Ahşap konak-7




      Annelik nedir? Nasıl bir şeydir annelik dediğimiz hal.. nasıl bir durumdur, nasıl bir duygudur..
      Anne olmayanların hiç bir zaman tam olarak hissedemeyeceği, kadın olanların biraz anlayacağı ama erkek olanların doğal olarak anlayamayacağı ve anlatamayacağı bu olağanüstü olay nasıl anlatılır dışarıdakilere, anlamayanlara..
      Kız çocukları daha kendilerini bile bilmeden neden bebeklere, o küçücük süslü elbiseli ve ufacık bebeciklere meraklıdırlar, onlar bu oyuncakları kucaklarına almayı nasıl biliyorlar, sanki daha önce yapmışlar gibi nasıl narin kollarıyla bir bebeği tutup kucaklarına göğüslerine nasıl bastırıp yaslayabiliyorlar, hiç düşündünüz mü bu şefkati nereden öğrenmişler acaba.. neden yaramaz bir kız çocuğu bile bir gelinlik giyerken uslu oluveriyor, bir bebeği uyutmaya çalışırken o da melek gibi bir çocuk anne oluveriyor?
      Bir genç kız, daha aşkı, erkekleri tanımadan nasıl bebekleri bu kadar iyi tanıyor, onlarla nasıl bu kadar kolay iletişim kurabiliyor, erkekler daha bir çocuğu bile kolay kolay kucaklarında tutamazken?.. daha bir çok soru sorulabilir bu konuda.. bence doğa dediğimiz müthiş şey kadın cinsine bu büyük mazhariyeti nasıl vermiş olabilir, kadınlar neden daha yumuşak kalpli, daha sevecen, merhametli ve müşfiktir dersiniz.. kendilerine yüklenmiş, daha doğrusu hediye edilmiş, dünyanın ve hayatın en önemli ödevinin yerine getirilmesi amacıyla mı acaba.. öyle ya, bu dünyaya neden geldiğimiz konusunda hala bitmeyen ve bitmeyecek olan bunca fikir ve düşünce içinde mantıklı görünen tek gerçek şu ki; hayatta tüm canlılarda bu arada insan cinsinin oluşturduğu tüm toplumlarda insan neslini devam ettirmek en büyük hedef, belki de iç güdü olarak bu hedef her canlıda var ama insan cinsi de tabi ki bunun dışında değil.. yaşamanın amacı, belki de genlerini yani neslini bir şekilde kendi ölümünden sonra da devam ettirmek ve bunun tek yolu da çoğalmak.. ve bu büyük görev ve bunu gerçekleştirecek yetenek de sadece insan neslinin kadın olan cinsine verilmiş.. ya da hediye edilmiş.. ya da bazılarına göre yüklenmiş...
      Bir insan doğduğu zaman bir çok özelliği elinde olmadığı gibi hangi cinste olacağını da bilir mi.. tabi ki bilemez, bu ona verilmiş bir ilk özellik belki de ödüldür.. aynı zamanda tüm hayatını yönlendirecek yolun ilk adımlarıdır bu cinsiyet özelliği.. insan büyüdükçe karşı cinsini yani diğer yarısını arar hep ve bu arayış hayatın ta kendisidir..ancak arayışı buluşa dönünce hayatı bir anlam kazanır insanın ve ancak o zaman tabiata olan görevini yerine getirebilir.. bu tüm canlılarda böyledir, ama insan kendisini hep merkeze aldığından farkında bile değildir ne yaptığından onu da daha tıpkı diğer ilkel canlıları yöneten güç olan içgüdüleri yönlendirir ama o bütün bunların kendi iradesi ve seçimiyle olduğunu iddia etmektedir.. tabiat nasıl oynuyor değil mi kendinden çok emin ve kendine aşık insanla..
      Ben daha farklı bir şey anlatmak istemiştim ama farkına varmadan buralara geldim.. ben anneliğin ne muazzam bir şey olduğunu, onu hiç bir zaman tam anlayamasam da gördüklerimden ve izlediklerimden yola çıkarak anlatmak istiyordum.. Sadece başlangıç için karşı cinse gereksinim duyulan bu muazzam çoğalma olayının rahim dediğimiz o benzersiz organ içinde nasıl geliştiğini de anlatacak değilim (bu arada rahmet, esirgemek korumak anlamına gelen rahim ne güzel uyuyor bu organa, döl yatağı diye kaba ve oldukça çirkin bir kelime hiç yakışmıyor, bir de gebe lafına takılıyorum. oysa taşımaktan türetilmiş ve dişi cinse uyarlanmış hamile kelimesi ne güzel değil mi) anne adayının karnında rahim içinde oluşan bir yeni hayatın, şekilden şekile girerek ve annesini de şekilden şekile, halden hale sokarak büyümesi ne muazzam bir şeydir düşünebiliyor musunuz.. en sonunda kendine çizilmiş yolu milimetresine varana kadar takip edip, yeni bir varlık olarak hayata gelirken annesine çektirdiği acı ve annenin gözlerindeki yaşın dünyaya gelen bebeğin ilk ağlamasıyla birden sevinç göz yaşlarına dönüvermesi, o doğum dediğimiz kimsenin müdahale edemediği tamamen kendi kuralları ile işleyen o müthiş olay, sadece onu yaşayanlarca anlatılabilir daha doğrusu beylik lafla anlatılamaz yaşanır...
      İşte asıl annelik de o zaman başlar ve bir anne artık hiç bir zaman o eski kadın değildir.. yine beylik lafla hiç bir şey artık eskisi gibi olmayacaktır.. kendi içinde oluşturup büyüttüğü ve sonunda acılar içinde dünyaya getirdiği yavrusu artık ona annelik denen eşsiz hali yaşatmaya başlayacaktır ve bu annelik duygusu ve durumu ancak annenin hayatı sona erdirdiğinde sonlanacaktır.. bir anne için bebeği diğer her şeyden önemlidir ve onlar ne kadar çok yaşarsa yaşasın hatta ihtiyarlasın (tüm annelere yavrularının büyüyüp sağlıklı mutlu yaşamasını ve yaşlanmasını görmelerini dilerim) onlar daima çocuk hatta bebektir annelerinin gözünde.. bu her annede olan duygudur, kiminde daha hafif seviyede ama kiminde de belki de boğucu koyulukta... bir evlat da bu duyguyu ve annesinin o sıcak kucağında hissettiği rahatlığı her zaman yanında ve üzerinde hissetmek ister, ne kadar sıkıldığını söylese de bir annenin koruyucu ve kollayıcı (esirgeyen ve bağışlayan) gücünün her zaman arkasında olmasını bekler.. bir insan ancak annesi öldüğünde kendisini kimsesiz ve yapayalnız hisseder...



      İşte bu satırları çalakalem yazıp annelik ve hayat hakkında bir şeyler anlatmaya çalışan bebek de o ramazan bayramına bir kaç gün kala zamanlarında doğumevinden annesinin kucağında sarıldığı kundaklar içinde dışarı çıkıp da temmuz sıcağı ve güneşini ilk gördüğünde acaba neler hissetmişti bilinmez.. ama her insan gibi kendisini dünyaya getiren bu varlığa karşı borcunu ve minnetini hiç bir zaman ödeyemeyeceğinin bilincindedir kuşkusuz...



      O, gün görmüş nice acı tatlı zamanlar yaşamış ve şimdi artık o eski ve bir daha geri gelmeyecek şaşaalı günlerin hatırası ve hüznü ile yaşlanmaya başlamış ahşap konak da yeni gelen gelinin kucağındaki bebekle birlikte konağın kapısından içeri girmesiyle adeta yeniden canlanmış, bir nesil sonra yeniden bebek ağlamaları ve bebek kokularıyla dolu odalarında yeni bir hayatın başladığını hissetmiş gibiydi.. sanki ahşap konağın pencereleri gülümsemeye başlamış, duvarlarında yeniden nabız atmaya başlamış, yeniden canlanmış her şey eski zamanlara dönmeye başlamış, bu nice mutlu ve güzel günler geçirmiş ve artık yaşlanmaya yüz tutmuş konağın içinde yeni bir hayatın tazeliği dolaşmaya başlıyormuş gibiydi ...


   
   




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke