Ahşap konak-9




     
   Genç anne, ilk bebeğini doğurup, ertesi gün de sağlıklı ama biraz yorgun bir halde doğumevini terkederek, kucağında kundağı içinde sarılı yavrusuyla ahşap konağa savaşı kazanmış bir  komutan gibi muzaffer bir eda içinde geldiğinden beri, konak ahalisinin arasında konumunu daha bir güçlendirmiş, ikisi de gelinlik çağında hatta kısmetlerini bekleyen durumda olan görümcelerinin kucaklarına bir  yeğen verdiği için de biraz kıskançlıkla karşılansa da onların da birer anne yarısı olmalarını sağladığı için onları da mutlu etmiş, neticede görünüşte de olsa artık konak ahalisi arasında daha bir kıymetli ve söz sahibi olmuştu.. bu ruh hali elbette kendi baba evinde yabancısı olmadığı bir durumdu, ama bu yeni evinde bebeğiyle beraber şimdi yere daha sağlam bastığını hissediyordu..


   O zamanlarda -belki şimdi de çok yerde öyledir - kadınlar, gelin gittikleri evlerde bir süre yabancılık, hatta gariplik hissederlerdi.. aradan bir süre geçtikten sonra, günümüzde pederşahi olarak nitelenen bu aileye ve adetlerine alışırlar, hele de bir bebekleri olduğunda bu yabancılık tamamen gider, artık aile içinde bir ağırlık kazanırlar ve yere daha bir sağlam basarlardı.. çocuk sahibi olmak, ana olmak, o devirlerde kadının güvencesi ve bir bakıma hayat sigortası gibi bir şeydi.. bu sadece kendisinin rütbesini yükselten bir şey değil, aynı zamanda kocasının da -artık bir baba olması dolayısıyla- onun da rütbesini artıran bir gelişmeydi.. tabi ister istemez biraz da  sorumluluklar artıyordu ama ne gam..


   Artık yaşlanmaya ve geçmiş günlerini biraz hüzün biraz da hasretle anmaya başlayan ahşap konak, -konaklar düşünmez mi diyorsunuz, hiç sanmam, bence kesinlikle düşünüyorlardır- şimdi eve ses ve neşe getiren bebek ağlamalarını kuşkusuz zevkle ve keyifle dinliyordu.. bu konak şimdi artık dede olan, konağı yaptırmış ve ilk oturanları olmuş olan ailenin bu ilk evladının doğumuna şahit olmuş, onunla beraber kendisi de ana babalığın ne olduğunu, bir aile olmanın asıl o zaman ne anlama geldiğini görmüştü.. belki de varlıklı bir ailenin ilk evladı olmasının sebebiyle de olsa gerek neredeyse bir şehzade gibi büyütülen bu ilk oğulun fırtınalı geçen hayatını hiç unutmamıştı bu duvarlar.. o zamanlar henüz tam olan ahşap konak şimdi artık yarım haliyle bu üçüncü kuşak bebeğin seslerini dinlerken artık anılara karışmış o güzel zamanları hasretle yad ediyor muydu acaba.. konak, artık iskeletini oluşturan ana direklerinden rüzgarlarda ve soğuk  havalarda derinden duyulan gıcırtılar çıkarırken, veya alt katta aile toplu halde sessizce yemek yerlerken kimsenin olmadığı üst katta sebebi bir türlü anlaşılmayan ve bu yüzden de evde bir yatır veya ailenin artık ölmüş olan ilk sahiplerinin zaman zaman ruhlarının dolaştığı gibi bir kanıya varmalarına yol açan yürüyen bir kişinin ayak seslerini andırır ritmik devinimler ve sallanmalar yaparken belki de o güzel zamanları anıyordu, bilemeyiz ki.. insanlar arasında o zamanlar oldukça yaygın olan, bir yerde yatır veya ruhlar olduğu inancı, o eski zamanlarda belki de tüm toplumda vardı.. çünki eskiden mezarlıklar neredeyse evlerle bitişik olurdu.. hele çok eski zamanlardan kalma ve belki de aslında mezar bile  olmayan, ama aradan uzun zaman geçtiği için ne olduğu da unutulan bazı yerler ve küçük yapılar vardı ki insanlar orada mutlaka eskiden beri bir dede veya ninenin sonsuz uykusunda olduğu, bu yüzden de rahatsız edilmemesi gerektiği düşüncesiyle o bölgenin etrafını çevirir ve korumaya alarak orayı bir türbe veya yatır haline getirirlerdi.. işte bu ahşap konak da artık aile içinde neredeyse kesinlik kazanmış olan inanışa göre ya bir yatır üzerinde ya da çok yakınında, ya da bu konağa çok emek vermiş ve bu evi çok sevmiş olan ilk sahiplerinin yani aile kurucuları olan ve şimdi sonsuz uykularını uyumakta olan aile büyüklerinin, unutulmaz ve çok aziz hatıralarının geçtiği bu eve, öldükten sonra bile arada sırada gelerek o zamanları yaşadıklarını ya da o eski zamanların evde o anda yinelenmekte olduklarına inanır olmuşlardı.. öyle ya, biz uyuduğumuzda rüyalarımızda nasıl çocukluğumuza veya eski zamanlara gidebiliyorsak, ölmüşlerimiz de uykularından ara sıra uyanarak yaşadıkları zamanlara ve mekanlara dönebilirlerdi, hatta niçin olmasın; içinde yaşadığımız evler bile, biz içlerinde yaşarken zaman zaman eski anılarına ve zamanlarına dönebilirlerdi pekâlâ.. modern zamanlarda bilim adamları veya bilim kurgu yazarlarınca zaman ve mekan kayması olarak ifade edilen bu durum o zamanlardaki görüşlere göre de bu kadar bilimsel anlatılamasa da yardıma koşan masal veya menkıbeler yardımıyla da olsa izah edilerek açıklanabiliyordu pekâlâ  ve neden gerçek olmasındı ki.. işte o zamanlarda da nasıl biz canlılar hareket edebiliyorsak istediğimizi yapabiliyorsak, cansız olduğunu sandığımız binalar, dağlar, ırmaklar ve aklınıza artık ne geliyorsa tüm gördüklerimizin de bir canı, ruhu ve hafızası olduğuna, dolayısıyla da bildiğimiz tüm  canlılar gibi hareket edebileceklerine ve düşünüp yargılama yapabileceklerine de inanılırdı.. belki insanların şimdiki modern hayatta karanlık çağlar diye biraz da küçümseyerek ve alayla karışık aşağılayarak andığı o eski zamanlardan ve çok çok eskilerden gelen bir inanıştı bu ve o anlatmaya çalıştığımız zamanlarda hâlâ oldukça kuvvetli bir inanıştı.. netice olarak biz de bu ahşap konağın bir canı ve ruhu olduğunu kabul edeceğiz kısaca.. ne de olsa biz de o ahşap konağa doğmuş, orada ilk zamanlarını yaşamış ve o inançlarla büyümüş, şimdilerde ise eski kafalılar olarak sınıflandırılan o kuşağa mensubuz.. bu ahşap konağı ve orada ömürlerini geçirmiş ve artık birer hatıra olmuş insanları anıp anlatmaya çalışırken onların görüş ve inanışlarına -bugün artık gülünç gelse de- yer vermeden nasıl anlatıp tanıtabiliriz ki o ruhları... 

Yorumlar

  1. Sadece 50 sene içinde ne kadar çok şey değişmiş sosyal yaşamda, özellikle biz kadınlar için. İnsan bunu düşününce aslında özgürlüklerin de ne kadar kırılgan olduğunu, birden elimizden alınabileceğini de düşünüyor..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke