İşte böyle-7




   -Hey! Ne yapıyorsun öyle .. yine kabuğuna çekilmişsin.. kendi ördüğün duvarlar içinde kendi hapishanene girmişsin sanki.. kimden, neden kaçıyorsun.. bu inzivadan çık dışarıya da biraz etrafına bak.. seyreyle alemi...

   -Nesîmî miyim ben, melâmet hırkasını giyip çıkayım.. kolay mı o kadar, gökyüzüne çıkıp yer yüzüne inmek, seyreylemek.. sözde kolay gelir insana bu işler.. içime çekilip önce kendimi tanımalıyım önce,sonra dışarı bakayım.. acaba ben daha ne yapmakta olduğumun bilincinde miyim.. bu akıntı içinde nereye sürüklendiğimi biliyor muyum bakalım.. bu kadar çabadan sonra, ancak şimdiye kadar ben ne yaptım dönemindeyim belki.. o da eh işte, tartışılır...

   -O da bir şeydir hani..önce kişi ne yaptığının bilincine varırsa ancak ondan sonra ne yapacağına karar verebilir.. belki.. sen yine hele bir davran, gerisi gelir.. boş boş oturup, anası ölmüş tay gibi yatmaya gelmedik biz bu dünyaya...

   -Yine başladın.. bu dünyaya niye geldik, ne yapmamız lazım.. bu, bazen eğlenceli ama çoğu zaman da ezalı dünyaya niye ve ne amaçla geldiğimizi bazen ben de düşünüyorum, ama işin içinden çoğu zaman çıkamıyorum.. felsefe bilgim pek fazla değil, ama gördüğüm kadarıyla onlar da pek doyurucu bir cevap bulamıyor.. geriye kalıyor kutsal kitaplar, uzak doğu felsefesi.. onlar da okuduğum kadarıyla pek cevap vermiyor...

   -Bana göre en iyi cevabı Kur'an veriyor.. ama onu da yorumlayanlar, bilgisiz ve yüzeysel mealciler, kısaca cahil din adamları, ya işlerine gelmediğinden, ya da başka ince hesaplardan dolayı doğru, kısa ve öz cevaplar veremiyorlar.. cevabı sen bul, kafana hangisi yatıyorsa, der gibiler sanki.. hoş her doğru her yerde ve zamanda söylenmez diye bir tedbirli ilim adamı düsturu da vardır, belki de o yüzden dilleri dönmüyordur bu meselede, ama ben idealist ve sıkıntılardan yılmaz insanlar olarak görmek istiyorum ilim ve felsefe adamlarını..

   -O zaman da ölümü veya işkenceyi, ya da afarozu göze alsınlar öyle mi.. can tatlı arkadaş...

   -Aşk imiş ne var âlemde, ilm bir kıyl ü kaal imiş ancak.. demiş Fuzûli.. aşk olmazsa ancak okur ve unutursun, aşk olursa da artık susamazsın, bülbül gibi feryat etmeye başlarsın.. ilim adamları eğer aşk duymazlarsa okudukları şeyler ancak dedi kodu dan ibaret olur.. nerede öyle aşk ateşine kapılmış düşünür veya şairler.. aşk başka hiçbir şeyi düşünmeden ve hesaplamadan bir fikrin/eylemin, veya obje/sevgilinin peşine düşmek, daha doğrusu çok bilindik bir benzetme ile pervanenin ateşe kapılması gibi sonunda yanmayı da bilerek veya bilmeyerek göze almaktır.. nerede öyle aşk duyan gönül ve tutku insanları.. aşık olunan kendisine aşık olacak insanı da bulur.. bir başka anlatımla aşık olmak için yola çıkmaz insan, aşk onu bulur.. ama önce onun aşka hazır olması gerek.. o da bir nasip ve çaba meselesi...

   -Belki de o yüzden çok az insan aşkı yaşar, sayısı çok daha kalabalık olan insanlar onun hallerini ve hikayesini izler, ya kıskançlıkla ya da gıpta ile seyrederler.. şairler de en çok bu hali anlar ve anlatırlar..

   -O yüzden şair olmak isterdim hiç olmazsa.. evet ancak onlar hissedebiliyor ve anlatıyor bu durumu ve bunu yaşayanların hallerini.. ne yazık ki şair değilim ve bu Allah vergisinden pek nasibim yok.. benim sayfalarca yazarak anlatmak istediklerimi şair birkaç kelime ve mısra ile anlatıveriyor.. tabi anlayanlara..

   -Senin bahsettiğin aşıklar da başka insanlar galiba.. bizim filmlerde izlediğimiz, dizilerde seyrettiğimiz aşıklara pek benzemiyorlar.. hani yaşlı teyzeye sormuşlar aşk nedir diye -bizde eskiden aşk anlamında iki insan arasındaki aşk için sevda kelimesi kullanılırmış daha çok-, teyzecik de demiş ki; yavrum bir insan bir insanı sever de kavuşamazsa adı sevda olur.. kavuşursa bu durumda evlilik aşkı öldürüyor sonucu çıkıyor ama galiba, hoş bunda da bir gerçek payı var.. halk arasındaki aşk böyle sevdalanmak gibi bir şey demek ki..

   -Onları da küçümsemeyelim ama onlar ancak gerçek aşkın birer ucuz taklidi, imitasyonu mesabesinde.. gerçeğini almaya gücü yetmeyen imitasyonunu alır meselesi.. dikkat eder misin imitasyonlara da en çok kadınlar meraklıdır.. neden acaba.. bence aşkı daha çok kadınlar anlayabilir, belki de ondan.. erkekler aşkı anlayamaz, aşık olurlar.. kadında aşık olunan, erkekte de aşık olan bir özellik var.. bu ikisi birbirini tamamlayınca aşk oluyor.. gerçek aşk da böyle, aşık olan ile aşık olunan birbirini tamamlıyor..

   -Kadın erkek aşkını bırakalım da aşkın kendisine ya da daha yukarıda bahsettiğimiz soyut aşka yönelelim.. bu aşk daha tehlikeli sonuçlara götürüyor insanı..sonunda dünyasından bile ediyor, aynen pervanenin ateşte yanması gibi.. bu tarz aşk ancak çok duyarlı, düşünen ve azla yetinmeyen ruhlara nasip oluyor.. sonları da pek iyi bitmiyor bu yolcuların.. tabi bize göre kötü, ama onlar zaten aşka ulaştıklarında ödül olarak sevgiliye kavuşmuş oldukları için bizim süfli hayatımız onlara yük geliyor ve güle oynaya terk ediyorlar bu dünyayı.. sonra da serüvenleri şiirlere, edebiyata konu oluyor, insanlar da içlerini çeke çeke ve gıpta ile bu hali anlamaya, hiç olmazsa kokusunu hissetmeye çalışıyorlar.. yani bu aşk insanı alıp götüren bir hal ve bir daha da gözünün başka hiçbir şeyi görmek istememecesine körleşmesi sonucuna getiriyor..

   -Ne mutlu o aşıklara mı diyelim, bilemedim şimdi.. ama ben de tatmak isterdim doğrusu o duyguyu.. yine de bana göre değil galiba böyle bir durum, boşa dememişler aşka düşmek diye.. dert adamı ağlatır, aşk adamı söyletir.. ne çok deyim ve hikaye var bu konularda ama nedense aşk deryasına dalan geri dönmüyor, sadece onu gören ve seyredenler anlatıyor neler olduğunu, ama damdan düşenin halini anlamak için damdan düşmek lazım...

   -Ne mutlu damdan düşmeyi göze alanlara ve damdan düşüp de haline şükredenlere o zaman...



    İşte böyle....

Yorumlar

  1. Valla pek de mutlu değiller ben söyleyeyim. Damdan düştükleriyle kalıyorlar... Altta tutan biri lazım :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke