Masumiyet-14

   Memleket çorba gibi kaynıyor ve adeta fokurduyordu..siyasi partiler de birbirine girmişti.. askeri vesayet zaten politikada şartları ve eşit yarışmayı bozmuştu.. insanlar çıkış yolu arıyor, adeta arenadaki kızgın boğalar gibi kime saldıracağını bilmiyordu..
   Bizim kahramanımız da aynı tabloyu öğretmenler odasında görüyordu.. herkes birbirine yan gözle bakıyordu sanki.. böyle ortamlarda zaten tarafsız kalmak olanaksızdır, bizim matematikçi de konuşmalarıyla ve tavrıyla mağdur görünen kesimin yanında olduğunu gösteriyordu artık.. öğretmenlerin çoğunluğu ilerici veya onlara yakın görünüyordu.. artık bu ilericilik nasıl bir ilericilikse.. büyük çoğunluğun esen rüzgara göre yön ve rota aldığını biliyordu tabii ama yine de bu duruma kızıyor ve içerliyordu.. belki de bu kızgınlıktan olsa gerek söylem ve yorumlarında dindar kesimi ya da onların hakkını savunan kesimi destekliyordu.. gerçi aslına bakarsanız o kesimle hiç bir bağı hatta yakınlığı bile yoktu ama sırf diğerlerini kızdırmak ve yanlışlarını yüzlerine vurmak için yapıyordu bunları.. başka bir dönemde roller farklı olsa tam tersini bile savunabilirdi kesinlikle.. onun derdi azınlıkta kalan haklı tarafın hakkını savunmaktı sadece.. şunu da belirtelim o cenahın yaptığı hatalı çıkışları ve yanlış gördüğü yönlerini de eleştirmekten çekinmiyordu açık olarak.. ama bu hali kendisine anlaşılamayan ve tuhaf adam denilmesine yol açacaktı zamanla.. yani tam bir ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamama hali.. galiba gittikçe masumiyetini kaybetmekte olan toplumda azınlıkta kalanlardan oluyordu o da yavaş yavaş.. o zamanlarda gittikçe popüler olan Sezen Aksu'nun da bir şarkısında söylediği gibi, masum değiliz hiç birimiz, durumuna evriliyordu toplum artık..
   Öğretmenler odasına alınan gazeteler ve bunları okuyanlar bile kamplaşmıştı artık.. ilerici öğretmenler Cumhuriyet gazetesini ellerinden bırakmıyor, arada da diğer gazetelere şöyle bir göz atıyorlardı.. odaya nedense öteki cenahı destekleyen gazeteler alınmıyordu.. öğretmenlerden toplanan paralarla alınan bu birkaç gazete içinde hiç diğer tarafı destekleyen veya tarafsız görünen bir gazetenin olmaması kimsenin tuhafına gitmiyordu.. hoş artık tarafsız ve sadece gazetecilik yapan bir gazete de kalmamıştı ya.. bizim hoca bu durumda ne yaptı dersiniz, arada kendi parasıyla karşı görüşleri de savunan gazeteleri alıp okuduktan sonra diğer arkadaşları da okusun diye gazetelerin arasına koymaya başladı.. tabi bu durum özellikle ''devrimci'' arkadaşlarının hoşuna gitmedi ve homurdanarak veya başka şekillerde kızgınlıklarını belli etmeye başladılar.. artık durum o hale gelmişti ki bırakın karşılıklı oturarak ve fikir alışverişi yaparak, kendi tezlerini izah ederek, karşı tarafla diyalog kurmayı, birbirlerini dinlemeye bile tahammülleri kalmamıştı artık.. bu öğretmenler nasıl bir öğrenci ve nasıl bir nesil yetiştireceklerini düşünüyorlardı acaba.. bu kafalar sadece militan ve fedai zihniyetli insanlar yetiştirebilirlerdi ancak.. bunu ilk düşünmeleri gereken insanlar öğretmenler olmalıydı, ama ne kadar acıdır ki herkesin gözü kararmıştı artık, ve sadece duygularıyla ve nefretleriyle hareket eden insanlar olmuştu hepsi.. böyle mi demokrasi gelecekti ülkeye.. böyle mi hoşgörü ve anlayış gelişecekti toplumda..
   Eskiden yani cumhuriyetten önce eğitime devlet bu kadar önem vermemişti.. insanlar daha cahil ve dünyadan daha habersizdiler ama en azından aile terbiyesi dediğimiz bir durum vardı ve bu, nesilden nesile aktarılan bazı davranış ve alışkanlıklardı aslında.. toplum dünyaya açıldıkça ve iletişim geliştikçe iyi ve yararlı olan bilgi ve davranışlar yanında nedense bunlardan daha çok da kötü ve zararlı olanlar yayılıyordu.. neyin iyi ve doğru olduğunu anlatması ve öğretmesi, yani insanları eğitmesi gereken eğitim camiası ise bu haldeydi ne yazık ki.. bunlar nasıl bir nesil yetiştireceklerdi acaba.. Atatürk'ün ''muallimler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır'' sözü sanki bu günler için söylenmişti.. ama neredeyse her okulun bahçesini ve ayrıca içinde güzel bir yeri onun büstüne ve sözlerine ayıran okullarımız ve öğretmenleri hatta milli eğitimin tamamı bu sözleri ve hedefi unutmuş gibiydiler.. çünki herkes kendi görüşünün haklı olduğuna o kadar inanıyordu ki kendisi gibi düşünmeyen kişilerin orada yaşamasına bile tahammül edemiyordu..
   Bu arada tarikatler ve Osmanlıdaki inanç ve dini hayat üzerine ne bulduysa okuyan öğretmenimiz o zamanlarla bugün yaşananlar arasında bazen o kadar benzerlikler buluyordu ki şaşkınlıktan kendisini alamıyordu.. mesela hemen hemen tüm tarikatler siyasetin tam içindeydiler.. zaten tersi olmasına olanak da yoktu ona göre, çünki idare sınıfı halkı yönetebilmek için o zamanların kanaat önderleri olan tarikat şeyhlerini yanlarına almak zorundaydılar.. Osmanlının tarihi neredeyse dini grupların isyanları ve katliamlarla doluydu.. padişahlar, şeyhülislamlar aracılığıyla dini yanlarına ve emirlerine alsalar, hatta halifelik kurumunu bile üzerlerine alsalar bile bu tarikatlere hiç bir zaman tam olarak hakim olamamışlardı.. Atatürk, ileri görüşüyle laiklik ilkesini getirmiş ama bu sefer de bu ilke çok sert olarak uygulanmış, tekke ve zaviyeler Mevlevilik ve Bektaşilik dışında yasaklanmış hatta onlar da adeta birer müze haline getirilmiş olmasına rağmen tüm tarikatler yer altına çekilerek hayatlarını gizli de olsa sürdürmüşlerdi.. çok partili hayata ve demokrasiye geçişle birlikte tüm tarikatler de tekrardan uyanmış ve siyasi aktör haline gelmişlerdi.. bu olgu aslında çok normaldi ona göre.. çünki Sovyetler çöküp Rusya devleti komünizmi bırakınca tüm Ortodoks kilisesi ve ruhban sınıfı hemen ortaya çıkmış ve sanki 70 yıllık uykularından zinde bir şekilde uyanmış ve toplumdaki etkin ve saygın yerini alıvermişti.. Türkiye'de de bunun böyle olması son derece normaldi ona göre.. ama gel de bunu arkadaşlarına anlat.. gözler kör, kulaklar sağırdı.. biraz daha sıkışırlarsa dinci gerici yaftası hazırdı.. bu şartlarda kiminle ne konuşacaksın..bugün sen karşındakini susturur ve konuşturmazsan yarın da o grup gücü eline geçirince sana aynı şeyi yapacaktı.. bu hakikat niçin görülmüyordu.. niçin fanatizm her şeyin üstüne çıkıyordu..
   Niçin...

Yorumlar

  1. "Vesayet" sözcüğü bir kısım siyasetçilerin can simidi olagelmiştir. Anlattığınız dönemleri çok iyi biliyorum. Vesayet her zaman olmuştur ve olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Siyaset yapmak ülkemizde hiçbir zaman doğru dürüst anlaşılmamış, her iktidar kendi yandaşlarına gebe kalmış, ülke kaynaklarını heba etmiştir. Bu sebeple demokrasiye aykırı olsa bile bozuk demokrasimize ayar verecek bazı kurumlara ihtiyaç vardır. Bu vesayet kurumlarının dil, din ve ırk farkı gözetmeden Atatürk devrimleri ve ilkelerine uygun olarak siyaseti kontrol altında tutmaları, ulusun çıkarlarını gözetmelerinde fayda görüyorum. Yoksa yakın dönemde yaşadıklarımız gibi süper güçlerin çıkarlarına hizmet eden, ülke kaynaklarını betona harcayan, üretimi bırakıp samanı dahi ithal eden, devletin sahip olduğu kuruluşları yok pahasına elden çıkaran, adaletin olmadığı bir ülkeye sahip oluruz. Demokrasi eğitimli bir toplumda başarı şansı olan bir yönetim şeklidir. Bizim gibi gelişmemiş toplumlarda sadece kendimizi "demokrat" olmakla avuturuz. Bu düşüncelerim eleştiriye açık olup, hiçbir kurum ve kuruluşa bağlı olmadığımın altını çizeyim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vesayet gereklidir demeyelim de denetim gereklidir diyelim.. Denetim, demokrasi ile idare edilsin ya da demokrasi yolunda olan bizim gibi ülkeler olsun vazgeçilmez bir kurumdur.. hatta demokratik olmayan yönetimlerde bile denetleme olmazsa kısa zamanda keyfileşen idare kolayca yıkılıp gider.. tarih bunun örnekleriyle dolu zaten, nerede keyfilik, zulüm, hırsızlık yolsuzluk yani kısacası kötü yönetim varsa kısa zamanda bu ülkeler yıkılıp tarihten silinmiştir.. bizim gibi demokrasi yolunda düşe kalka ilerleyen ülkelerde denetim yani kısaca buna yargı diyelim, olmazsa ve yönetimin emrine girerse kısa zamanda bozulmalar, yolsuzluklar, haksızlıklar vs. başlar ve hele bu sürat çağında beklenenden daha hızlı çöküşe gider.. ama hukukun egemen olduğu, tarafsız ve adil bir yargı dışında ayrıca bir vesayet bizim gibi ülkelerde gerekli diyorsanız ben buna katılmıyorum doğrusu.. Cumhuriyetin kurucularına ve onların değerlerine saygımız sonsuz, fakat gelişen dünya ve evrensel hukuktan da uzak durmamamız lazım..boş yere söylenmemiş adalet mülkün temelidir diye..adil bir hukuk sistemi ve yargı, Anayasa mahkemesi ve AİHM gibi uluslararası denetim mekanizmaları ve tabi bu yargıya güven ve itaat, bütün bunların yanında özgür bir basın ve medya, demokrasinin ilerlemesi için yeterlidir..bunun dışında kendiliğinden oluşan ve güce dayanan gizli veya açık odakların vesayeti altına girersek demokrasinin gelişmesini daha çok uzun zaman bekleriz..biz de en az 150 yıldır demokrasi yolunda ilerlemeye çalışan bir ülkeyiz.. kazanımlarımızı küçük görmeyelim, bunları geliştirmeye çalışalım.. yasa dışı veya kerameti kendinden menkul odakların vesayetini reddedip çağdaş ve ileri ülkeler gibi modern kurumları geliştirip çalıştırmaya gayret edelim diyorum...

      Sil
    2. Teşekkür ederim. Özellikle eğitimsiz toplumlarda vesayet her zaman olmuştur. Elbette sizin yazdıklarınız ideal bir yönetim tarzı. Fakat gerçekte bu yazdıklarınızı hangi dönemde gördük ki. Diğer taraftan bildiğiniz gibi yargının yönetimde gücü eline geçirdiği, yani vesayeti siyasetin elinden devir aldığı yönetim (jüristokrasi) dönemleri de olmuştur zaman zaman. Demokrasi gelmiş geçmiş en iyi yönetim şekli diyoruz. Eğitim seviyesi yüksek toplumlarda evet. Fakat cahil toplumlarda diktatörlükten pek bir farkı kalmıyor ne yazık ki. Hatta öyle ki yaşadığımız son tecrübelerden sonra ülkenin bağımsızlığı bile bu yüzden riske sokuluyor. Tekrar söylüyorum, ne askeri ne de başka bir vesayet olsun isterim. En güzeli güçler ayrılığı. Yasama-yürütme ve yargının bağımsız olarak kendi alanında çalıştığı bir sistem. Eşit ve adil koşullarda yapılacak seçimlerde ve halkın kararıyla siyasilerin yönetime gelmesi ve yönetimden uzaklaştırılması. Her zaman düşünürüm, bu halk kendini yönetecek kişiyi hangi kriterlere göre belirler? Kazanımlar konusunda sizin kadar iyimser bakmıyorum maalesef. Kayıplarımız sanki daha fazla geliyor gözüme. Eskiden bağımsız bir ülkeydik o güç koşullarda. Şimdi neyimiz var neyimiz yok sattık, üretimi bırakıp dışarıya bağımlı hale geldik. Aslında siyaset yapmıyorum. Diyeceğim a veya b partisi, hepsi aynı, zerre farkı yok birbirinden.

      Sil
    3. Evet mesele a veya b partisini tercih meselesi değil bence de.. toplumun iyiyi, doğruyu ve güzeli tercih meselesi.. bu toplumun bunları ayırd edebildiğine inanıyorum ben yine de.. tabi ki duygusal ve öfkeyle ani kararlar verebiliyoruz ama hangi toplum böyle değil ki.. toplumumuz oldukça aklıselim sahibi bence her şeye rağmen.. ben ümidimi koruyorum.. bu uzun bir yol, hiçbir toplum bu yolu koşarak geçmemiş.. düşe kalka gideceğiz işte..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke