Masumiyet-13

   Depremin şoku henüz atlatılamadan ve yaralar daha sarılamadan muhalefet durumundaki medya kışkırtan yayınlarına başlamıştı.. depremin dindarlara eziyet edenlere Allahın bir cezası olduğunu iddia eden şeyhler, 7.4 yetmedi mi diye manşet atan dinci basın, buna karşı çıkan ilerici kesim kısa zamanda yine birbirine giriverdi kolaylıkla.. depremin yaraları daha sarılmadan neredeyse üç ay geçmeden bu defa 12 kasımda Düzce de 7.1 lik deprem oldu burada da 700 den çok vatandaşımız hayatını kaybetti.. bu olayların Allahın bir cezası değil tabiat kanunları sonucu olduğunu ve gerekli önlemleri almayan yönetimlerin ve bu konuda bilinçli olmayan vatandaşımızın hatalı olduğunu hiç düşenemeyecek miydik.. her depremden sonra bilim adamları çıkar konuşur, yapılması gerekenleri tekrar tekrar anlatır, ama bizlerin özellikle de yönetenlerin bir kulağından girer öteki kulağından çıkardı söylenenler.. başörtülülerin üzerine tüm gücüyle giden askeri vesayetçiler nedense depremin üzerine gitmeyi kendi görevleri olarak kabul etmemişlerdi.. maalesef deprem altında kalan bir çok çürük kamu binası arasında Gölcük başta olmak üzere bir çok askeri bina ve kışla da vardı.. askerlerimizden de çok sayıda şehidimiz vardı.. milletimiz başta olmak üzere onlardan daha çok da yöneticilerimizin ders alması ve gerekeni yapması şarttı.. ama bir türlü nereden başlayacağımızı bilemiyorduk ve işin acı tarafı birbirimizi suçlamak dışında iyi yaptığımız hiç bir şey yoktu..
   Ama yine de bu deprem bir bakıma milat olmuştu.. neyin miladı denecek olursa devletin ne olduğunun düşünülmesinin başlanması miladı.. hamaset ve bağırıp çağırmakla polemikle ülke yönetmenin sonunun ne olacağını görüyorduk artık.. en azından bizim matematikçiye öyle geliyordu..
   Bu şartlar altında Ecevit'in artık ülkeyi yönetemeyeceği ve taze kana ihtiyaç olduğu, yeni nesil yöneticiler gerektiği, artık bu yaşlanmış, sağlığını ve enerjisini tüketmiş devlet adamlarıyla ülkenin bir yere varamayacağı kanaati güçlenmeye başlamıştı kamuoyunda..
   Demirel'in cumhurbaşkanlığı süresi 2000 yılı mayıs ayında doluyordu.. tekrar seçilmek isteyen Demirel tüm partilere göz kırpmaya başlamıştı adeta.. Ecevit'in de buna sıcak baktığı söyleniyordu ama sonuçta Fazilet partisi milletvekillerinin oyları kilit önemdeydi.. partilerinin her an kapanması korkusu içindeki Fazilet partililer bu kozu kullanmak istediler, ama kimse karşısındakine güvenemiyordu artık.. sonunda süre doldu ama anlaşma sağlanamadı.. meclis biraz da seçimi yapamazsa fesih olacağı için son anda Anayasa mahkemesi başkanı Ahmet Necdet Sezer'i Cumhurbaşkanı olarak seçti.. Sezer, sessiz ama hukuka uygun davranan dürüst kişiliğiyle tanınıyordu.. Ecevit'le de başlarda uyumlu çalıştı.. ama bir süre sonra ekonominin kötüye gitmesi, yolsuzlukların artmasıyla ilgili söylentiler, koalisyonda uyumsuzluklar gibi nedenlerle hükümetteki zafiyet artmaya devam ediyordu.. bu yıllar hafızalara kaybedilen yıllar olarak geçecekti..
   2001 yılında bu kez Fazilet partisi de irtica ve laikliğe aykırı olmak gerekçesiyle kapatıldı.. Milli görüş çizgisine siyasi hayatta yer verilmemek konusunda kararlıydı yüksek yargı anlaşılan.. o zamanlar Anayasa mahkemesi ve Cumhuriyet Başsavcılığı çok kolaylıkla ve hukuka uygun olup olmadığı tartışmalı gerekçelerle partileri kapatıveriyorlardı.. askeri vesayet ve buna eklenmiş yargı vesayeti devam ediyordu anlaşılan.. tabii Erbakan ve ekibi yeni bir parti daha kuruyorlardı hemen.. bu kez kurulan partinin adı Saadet partisiydi.. Erbakan'ın kafasında bunlardan sonra kurulacak partilerin de isimlerinin hazır olduğu söyleniyordu.. bu parti de kapatılırsa ondan sonra da Ahlak, İman ve Teslimiyet gibi isimlerin sırada olduğu söylenirdi.. ama bu parti içinde de yenilikçi bir grup Erbakana baş kaldırıyordu artık ve yeni bir siyaset çizgisi oluşuyordu yavaş yavaş..
   Buna karşılık Ecevit ve partisi gittikçe gerileyen ve yaşlanan bir görünüme bürünmüştü.. koalisyon çatırdıyor, ekonomi gittikçe geriliyordu.. Ecevit sağlık sorunları nedeniyle hastaneye yatırılıyor ama burada kendisine komplo kurulduğunu ve artık görev yapamaz raporu alınarak iktidardan uzaklaştırılmak istendiğini hissederek hastaneden adeta kaçarcasına çıkıyordu yılların karaoğlanı.. ülke olarak ağlanacak halimize adeta gülüyorduk..
   Sonunda bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ipler koptu.. ne sebeple başladığı hala tam olarak anlaşılamayan bir tartışma sonucu cumhurbaşkanı, başbakanın önüne anayasa kitapçığını fırlatacak ülke yeni bir krizin içine düşecekti.. Ecevit'in ağlamaklı bir şekilde televizyonların karşısına geçerek cumhurbaşkanı Sezer'i şikayet etmesi hafızalara kazınacaktı.. 19 şubat 2001 deki bu olay sonrası ülke tarihi kaoslarından birisine daha sürüklenecek, 19 banka batacak, ülke yarı yarıya küçülecekti.. döviz ve faizler fırlayacak, fatura her zamanki gibi halka kesilecekti..
   Faturayı ödeyenler arasında kuşkusuz matematikçimiz de vardı.. maaşların erimesi. alım gücünün düşmesi gibi fakirlik belirtilerinden çok ahlaki yozlaşma, herkesin yaşam derdine düşmesi, toplumsal sıkıntı ve öfkenin gittikçe artması.. halkın bir çıkış yolu araması.. çalkantılı yıllar...

Yorumlar

  1. Ecevit'in hangi kafayla Sezer'i halka şikayet etme fikrine kapıldığını bugün bile anlamış değilim. Bir başbakan hangi duygu ve düşünce ile yapar bunu? Halkın desteğini alıp kendileri tarafından önerilen Sezer'i cumhurbaşkanlığından alaşağı mı edeceklerini düşündü garibim?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ecevit rahmetli her zaman duygulu ve nazik bir insandı.. öyle bir hesap içinde olduğunu sanmıyorum.. yüreği ve duygularıyla hareket ederdi.. Sezer'den ummadığı bir sertlik görünce, yaşının da etkisiyle olacak, basın karşısında böyle bir demeç verdi..o demeç de hazırlanmış bir şey değildi bence.. çok iyi hatırlıyorum o sahneyi hâlâ.. Ecevit şair ruhlu bir insandı, kimseyi bilerek ve isteyerek üzüp kırdığını sanmıyorum.. sanırım halk da onun bu tarafını hep sevdi.. bizim halkımız da duygusaldır, o yönünü kendisine yakın buldu galiba..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke