Ahşap konak-5

 

   Artık 1950 senesinin mayıs ayına geliyoruz.. yeni gelinimiz artık yavaş yavaş ağırlaşan karnı ve içinde gittikçe büyüttüğü evladıyla, evin yani artık selamlık haremlik şekli kalmamış, sadece artık ev olan evin odalarında dolaşıyordu.. memleket o sıralar ikinci defa çift parti ile daha doğrusu devletin partisinin dışında başka partilerin katıldığı gerçek bir seçime gidiyordu.. aslında iddialı olan iki parti vardı, birisi tabi ki devleti kurmuş ve bugüne kadar yönetmiş olan Cumhuriyet Halk Partisi, öteki de ondan ayrılmış kişilerin kurduğu ve dört yıl önceki seçimlerde hezimete uğra(tıl)mış Demokrat Parti.. bir de Millet Partisi vardı seçimlere katılan, ama halk asıl savaşın ilk iki parti arasında geçeceğinin bilincindeydi.. Hamile olan gelin dahil tüm aile üyeleri 14 Mayıs 1950 de yapılan bu tek dereceli seçimde oylarını vermeye gittiler tabii ama hiç kimse bu seçimlerin ülke tarihinde ne kadar önemli sonuçlar doğuracağını bilmiyordu henüz.. en azından bizim konak sakinleri diyelim.. bu seçimler öyle büyük bir sarsıntı yarattı ki ülkede, artık bundan sonra siyaset ve memleket hiç bir zaman rahat ve huzur yüzü görmedi diyebiliriz.. Hem gelin hanımın ailesinin hem de bu konak sakinlerinin bu seçimde bir yenilik ve daha iyi bir memleket ümidiyle demokrat partiye oy verdiklerini belirtelim..


   Aslında aile ve tüm akrabalar, memleketin ileri gelenlerinden oldukları, hatta içlerinde bir büyüklerinin de Atatürk zamanında, hem de ilk mecliste meclis başkanvekilliği yapacak kadar siyasette ilerlemiş olanlarından biri olduğuna da bakarsak, adeta kökten CHP liydiler.. zaten başka bir parti de yoktu ki aslında.. ya CHP yi desteklerdiniz ya da hiç, o zamanlarda.. ama ailenin bu kolu, özellikle de başına buyruk ve deli fişek yetişmiş erkek evladının hür teşebbüsçü zihniyette olmasından olsa gerek (bu hür teşebbüsçü  dede konusu daha sonra anlatılmaya çalışılacaktır) bir türlü yönetici sınıfla geçinememiş hatta o zamanların meşhur muhalifi Osman Bölükbaşı'nın memleketteki en büyük maddi ve manevi destekçisi olarak kanaatini de açıkça etmiş olmasından olsa gerek, ayrıca da bu kez yapılan ve neredeyse tarihimizdeki ilk serbest seçimlerde oylarını biraz da cezalandırma arzusuyla kullanma isteğinden olsa gerek -ki bizim memlekette insanların oldukça büyük kısmı oylarını genellikle cezalandırma için kullanmışlardır her zaman- Demokrat Partiye oy vermişlerdi.. aslında iki parti de aynı kumaştandı.. bunu zaman gösterecekti tabii...


   Artık bundan sonra ahşap konağın bu güney tarafını yani eskiden harem tarafı olmuş sonra da miras paylaşımı sonucu bu aileye kalmış tarafını anlatacağız.. bu tarafın o zaman gözlere kocaman görünen bahçesinde, bir tavuk kümesi, bir ördek ve kaz kümesi, kocaman bir dut ağacı ve hayvanların su içtiği taştan oyulmuş bir oluğu da olan çeşmesi ve büyük bir taşlığı vardı.. bahçenin etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi.. bahçenin batı tarafı boydan boya yandaki Doğum evi ve kadın hastalıkları yani o zamanlarki adıyla Nisaiye hastanesi'nin bahçesi ile komşuydu.. evin ilk torunu da bu doğum evinde dünya açmıştı gözlerini.. küçük yaşlarındayken kendisine kocaman gelen bahçelerinde oynarken bu doğumevinin üst katındaki onların evi tarafına bakan ameliyathanesinden veya doğum odasından bazen kulak tırmalayan feryatlar ve haykırışlar duyar, bunlara pek bir anlam veremez, sonra da aniden kesilen bu çığlıkların arkasından o da mutlu çocuk dünyasına döner bahçede oynamaya devam ederdi.. bazı gecelerde ise sabaha kadar o ameliyathanenin ışıkları ve şimdi bile gözünün önüne gelen, sonraları türk filmlerinde görünce ne olduğunu anladığı yuvarlak ve üzerinde çok sayıda ışığı yanan ameliyat lambaları yanar, bazen de doğumhaneden inatçı ve bir türlü dinmeyen feryat sesleri uzaktan duyulur, o zaman anne ve babasının da bu seslerden huzursuzlandıklarını ve Allah yardımcıları olsun diyerek dua ettiklerini görür ve ortada bazı tatsız olayların seyrettiğini hissederdi.. bazen de yine bahçelerinde oynarken, doğumevi tarafındaki duvarların arkasında bir sıra dizilmiş akasya ağaçlarından bahar aylarında gelen o taze akasya çiçeği kokularını koklar, ağaçların üzerindeki sayısız serçe ve doğumevinin çatısındaki sayısız güvercinleri seyrederek hayallere dalardı.. ani bir sesle ürken ve hep birlikte çatıdan havalanan güvercinler bir ordu gibi üzerine gölgelerini bırakarak ve kanat seslerini işittirerek onların bahçesinin üstünden geçerler, bir yerlere giderler, ama çok geçmeden de birer ikişer tekrar doğumevinin çatısına dönerlerdi.. hastalarını veya doğum yapan yakınlarını ziyarete gelen bir çok insanın bu kuşlara yetecek de artacak kadar ekmek, simit, öteberi getirdiği, bu kuşların semizliğinden ve keyifli keyifli gugulamalarından anlaşılıyordu.. bahçenin güney tarafındaki duvarın bir kısmı babaannelerin kardeş olduğu, ayrıca da baba tarafından da yakın akrabaları olan bir ailenin yine tabi ki bahçeli ve ahşap olan evine bakıyordu.. bu tarafa bakan kısımda ayrıca iki oda bir giriş olarak yapılmış tek kat bir evcik de vardı.. bu evin bir odası babanın kitap sevgisi sonucu küçük bir kütüphaneye dönüşmüş kitaplarının dolapları doldurduğu odaydı, ötekisi de sonbaharda bağlardan gelen elmalar, armutlar ve diğer kışlık erzakın saklandığı bir nevi kiler görevi gören odaydı.. kokusu uzaklardan bile duyulan o kışlık Amasya elmaları, Malatya armutları, ve adını cinsini şu an bilemediği birbirinden farklı cins ve şekillerde elmalar ve armutlar, üvez hevenkleri, kışa ayrılmış ve duvarlara asılmış kavunlar, her cinsten kışa dayanan üzüm hevenkleri ve daha neler neler bu meyve odasını doldururdu.. o zamanlar manav ya yoktu şehirde ya da çok azdı.. zaten herkesin kendi meyva veya kışlık erzakı önceden hazırlanmış olduğu için pek manavdan alınacak bir şey de yoktu denebilir.. ancak portakal, limon veya o coğrafyada yetişmeyen  bir kaç çeşit kışlık sebze dışarıdan alınırdı.. aslında onlar da manavlardan değil de daha çok haftalık olarak kurulan pazarlardan alınırdı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke