Ahşap konak-6



   İşte bu mayıs ayı da böyle geçmiş, seçim sonuçları millet üzerinde, hatta ondan da daha çok memleketi Cumhuriyetin kurulduğu günden beri idare eden CHP'nin ve bu partinin ileri gelenlerinden olan elit yönetici sınıfın  üzerinde muazzam şok dalgaları yaratmış ve bu tsunaminin etkileri yeni yeni hissedilirken memleketin küçük bir Anadolu şehrinde yeni yeni alışmakta olduğu evinde ortalıkta  olup bitenlerin pek de farkında olmadığını tahmin ettiğimiz genç anne adayımız da hamileliğinin son zamanlarında idi ve karnı burnunda dediğimiz duruma gelmişti.. Haziran ayının başında ramazan da geliyordu o sene.. o zamanların toplumunda oruç tutmamak diye bir şey yoktu.. anne adayı da orucunu tutmaya başlayacaktı tabii.. ama daha ramazan bitmeden kadir gecesi dediğimiz o kutsal ve hangi geceye denk geldiği bilinmeyen günün beklendiği günlerde bir pazartesi sabahına doğru her şey değişiverecekti.. aylardan temmuz, günlerden de üçüydü henüz..sancılar akşam saatlerinde başlamış anne adayımız daha önce hiç tatmadığı bedenindeki bu değişikliklere önce bir mana verememiş, iradesi dışında ve kaçınılamaz bir şekilde gelişmekte olan bu depremin sarsıntıları, varoluş dediğimiz o muazzam güç onu adeta esir almış,onu bir durumdan başka bir hale sokan, anlatamadığı, ifade etmekten aciz olduğu olağanüstü bir hale girdiğini, adeta geri dönülemez bir yolda ilerlemeye başladığını korku ve heyecan içinde hissetmeye başlamıştı, önceleri arada bir gelip geçen bu sarsıntı dalgaları gittikçe artarak rahatsız edici hale gelmeye başlamış, ağrı ve ifade edemediği başka belirtiler gece ilerledikçe gittikçe artınca da genç anne adayı hemen komşu bina olan doğumevine götürülmüş burada da doğum dediğimiz o eşsiz ve anlaşılamaz hadisenin başlamakta olduğu anlaşılarak doğumevine yatırılmıştı..dışarıda her iki aile de biraz endişe biraz da mutlu haber beklentisi içinde bu kutsal günler ve gecelerde yaşanmaya başlanmış manevi ortama başka beklentileri de eklemiş, oruçlara ve gündüz ve geceleri yapılan dualara artık sağlık ve hayırlı evlat beklentileri de ilave edilmişti...


   İnsanın kendi doğumu zamanlarını hatırlamaması kadar doğal bir şey yoktur.. ama doğumunun nasıl ve ne zaman olduğunu merak etmeyen bir insan da belki de yoktur.. kendisini ilk tanımaya, kim olduğunu, nereden geldiğini, hatta bir ruhu varsa doğmadan önce hiç olmazsa o ruhun nerede olduğunu herkes en azından düşünmüş ve kendince bir sonuca varmıştır denebilir.. inancımıza göre bezmi elestte ruhlarımız yaratanımız karşısında toplanmış ve onlardan bir söz alınmış.. sonra da her ruh sırası geldiğinde dünya alemine bir beden içinde, ve bir imtihan amacıyla gönderilmiş.. hangi zamanda, nasıl bir coğrafyada, nasıl bir ailede ve cinsiyette olacağının kararı bu ruhların elinde değil.. sadece bedenlerdeki bu ruhların tanrının bir nefesi olduğu bildiriliyor kutsal kitabımızda.. bu bilgi aslında ve aynı zamanda olağanüstü bir mazhariyet ve sevinç kaynağı.. buradan bir çok felsefe ve dini kabul ve görüş, tarikat, düşünce biçimleri ve bunlara bağlı hayat görüş ve uygulamaları gelişmiş.. bütün bunlar dinler ve inançlar tarihinin, sosyolojisinin, psikolojisinin hatta felsefenin konuları ve bu blogun yazarının da bunları irdelemek niyeti yok ve haddi de değil.. biz yine kendi dünyamıza ve kaderimiz diye kısaca anlattığımız coğrafyamıza dönelim..


   Evin o büyük bahçesinin sokağa bakan doğu tarafı ise hem ana yapının bir cephesi, onun yanında biri büyük araba kapısı biri küçük yaya kapısı olarak iki kapısı, onlardan sonra da -son zamanlarda içine düşülen maddi sıkıntıları aşabilmek amacıyla-  kira geliri getirsin diye ev ipotek edilip borç alınarak yaptırılmış, iki oda bir mutfak ve antresi olan bir tek katlı ev, onun yanında neredeyse sanki  tüm hayatı orada geçmiş sanılan ve ayakkabı tamirciliği ile gezici parfümcülük yapan ve çocukların mis dede diye ile adlandırdıkları yaşlı bir alevi dedesinin içinde yaşadığı, neredeyse gerçek adı bile bilinmeyen bu adamın hem çalıştığı hem de içeri kısmında yatıp kalktığı bir odası olan ufak bir dükkan, onun da yanında aslında simit fırını olan ama zaman zaman ekmek de çıkaran bir fırın.. işte konağın doğu tarafı da sokağa bakan cephesiyle bu yapılardan ibaretti.. fırıncı ve mis dede hemen hemen hiç değişmeyen iki kiracı idi, ama neredeyse artık akraba kadar yakın insanlardı.. hatta bu satırların yazarı da, çocukluğunda uzun yaz tatillerinde bir ara bu fırında müşterilerin ve tezgahtaki ekmeklerin biraz daha azaldığı öğleden sonra saatlerinden akşam fırın kapanana kadar ekmek satıcılığı işi yapacak, ama bir kaç gün sonra müşteriler tarafından aldatıldığından olsa gerek hasılatın satılan ekmekleri karşılamadığı görülecek, alışveriş işlerinde beceriksizliği böylece ortaya çıkacak, ileride bir ticaret adamı olamayacağı da anlaşılarak bu ilk çalışma hayatı deneyini de bir iki hafta sonra fiyasko ile sonlandırmak zorunda kalacaktı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke