Doktor civanım-6

   Ankaraya gelip yeni bir hevesle Bevliye kliniğinde göreve başlaması bir iki gün içinde olmuş, bundan hem kendisi hem de orada olan ailesi çok mutlu olmuşlardı.. adeta talebelik günlerine geri dönmüş gibiydi.. ekmek elden su gölden vaziyetleri.. sabah işine daha canlı ve istekli gidecek, akşam evine daha hevesli dönecekti.. alışamadığı asistan lojmanı hayatı sona erecekti.. her şey daha güzel olacaktı, böyle umuyordu..
   Her şeyde bir pürüz olur, hiç bir şey dört başı mamur olmaz derler, bu doğruydu galiba.. buradaki iki asistan arkadaşıyla kısa zamanda anlaştı.. onlar da kendilerine taze kan, yeni bir yardımcı gelmesine çok sevinmişlerdi.. sadece iki asistan burada İstanbuldaki hastaneden bile yoğun işleri çevirmekte bunalmış durumdaydı.. hastaneleri asistanlar döndürür derler ki çok doğrudur.. yatan hastanın her türlü hazırlığı, ameliyat veya ne yapılacaksa planlanması, yatanların günlük takipleri, ameliyatlara girip duruma ve kıdeme göre insiyatif alma, ameliyat sonrası her türlü bakım ve takip, taburcu işlemleri, konsültasyonlar, yazı işleri,poliklinikler, istirahatler, heyet sevkleri daha neler neler.. bitmeyen bir çaba.. yorgunluk ve uykusuz geçen günler, geceler.. bütün bunlar normal karşılanıyor ve asistanlık hayatının ve oyunun gereği olarak görülüyordu.. klinikte belli bir düzen de tutturulmuştu.. iki tane şef muavini de son derece beyefendi insanlardı.. hele onun tayinini çıkaran ağabey dünya tatlısı bir insandı.. tüm hastanenin ve özellikle asistanların sevdiği tam bir ağabeydi diyelim kısaca.. ağzında birini söndürüp diğerini yaktığı sigarasıyla, tatlı sert bağırıp çağırarak işleri hızlandırmasıyla, arada çok yoruldukları ve üzüldükleri zamanlarda hadi çocuklar olur böyle şeyler boş verin diye onların gönlünü almasıyla..
   İşte her şeyin çok iyi gittiği görülen bu kliniğin tek derdi de klinik şefi olan bir adamdı.. bu adam kendini adeta bir kral gibi görüyor, ne derse onun doğru kabul edilmesini bekliyor, sabah vizitlerinde asık suratı ve sert konuşmalarıyla terör estiriyordu klinikte.. eski bir asker oluşu ve böyle yetişmiş olması bu tavrında çok etkiliydi kuşkusuz, ama bu adam hiç bir şeyi beğenmez, hiç bir şeyden mutlu olmaz, yüzü gülmez ,kendisiyle bile zaman zaman kavga eder bir haldeydi.. sırf egosunu tatmin için vizitlerde asistanları soru yağmuruna tutar ve sadece kendi kabul ettiği cevapları isterdi.. oysa bir çok konuda bilgisi artık eski ve çoktan değişmiş bilgilerdi.. ama o, anlaşılan pek de okumadığından ve her şeyi de sadece kendisinin bildiğine inancından, doğru cevap da verseniz kendi dediğinin doğru olduğunda ısrar eder ve onu söyletene kadar uğraşırdı.. bizim doğrucu doktor da ilk başlarda doğru bildiği şeyleri savundu bir süre, ama muavin ağabeylerinin kaş göz hareketlerinden sonunda anladı ki ne desen faydası yok, tamam hocam demese bile susmayı tercih etmeye başladı.. vizit bittikten sonra odalarında oturup bu konuları açınca da özellikle muavin abiler, boşverin çocuklar zaten onun adı Gülhane'de iken bile herşeyi bilen Jo idi derler hep birlikte güler geçerlerdi sonra da.. ama bizim doktorun kafası bunu bir türlü kabul etmiyordu.. doğru bildiğinizi her zaman savunun, yalnız kalsanız bile dememiş miydi büyükler.. şimdi başka bir durum vardı demek.. ''her doğru şey her yerde söylenmez'' di bu yeni özdeyiş.. hele güç elinde olanlara karşı siz haklısınız efendim denirdi.. bu nasıl bir işti yahu.. insanları iki yüzlü olmaya zorluyorlardı resmen.. tıp, askerlik değildir ki.. emir ver öyle olsun.. o zaman emir ver hasta iyileşsin.. emir ver ölsün.. ya da emir ver tetkik sonuçları istediğin gibi çıksın.. bu asker kökenli şef galiba öyle yetişmişti.. ya da bir karakter sapması vardı, ama kimse kralım sen çıplaksın diyemiyordu önüne geçip.. o zamanlar bazı klinikler, daha doğrusu çoğu klinikler işte böyle bağımsız dükalıklar gibiydi.. eğer dük veya kral iyiyse yani aklı başında ve akıllıysa işler iyi gider, yok delinin veya kendini beğenmişin biriyse hep beraber felakete sürüklenilirdi.. bu durumu düzeltmek neredeyse imkansız gibiydi.. ya bu deveyi güdeceksiniz  ya da bu diyardan gidecektiniz.. üçüncü bir seçenek yoktu.. bu güzelim klinik de böyle bir egoistin elinde bu zavallı durumdaydı.. herkes bu durumun farkındaydı ama elden pek de bir şey gelmiyordu..
   Ama neyse ki yine hakkını yemeyelim şef rutin işlere pek de karışmıyordu.. sabahları vizitte esip gürlüyor, sonra o çekip gidince her şey normal düzene giriyor, herkes yine bildiğini okuyor, yanlışlardan bu şekilde uzaklaşılıyordu.. en azından izah edilemeyen şeyin mizahı olur düsturunca, şef tabi o gittikten sonra alay konusu olur ve artık böyle kabul edilmiş bir deli muamelesi yapılırdı gıyabından.. o ne kadar menfi ise, Allahtan diğer iki muavin de melek gibi insanlardı.. tek kusurları vardı ikisi de acaip sigara tiryakisiydi.. zaten diğer iki asistan da her fırsatta sigaraya sarılıyordu.. bu durum klinikte stress katsayısının ne kadar yüksek olduğunun bir göstergesiydi adeta.. zaman geçtikçe bizim doktor da önce otlakçılığa, sonra da paket taşımaya başlayarak bu sigara tiryakileri kervanına ucundan da olsa katıldı.. ama bereket versin ne zaman sigarayı artırsa, ya dudağında dilinde aftlar çıkıyor boğazı ağrıyor yani vücut sigarayı kabul etmiyordu.. yine de uzun süreler sigarayla böyle dozu artıp azalan bir ilişkisi oldu..
   Asistanlığın vazgeçilmezlerinden neredeyse başta geleni klinik ve acil nöbetleriydi.. burada sayı az olduğu için en az haftada iki gün ve ayda da en az bir veya iki hafta sonu nöbet tutmalar başlamıştı.. bu yorucu nöbetleri de mesleğin kaçınılmaz bir gereği olarak kabul ediyordu hepsi ister istemez..
   Bu arada ailesinin yanında kalması ve zaten pek de keyfi harcamaları olmaması yüzünden olsa gerek maaşından para da biriktirmeye başlamıştı doktorumuz.. o zamanların bir rüyası olan bir otomobil sahibi olma hayali de ufuktan kendisini göstermeye başlamıştı.. ama şimdilik ne parası ne de ehliyeti vardı.. zaten bunlar olsa bile otomobil kullanacak zamanı yoktu ki yoğun asistanlık hayatı yüzünden...
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke