Doktor civanım-4

   İstanbula geleli bir aydan çok olmuştu, ama daha ancak hastanesini ve kliniğini yeni tanımaya başlamıştı..koca İstanbulu nereden tanıyacak..Türkiye bir tarafa İstanbul bir tarafa, burası apayrı bir ülkeydi adeta..şimdiye kadar en büyük şehir olarak bildiği Ankara buranın kasabası gibi bile değilmiş..burada her türlü yaşam şeklini görebilirdiniz, en zenginlerin ve meşhur insanların filmlere konu olan lüks ve ihtişam içindeki yaşantılarının yanında, onların bir kaç yüz metre yakınında yaşamaya çalışan en sefil ve fakir insanları görebilirdiniz.. ama hepsi İstanbulluydu bunların.. aynı havayı teneffüs ediyorlar, aynı yağmur altında kalıyorlar, aynı rutubetli ve kurşuni havadan nasiplerini alıyorlardı..ama galiba hepsi de o kadar.. yine de sanki üst sınıf insanlar daha asık suratlı ve bunalımlı, aşağı tabakadaki insanlar ise daha neşeli ve hayata umutla bakıyorlardı nedense..bu Şehr i İstanbul işte böyle bir yerdi..belki de binlerce yılın kadim bir şehrine has bir hayattı burada yaşanan.. kim bilir ne tür hayatlar yaşanmış ne olaylar görmüştü bu sokaklar ve ağaçlar, ortadan nehir gibi akan boğaz.. burası insanı şair ederdi..ya da filozof..Lisedeyken okudukları edebiyat dersleri aklına geldi..hep konular İstanbul'du neredeyse.. aşklar, hayaller, savaşlar hep bu şehirde veya burası için yapılmış ve yaşanmıştı.. bu İstanbul şimdi de ona neler söyleyecekti acaba.. ama şimdilik pek de bir şey söylemiyordu.. bir şairin dediği gibi bin kocadan dul kalmış bir bakire gibiydi İstanbul.. ama yorgun ve yaşlı..yine de güzel..
   En çok pazar günleri Karaköy'den sabah boğaz vapuruna binip tam boğaz turu yapmaktan hoşlanmıştı.. vapur bir karşı tarafa bir Avrupa yakasındaki iskelelere uğraya uğraya yolcularını indirir ve yenilerini alırken o, tablo seyreder gibi kıyıdaki yalıları, konakları, tarihi yapı ve camileri ve ağaçlıklı tepeleri, arada da denizi izleye izleye Kavaklara kadar gider, sonra Anadolu Kavağında verilen bir saatlik molada karaya çıkar, bir yerlerde bir şeyler yer veya deniz kenarında gezinip Karadeniz'den gelen serin ve uyarıcı rüzgarı içine çekerdi..bu rüzgar memleketindeki esen poyraz gibi gelirdi ona.. sonra da gemi, yolcularını uzun bir düdük sesiyle çağırır, bu kez yine zik zak larla Karaköy'e kadar dönerler, bu dört beş saatlik gemi yolculuğu adeta bir müze seyri gibi gelirdi ona ve mutlu bir yorgunlukla hastanesindeki asistan koğuşuna dönerdi akşam olurken..
   Memleketten bir iki arkadaşı ve birlikte mezun oldukları samimi arkadaşı da eklendi sonraları ve bir küçük arkadaş grubu bile oldu artık.. o, uzmanlık için atanmayı beklerken askerlik çağrısı yakalarına yapışmış, bu arkadaşı önce askerliği yapıp bu yükümlülükten kurtulmayı yeğlemişti..kendisi ise yine tanıdığı o doktor akrabasının önerisi ve yardımı ile askerliği erteletmiş ve ihtisasa başlamıştı.. arkadaşı da yedeksubay olarak kura ile İstanbulu çekmiş ve Halkalı'dan sonra bir yerlerde bulunan birliğinde asteğmen olarak görevdeydi şimdi, ve Florya'da bir küçük bekar evi bile tutmuştu.. bazen hastanenin önünden geçen banliyö trenine binerek onun evine gidip arkadaş grubuyla birlikte akşamları ufak bir mütevazı bekar masası kurarak rakı balık ve şarkılar eşliğinde efkar atma seansları da düzenlemeye başlamışlardı..
   Yine de hem hastanedeki kalabalık asistan sayısı nedeniyle iyi yetişemeyeceği düşüncesine varması, hem de galiba bunlardan daha çok Ankara'daki evindeki rahat yaşam özlemi İstanbul'u bir türlü benimseyememesine sebep oluyordu.. yaradılışındaki çekingenlik mi diyelim artık, kolay çevre yapma beceriksizliği mi diyelim, ya da İstanbulun ona kalabalık ve zor gelmesi mi diyelim her ne ise burada pek mutlu olamamıştı işte.. oysa asistan arkadaşları ile çok neşeli ve yardımlaşma içinde günler geçiyor, hocalarıyla da bir sorun çıkmıyordu.. bu arada bir arkadaşından bir haber aldı.. Ankara'daki SSK Eğitim hastanesi Bevliye asistanı gelsin diye neredeyse Allah'a yalvarıyormuş..işler buradan daha çok, vaka istemediğin kadar fazla, ama asistan da sadece iki kişiymiş ve biri gelse diye gözleri yolda bekler haldeymişler.. isterse bir gidip onlarla konuşabilir ve hemen tayinini aldırabilirmiş oraya..artık bu haberi ona kim getirdi şu an hatırlamıyor bile, yine de bir Ankara gidişimde bir bakayım diye düşündü.. zaten fırsat buldukça, hiç olmazsa ayda bir kere olsun Ankara'ya giderdi nöbeti görevi olmadığı bir haftasonunda..
   Bu kez gittiğinde de bir mesai günü de klinikten izin alıp oraya uğramaya karar verdi..pek de aklı almıyordu bu işin olacağına ama..bakalım..ya nasip...

Yorumlar

  1. Ah baba ya, aklıma Jak Deleon'la yaptığımız boğaz gezileri geldi.. Ne şanslı bir öğrenciymişim.....

    YanıtlaSil
  2. İnsan anı yaşarken neleri kaçırdığını, fark etmediğini, göz ardı ettiğini bilse. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke