Masumiyet-11

   Darbe ve müdahalelerin her türlüsünü görmüş ve yaşamış olan Türk milleti 28 Şubat 1997 tarihinde bu defa da sonradan post modern darbe adını alacak olan bu yeni darbeyi idrak edecekti..bu defa askeriye doğrudan işe el koyup demokrasiyi iyice köreltmek istememiş olacak ki işi parlamentoya ve yargıya müdahale etmek yoluyla halletmeye karar vermişti..ama tabi her an darbe yapabilirim diye korkutmayı da ihmal etmeden.
   O tarihte toplanan Milli Güvenlik Kurulu -ki onun da ne kadar demokratik bir kurum olduğu çok tartışıldı,bu kurum iktidara ne yapması gerektiğini dayatan, yol gösteren, içinde askerlerin oldukça kalabalık oranda oldukları bir kurumdu- Başbakan Erbakan başkanlığında toplandı,ama toplantıya askerler hazırlıklı gelmişler, bu gidişatın ve istemedikleri durumun artık sonlandırılmasını istemişler, adeta Başbakanı sorguya çekmişler ve suçlamalarla terletmişler, sonunda da ona yapılmasını istedikleri her işi madde madde yazarak zorla da olsa imzalatmışlardı..Erbakan bu işi komisyonlarda soğutacağını ve yine eski tas eski hamam devam edeceğini düşünmüştü ama iş böyle gitmedi tabii..sonunda baskılara dayanamayan Erbakan istifa etti, yerine kurulan yeni koalisyon askerin istediği tedbirleri öyle veya böyle aldı ve uygulamaya geçti..hatta Başsavcı Vural Savaş Refah partisine metastaz yapmış ur ve kanla beslenen vampirler gibi hakaretlerle dolu bir iddianameyle kapatma davası açtı..Anayasa mahkemesi de sıklıkla yaptığı gibi hukuk ve adalet gibi kavramlara pek de önem vermeyerek partiyi kapattı..ama gariptir, milletvekillerinin vekillikleri düşürülmemiş ve hapis cezası da verilmemişti..hiç olmazsa bu da bir gelişmeydi elbet memleketimiz için.. artık darağacı devri geride kalmıştı hiç olmazsa..dua mı edelim, üzülelim mi yoksa sevinelim mi bilemiyordu vatandaş..tabii ilericiler ve ilerici medyasında bayram havası vardı..bu kadar geniş bir kesimi mağdur hissettirmenin nasıl bir sonuca yol açacağını kimse düşünmüyordu o zamanlar sanki..herkes ya ağlıyor ya da gülüyordu meşrebine göre..
   Erbakana o zamana kadar hiç oy vermemiş olan matematikçimiz ise çok üzgündü tabi ki..ortada bu kadar açık bir haksızlık ve hukuksuzluk varken, kendi yakınındaki kişilerin bile sevinç duymalarını anlayamıyordu.. nasıl oluyordu böyle bir şey.. kendilerini onların yerine koymuyorlar mıydı hiç.. mağdur olanlar da bir şekilde bu duruma sebep olanlar arasındaydı ama cezası bu mu olmalıydı.. biz ne zaman akıllanacaktık.. ne zaman imrendiğimiz batı ülkelerindeki gibi bir olgunluğa ve demokrasiye kavuşacaktık.. artık ümitsizliğe kapılmaya ve tarih öğretmeni Vasfi beye hak vermeye başlamıştı için için..
   Tabi bu darbenin yarattığı tsunami dalgası kısa zamanda okullarını da vurdu beklendiği üzere.. iki ilerici öğretmen artık gemi azıya almışlardı, birisinin yerel gazetede yazılar yazan devrimci kocası da gazetedeki köşesinde neredeyse adını da vererek okullarındaki başörtülü öğretmenin hala ne yüzle ve ne cesaretle orada kalabildiğini soruyor ve yetkilileri göreve çağırıyor, ayrıca tehdit yollu gözdağı veriyordu müdür ve yetkililere..
   Başörtülü öğretmen kendisine geldi bir gün ve devlet hastanesinde tanıdığı bir doktor varsa rapor almasında bir yardımı olup olmayacağını sordu..o da hemen tanıdığı bir doktoru aradı ondan da olumlu bir cevap gelmesi üzerine başörtülü öğretmeni ona gönderdi..
   Ama ertesi gün aldığı haberler şok ediciydi.. arkadaşı doktor ona 10 gün rapor vermiş o da sevinerek raporunu hemen müdüre getirmişti.. ama kocası gazeteci olan öğretmen bunu bir şekilde haber almış ve kocasının da yardımıyla devreye valilik ve hastane başhekimini de sokarak doktora verdiği raporu iptal ettirmişler, doktor önce direnmiş ve kadını kliniğe yatırayım bir kaç gün hiç olmazsa klinikte yatsın diyerek bir ara yol önermiş ama bu bile kabul edilmemiş ve öğretmen adeta istifaya zorlanmıştı.. başörtülü öğretmen baskıyla, ister istemez tehditlerle ve korkutularak istifa ettirilmiş ve herkes rahat bir nefes almıştı sonunda.. koskoca devlet çarkı bir büyük meseleyi daha halletmişti.. bunun gibi ne haksızlıkların ve linçlerin olduğu sonradan ortaya çıkacak ve bu da sonunda Erbakancıların partisine oy olacak dönecekti kuşkusuz.
   Gün kurtarılmıştı ya önemli olan oydu.. askerlerin homurtusu ve zinde güçlerin kıpırdanması başta Demirel olmak üzere Mesut Yılmazın ANAP partisi, Çillerin DYP si ve diğer korkak milletvekilleri sayesinde azaltılmış ve hafifletilmişti geçici olarak da olsa..gericilerin partileri de kapatıldığına göre artık bu mesele de halledilmiş demekti.. artık huzur ve kalkınma, demokrasi ve çağdaşlık günleri önümüzdeydi..
   Ne kadar çocukça düşünmüşüz o zamanlarda diyecekti çoğu insan sonradan.. demokrasimiz ve devletimiz gibi toplumumuz da daha rüşdünü isbat edememiş gençler gibi hatta onlardan bile geride durumdaydı o zamanlar.. anayasa yapmakla, kanun çıkarmakla ve bağırıp çağırmakla her şeyin yoluna girivereceğine nasıl da kolayca inanıyordu bu millet..
   Tabi bu yaralı demokrasi de, yaralı meclis ve mağdur halk da düştüğü yerden bir süre sonra kalkacak, önce üstünü başını temizleyecek, yarasını beresini iyileştirme yolunu arayacak, ondan sonra da tekrar başı döne döne, gözü karara karara da olsa yoluna devam etmeye çalışacaktı ister istemez..
   Devir post modern darbe devriydi artık ve herkes buna göre durumunu düşünüyor ve yolunu çizmeye çalışıyordu.. bizim matematikçimiz de ileride böyle bir devri de gördüğünü ve yaşadıklarını genç nesillere nasıl anlatacağını ve nasıl izah edeceğini düşünüyordu..
   Ama her şeyden önce geçindirmesi gereken bir ailesi ve yetiştirmesi gereken iki çocuğu vardı..bu haksızlıklar karşısında da ancak kalbiyle mücadele edebileceğinin bilincine vardı..çok sonraları acaba eksik bir şeyler yaptım mı, daha aktif olabilir miydim, diye düşündüğü zamanlar oldu ama her seferinde duruşunun dışında daha ileri mücadele edemeyeceğine, bunun için yeterli güce ama bundan da daha çok isteğe sahip olmadığını düşünecekti hep..böylece bu ayıplı günlerde kendisinin de çok ufak da olsa bir payı olduğunu düşünecek ve üzülecekti her zaman..
   Ama yakınında olan ve çevresinde gördüğü kişilerin böyle bir dertleri yoktu göründüğü kadarıyla..

Yorumlar

  1. "Darbeler evlâtlarını yer" diye bir söz var. MGK yasalardan kaynaklanan, kuruluş ilkeleri çerçevesinde dış politikaları denetleyen, ülkeyi dış ve iç tehditlerden korumak amacıyla hükümetlere tavsiye! lerde bulunan bir organdı. Her zaman düşünürüm, eğer siyasetin kontrolüne girmeseydi, 15 Temmuz yaşanır mıydı diye. Ülke dış ve iç siyasetinde askerin ağırlığını kimse inkâr edemez elbette. Onlar da yeri geldi dış güçlerin kontrolüne girdi. Eğitim seviyesinin yetersiz (okul sayısından bahsetmiyorum) olduğu bizim gibi ülkelerde demokrasi diktatörlüğe dönüşmekte. Tek kişiyi kontrol etmek yabanci güçler için daha kolay. Böyle bir yönetim sisteminde ülke çıkarlarını koruyacak, denetleyecek bir kurumdan mahrum olmak da huzursuz edici.

    YanıtlaSil
  2. Eskiden de Şura yı devlet, veya Encümen i Daniş ve benzerleri gibi danışma kurulları varmış..ama neticede hepsi tavsiyelerde bulunur, yaptırım gücü yoktur..zaten yaptırım gücü olsa demokrasiyle bağdaşmaz, halk oyunun üzerinde vesayet olur..ama bu kurulların fonksiyonu devirlere ve içindeki insanların temsil ettikleri kurumların gücüne ve etkinliğine göre değişiyor..şimdi de MGK var sanırım, ama kim sekreteridir kimler vardır çoğumuz bilmiyoruz bile..çünki ağırlığını ve önemini kaybetti..şimdi de bu yönetim biçimini yaşıyor ve deniyoruz..dördüncü kuvvet mi derlerdi basına, onun hali bile malum..tabi ki sürdürülebilir bir durum değil ama demokrasi içinde düzeltmek lazım her şeyi..yoksa daha çok sıkıntı ve acı çekeriz fikrimce..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke