zaman zavallı hayvanları kurtaramamışlardı..o zamanlar nerede veteriner, hayvan sağlık memuru bile yoktu kasabada..bu hayvancağızlar işte böyle zaman içinde azala çoğala bugünlere kadar gelmişlerdi..
Bu gece de köpekler ona yaklaşmış biraz kokladıktan sonra peşine takılmış ve evine kadar ona eşlik edip bir nevi koruma görevi yapmışlardı..eve gelince içeriden daha önce hazırladığı ve o yörelerde yal diye tabir edilen, daha çok arpa buğday, mısır unu ve kepek karışımıyla yapılan ve varsa biraz da evde pişip artan yemeklerden katılan yiyeceği bir kaba koyarak bu sadık dostlara verdi ve evin bahçesine doğru ilerledi...
Gel gönül sabreyle katlan bu cevre
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Niceler kondu göçtü bu haneye
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gitti yoldaşlarım deyü ağlama
Ciğerciğim aşk oduna dağlama
Hayıf oldu deyü yanıp ağlama
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gittiğin yollar da sana ayandır
Cevrin kime ise lütfun anadır
Erler ile evliyaya beyandır
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Gitti göremedim mihri vefayı
Aşık olan çeker cevr ü cefayı
Kelb rakib sürsün zevk ü sefayı
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Pir Sultan Abdal'ım bunda bir hal var
Özünü yokla ki üstünde yol var
Seni kim ağlattı var ona yalvar
Elbet seni ağlatan bir gün güldürür
Bu deyiş o anda sanki ona hitap ediyordu..içini büyük bir ferahlık kapladı ve büyük bir huzur hissetti artık..sorularının cevabı bu saz ve sözlerle gelmişti karşısına..ağlatanın da güldürenin de aynı olduğunu idrak etti birden ve bu kez bir gülümseme yayıldı yüzüne ve ruhuna..
Saz çalanlar da dinleyenler de artık hallerinden memnun ve rahatlamışlardı sanki..bir arkadaşları da o yörede çok sevilen ve deyişleri çok çalınıp söylenen Aşık Mahzuni Şerif in İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım deyişini söylemesini istedi arkadaşından..son türkü de bu oldu..artık hem bedenleri hem de ruhları teskin olmuştu bütün meyhane halkının..Bağlama, yerine büyük bir saygı ile konurken kimsede birbirine söyleyecek söz kalmamıştı..herkes konuşmadan birbirini anlıyor ve cevap alıp veriyordu..söze hacet yoktu artık..
Şimdi dünyaya ve dertlerine geri dönme vaktiydi buradaki küçük grup için..ama gönüller yıkanmış, gözlerden akan damlalarla dertler sıkıntılar kısa bir süreliğine de olsa atılıp gitmişti..artık ayaklar yere değmeliydi..çokçası ağlamaya ve az da olsa gülmeye devam edilecekti ister istemez..
Hesabı ödedi ve diğer dostlara selam vererek dışarı çıktığında şaşırarak akşamın bittiğini hatta gecenin çoktan başladığını gördü..gökyüzü pırıl pırıldı ve yıldızlar sanki hemen tepesindeydi..sanki kendi gönlüyle beraber tüm gökyüzü de yıkanmış ve bütün pisliklerden arınmış gibiydi...
Evine doğru yürümeye başladı..yollarda kimse kalmamıştı neredeyse..bu kasaba ve belki de tüm Anadolunun buna benzer unutulmuş yerleri böyle olurdu hep..bu saatlerden sonra yollar boşalır ortalık tüm gündüz boyu orada burada uyuklamakla vaktini geçiren köpeklere kalırdı..artık tüm ilçede onların saltanatı başlar, sabah kadar gelen geçen herkesi tanırlar, beğenmediklerine hırlar veya havlarlar, kimisine de hiç dokunmadan halden anlayan dervişler gibi bir süre eşlik ederlerdi..bu hayvancağızlar insanların en büyük dostlarıydı çok eskilerden beri..ama bazı insanlar bu durumu bilmez bu zavallılara durup dururken taş atar, bağırır, aşağılar ve kovmaya çalışırlardı..böyle kişileri nasıl olur bilinmez bu hayvancağızlar da çok uzaktan tanırlar ve eğer birkaçı bir aradaysa onlar da onunla uğraşmaktan neredeyse zevk alır gibi üzerine üzerine giderlerdi..bu defa o kişi ne yapacağını bilemez, kaçsa mı kovalasa mı karar veremez, ama sayıları da gittikçe çoğalan bu gruba karşı da bir şey yapamayacağını anlayarak kaçmaya başlar, bu defa köpekler daha da azarak kovalamaya başlar sonunda mutlaka birileri araya girmezse iş fena neticelere giderdi..böyle kişiler intikam almak için arada zehirli etleri oraya buraya bırakırlar, bunu bilmeyen zavallı hayvanlar da bu zehirli yiyecekleri yerler sonra da kıvrana kıvrana ölürlerdi..kaç kere böyle zehirlenmiş köpeği kurtarmak için sarımsaklı yoğurt yapıp içirmişler ama çoğu zaman zavallı hayvanları kurtaramamışlardı..o zamanlar nerede veteriner, hayvan sağlık memuru bile yoktu kasabada..bu hayvancağızlar işte böyle zaman içinde azala çoğala bugünlere kadar gelmişlerdi..
Bu gece de köpekler ona yaklaşmış biraz kokladıktan sonra peşine takılmış ve evine kadar ona eşlik edip bir nevi koruma görevi yapmışlardı..eve gelince içeriden daha önce hazırladığı ve o yörelerde yal diye tabir edilen, daha çok arpa buğday, mısır unu ve kepek karışımıyla yapılan ve varsa biraz da evde pişip artan yemeklerden katılan yiyeceği bir kaba koyarak bu sadık dostlara verdi ve evin bahçesine doğru ilerledi...
"artık ayaklar yere değmeliydi.." insan bunu ne çok hissediyor bazen..
YanıtlaSil