Ahşap konak-4



   Evin yeni gelini hem bu ailenin hem de kendi ailesinin gözlerinin kendi üzerinde olduğunu hissediyor muydu bilinmez, ama her iki aileye de ilk torunlarını vereceğinin bilincindeydi kuşkusuz.. acaba ülke ne durumdaydı o zamanlarda.. bunu ancak tarih kitaplarından ve arşivlerden, bir de o zamanlara ait gazete, mecmua ve romanlardan öğrenebiliyoruz.. gerçi hem kıymetli evlat ve gelin olması -çünki hem kendisi ailesinin tek kız evladıydı, hem de kocası kendi ailesinin tek erkek evladıydı- hem de artık hamileliğinin oldukça ilerlemiş olması nedeniyle, ayrıca da o zamanlar ülkeden ve dünyadan haber almanın ancak şehire bir gün geç gelen gazete -ki o da ancak ülkeyi yöneten tek partinin gazetesi- ve cızırtılı sesi ile sabah ve akşam ajansını muhterem samiine bildiren uzun dalgadan yayın yapan Ankara radyosu dışında ancak dedikodu ve fısıltı gazetesinden öğrenebildikleri kadarıyla, memleket ahvali hakkında bildikleri çok azdı, bütün bunlara bakarak diyebiliriz ki memleket ahvali hakkında genç anne adayımız pek de malumat sahibi değildi doğrusu..


   Şimdi o günlerden yetmiş sene sonra, acaba biz ne kadar malumat sahibiyiz memleket ve dünya ahvalinden diye düşündü burada bu satırların yazarı da.. artık üzerimize sağanak gibi bilgi ve haber yağıyor neredeyse.. radyo günleri çoktan bitti, televizyon günleri de bitmek üzere.. herkes işine gelen haber ve bilginin daha doğrusu eğlence verecek şeylerin peşinde.. ama bunların ne kadarı doğru ve gerçek bilebiliyor muyuz.. ve asıl önemlisi biz bu yağmurdan ne kadarını alabiliyoruz kafamızı içine.. çoğu, artık izole edilmiş mekan ve yüzeylerden aktığı gibi bir sel olarak akıp gidiyor mu bu yağan bilgilerin.. o zamanları yani çocukluğumu ve ondan bir nesil öncesinin yaşadığı zamanları merak ediyorum, bu amaçla bir çok kitap ve anı, roman, biyografi kitabı da aldım, ama okudukça görüyorum ki aynı olayı bile Ahmet başka anlamış ve anlatmış, Mehmet başka, öteki bambaşka.. o zamanın mağdurları mazlumları anlattıklarıyla kendilerini temize çıkarmaya çalışırken belki de, kazananları ve mağrurları bambaşka anlatmışlar olayları.. hatta bazı eserler korkudan yazılamamış bile, yazılabilenlerin bir kısmı basılamamış, basılabilenlerin çoğuna polisler tarafından el konularak  toplatılmış, böyle sakıncalı eserlerin yazarları ve sorumluluk alarak basanları hapislerde çürütülmüş, memleket onlara dar edilmiş, ama bunların tersine övgü ve yalakalık amaçlı yazılmış eserler(!) bol bol basılıp dağıtılmış, ahalinin hafızasında olayların bu şekilde yer etmesine çalışılmış.. bu acı olaylar sadece bizim memleketimizin adeti de değil, her yerde az çok olmuş bu olaylar, ama galiba bizde biraz çok olmuş !...


   Ahşap konağın 1930'lardaki durumunda kalmıştık.. miras paylaşılmış, harem tarafı o tarihlerde evli ve bir erkek evladı olan kız kardeşe kalmış, onlar da eşinin görevi nedeniyle memleketi terk edip İstanbul'a gitmişlerdi.. kız kardeş bir müddet sonra önce eşi sonra kendisi vefat etmiş olduğu için artık üniversite çağına gelmiş olan erkek evlat, biraz da iyi bir edebiyat öğrenimi görmek amacıyla olsa gerek, o zamanların gözde edebiyat ve kültür başkenti olan Paris'e gitmek sevdasıyla ve bu amaç için gerekli parayı oluşturmak için, memlekete gelip anadan babadan kalan ne varsa haraç mezat satmış, anneden kalan ahşap konağın diğer yarısını da satışa çıkarmış,ama bu tarafı o sırada işleri bozulmakta olan erkek evlat alamamış, neticede koca ahşap konağın haremlik tarafı bir daha geri gelmemek üzere başka ellere gitmişti.. bu tarafı satın alan kişi ise, adliyede uzun yıllar katip olarak çalışmış ve sonra da o zaman avukat azlığından olsa gerek, belli süreler adliyede görev yapmış ama avukat diploması olmayan insanlara noterlik ve dava takip etme -yani bir şekilde avukatların yapabileceği işleri yapabilme- yetkisini alma hakkından faydalanarak dava vekili olan sessiz ve efendi bir insandı.. pek etliye sütlüye karışmayan bu kişi ve ailesi uzun yıllar bu ahşap konağın bu kısmını şenlendireceklerdi.. tabi komşuluk adabı ve haklarına her iki taraf da riayet edecek, bir sürtüşme olmadan yıllar geçecekti ama, o tarafın niçin alınamadığı, konağın niçin böyle bölünmüş ve mahzun kaldığı hiç bir zaman unutulmayacak, aile sohbetlerinde konu bu yönlere kayınca herkesi derin bir hüzün ve sessizlik kaplayacak, bu havadan artık evi şenlendirmiş olan kıymetli torun bile çocuk ruhuyla hissederek de olsa haberdar olacaktı.. bayram günlerinde aile büyüklerinden oldukları kabul edilerek elleri öpmeye gidilen bu yaşlı komşular da sanki o evi alıp komşularını üzdüklerini hisseder gibiydiler.. işte o zamanlar böyle bir nezaket ve hassasiyet vardı insanlar arasında ve bunu küçücük çocuklar bile hissedebilirdi.. çocuk deyip geçmeyin...

Yorumlar

  1. Evet çocuklar sözel iletişimden çok bedensel iletişimi okudukları için çok daha hızlı bile anlayabiliyorlar olan biteni.
    Bu arada malumat sahibi olma konusu... zor konu.

    YanıtlaSil
  2. Fazla malumat sahibi olmak da zor :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke