Doktor civanım-7

   Asistanlık maaşı zaten yetersizdi ama yine de SSK Genel Müdürlüğüne bağlı oldukları için başka devlet hastanelerinde asistanlık yapan arkadaşlarına göre şanslı durumdaydı.. onlar ayda 1200 lira maaş alırken bizim doktor 2300 lira maaş alıyor, hatta ara sıra nöbet parası ödemesi gibi, yılda iki kez ikramiye filan gibi beklenmedik anlarda gelen küçük ödemelerle gül gibi geçindiği gibi bir araba alacak para da birikmeye başlamıştı bile..
   Bu arada küçük erkek kardeşi sınava girip ehliyet bile almıştı 18 yaşını doldurur doldurmaz..bu da bir tetikleme yaptı ve bir otomobil almaya heveslendiler.. bunda o sıralarda hayatlarında oldukça etkili olmaya başlayan televizyon reklamlarının rolü de epeyce güçlüydü.. reklamlarda sık sık Anadol, Renault ve Tofaş otolarının görüntüsü ve hatta satışları artırmak için yapılan kampanyalar harekete geçmelerini hızlandırdı.. Renault arabalar o kadar kolay alınamıyordu, bir Renault 12 almak için en az bir yıl sıra beklemek gerekiyordu o zamanlar.. Anadol ise nedense pek tutulmamıştı.. bunda kaportasının kağıttan yapılmış olduğu, hatta kaportayı ineklerin yediği söylentileri de rol oynamıştı şüphesiz.. aslında gerçek öyle değildi tabi ki.. kaporta, demir yerine reçineli bir yapay maddeden yapılıyordu ve bir çarpışmada kırılan kısım kağıt gibi görünüyordu göze, ama tamiri kolaydı..  bir tamir maddesi ile kolayca fırça yardımıyla sürülerek ve sonra silinerek bir kaç saat içinde kuruyup sonra da boyayarak yepyeni oluyordu kırılan yer, ama söylentiler yüzünden sevilmemişti bu araç işte.. anlaşılan bizim milletimiz pek yeniliğe ve pratik uygulamalara açık değilmiş.. buna karşın bu Anadollar daha uzun ömürlü çıktılar zaman içinde, çünki sac olmadığı için paslanma sorunu da yoktu bu kaportaların..yine de pek tutulmadı bu Anadollar..
   Bizim doktor da daha kolay alınan ve üstelik taksit de yapan Murat 124 ü almaya karar verdi ve bir gün Ulus meydanındaki Tofaş bayiine gittiler kardeşiyle.. memur olduğunu da belgelendirince 20 bin liralık arabayı 10 bin lirası peşin kalanı da ayda yaklaşık bin lira olarak 36 ay senet doldurup imzalayarak toplam 40 bin liraya aldılar.. 3 yıl vade ile arabanın neredeyse peşin fiyatının iki misline mal olması, o zamanlar artık alışılmış hale gelen enflasyon ortamında normal geldi onlara.. zaten her şey böyle vadeli satılıyor ve satıcılar da alıcılar da bu durumdan memnun oluyorlardı.. Vehbi Koç işini biliyordu her zaman olduğu gibi.. zaten Anadol'u da onun ortağı olan Ford yapıyordu ülkede.. Renault ise devletin, daha doğrusu o zamanlar ve sonrasında da uzun yıllar devlet demek olan askeriyenin bir kuruluşu olan Ordu Yardımlaşma Kurumunun, Fransızlarla yaptığı OYAK-Renault isimli ortaklık tarafından üretiliyordu.. diğer ikisine göre daha sağlam ve güvenilir olduğu söyleniyordu bu araçların, ama dedik ya, hem alması zor, hem daha pahalı idi.. daha çok devlet kuruluşları ve o kadar zaman beklemeyi göze alabilen kişiler bir de öncelikli alma hakkı olan askerler daha doğrusu subaylar tarafından alınırlardı bu araçlar.. çoğu Renault arabasının arka camının konsolunda bir subay şapkası dururdu, sahibinin ayrıcalıklı  asker sınıfından biri olduğunu gösteren..
   Buna karşılık Murat 124 ler daha bir sevimli ve halk arabası idiler.. hatta o zamanların sevimli şişman aktörü Necdet Tosun bir reklam klibinde Murat 124 ün ön koltuğuna kurulmuş ve kalabalık ailesiyle birlikte bir pikniğe gidiyorlardı.. yani o bile rahat rahat sığıyordu bu aile arabasına..
   Kısa süre sonra bayi den arabayı almaya gittiler, ama arabanın sağ yan aynası ve diğer bir çok gerekli aksesuarının bile ekstradan satılmakta olduğunu şaşırarak gördüler ve bunlar için de ayrıca para ödediler ister istemez.. bir de cimri Vehbi Koç neredeyse arabanın benzin tankına ancak Ulustaki Atatürk heykelini geçecek kadar benzin koymuştu.. hemen en yakın benzinliğe gitmeleri gerekiyordu, yoksa iterek götürmeleri gerekebilirdi arabayı.. bu duruma düşenlerle ilgili çok komik hikayeler dinlemişlerdi gerçekten..
   Neyse, arabayı bir şekilde alıp gerekli belgeleri de çıkarıp evlerine gururla döndüklerinde akşam olmuştu.. aracı kardeşi kullanacaktı ehliyet alana kadar.. yarından tezi yok ehliyet için başvurması gerekiyordu.. ama bitmek bilmeyen nöbetler ve gecelere kadar süren hastane mesailerinden zaman bulabilirse.. yine de kardeşiyle Etimesgut ve Güvercinlik bölgelerine gider ve deneme sürüşleri yaparlardı  hafta sonlarında boş olduklarında.. tabi ailecek Ankara'nın civarında  şimdiye kadar gidemedikleri mesire ve piknik yapılabilen alanlarına fırsat buldukça gitmelerinin yolu açılmıştı artık..
   Tabi yine zaman buldukça.. bu süre içinde ancak haftasonlarında bir kaç saat direksiyon çalışabilmişti.. bereket ehliyet sınavında motor kısmını kolayca geçmiş ve direksiyon sınavı da birincide olmasa bile ikincide tamamlanmış, sonunda ehliyetini de Emniyet Sarayındaki trafik bölümünden asık suratlı ve sinirli polis memurların elinden zar zor alabilmişti..
   Asistanlık hayatı tüm zorluklarına rağmen arada bir neşeli olaylarla da devam ediyordu..geceleri hastane tamamen asistanların eline kalır. bir kaç uzman ağabey nöbetçi şef olarak, daha çok idari görev yapar, acil neredeyse tamamen asistanların sorumluluğunda olurdu.. bazı gece yarılarında aşağıda nöbet tutmaktan yorulan ve sıkılan arkadaşları, sanki yukarıdaki asistanlar horul horul uyuyorlarmış gibi yerli yersiz vaka var, konsültasyon var, diye telefonla aşağı çağırırlar koşa koşa gidilen acilde ise vaka falan yok seni özledik çay var içer misin diye kahkahalarla karşılanırlardı.. artık diyecek bir şey kalmaz, sabah beraber beklenirdi acilde.. zaten acillerde hiç bir zaman hasta gelmediği zaman olmazdı.. neredeyse uykusu kaçan bile acilde alırdı soluğu.. gündüz kalabalıktan muayene olamayacağını düşünen acilde tedavi olmaya kalkar, Ulustaki pavyon ve batakhanelerde sık sık çıkan kavgalar ve yaralanmalar polis eşliğinde acilde sonlanır, ertesi gün işe gitmek istemeyen dalgacı sigortalılar bir kaç gün rapor alabilmek umuduyla, hatta bazıları da doktor bey hiç bir şeyim yok sana doğruyu söyleyeyim bir kaç gün rapor istiyorum diye mertlik gösterisiyle baklayı ağzından peşin çıkarırdı..
   Yine böyle bir acil gecesinde bu kez Nöroloji asistanı konsültasyon için çağrılmış ve gelen genç ve güzel asistan hanım bizim doktorun ilgisini çok çekmişti...

Yorumlar

  1. Sevgili Zorakiblogger tüm yazdıklarınızı dikkatle ve keyifle okuyorum.İyi ki zorakiblogger olmuşsunuz belki de tüm bu yazdığınız kıymetli satırları bir kitapta biraraya getirirsiniz.Elinize yüreğinize kelimelerinize sağlık.Doktor civanım’ın devamını heyecanla bekliyorum.İyi ki varsınız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğeniniz ve teveccühünüz için müteşekkirim :) benim gibi amatör bir yazar heveslisi için çok değerli kelimeler bunlar.. Varolun, Sağolun...

      Sil
  2. Allaaaah, havada aşkla bitti bu bölüm! "Çay hikayeleri" başlıyor!!!! :) En sevdiğim bölüm tabii!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke