Demokrasi

 



   Demokrasi en kötü yönetim biçimidir demiş Winston Churchill, ve hemen ilave etmiş; tabi bugüne kadarki tüm yönetim şekilleri hariç tutulursa...


   Tam bir İngiliz sözü... Bu sözü Churchill; Başbakanı olduğu ülkesi İngiltere, daha doğrusu İngiltere İmparatorluğu 2. Dünya savaşının kazananı olduğu halde, hemen savaş sonrası yapılan seçimi kaybedince söylemiş.. öyle ya, ülken koskoca bir cihan harbini kazansın, sen de bu kazancı sağlayan beyin takımının yani idarenin başındaki adam ol, sonra da nankör millet seni seçimle değiştirsin ödül olarak.. Demokrasi olmasaydı bu sonuç ortaya çıkar mıydı.. belki de tersine Churchill kral bile olurdu.. ya da eski zamanlarda kralı elinde oynatan devlet adamlarından biri gibi perde arkasındaki gerçek kral olurdu.. halk da bu sırrı bildiği için korku ve hayranlık karışımı bir duyguyla onu alkışlardı.. nereden çıktı bu demokrasi.. hem de üstelik monarşi ile idare edilen bir ülkede..


   Demek ki bir ülkede demokrasi olabilmesi için ille de Cumhuriyet olması gerekmiyormuş.. ilk ders bu.. ama orada yaşan insanlar demokrasi nedir, nasıl olur, nasıl olmalıdır, bunu biliyormuş.. başta bir kral görünse de insanlar haklarını nasıl arayacaklarını ve alacaklarını biliyor ve kurumlarına en başta da adalet kurumuna güveniyorlarmış..


   Devlet konusunda birazcık düşündüğümüzde olmazsa olmaz niteliğindeki bu hayati kurumların başında işte bu adalet kurumu, daha doğrusu halkın adalet duygusu ve adalet anlayışı ve bunun uygulamaya geçtiği dürüst ve tarafsız, ayrıca da etkili bir adalet mekanizması geliyor.. en basitinden bir futbol maçında ortada bir hakem vardır hepimiz biliriz, ama hakem kafasına göre maç yönetirse, bir kararı ötekini tutmazsa, en başta seyirciler sonra da sporcular nasıl birbirine girer, maç seyri zevk alınamaz hale gelir hatta bir işkenceye dönerse işte adalet de böyle.. yerine durumuna göre, ilke hukuk demeden adalet terazisini keyfine göre kullanıp hakkı hukuku istediği gibi elinde tutan mekanizma çok kısa zamanda devleti çökertir.. en başta da demokrasi denen idare biçimini.. belki zorba rejimler, diktatörlükler, dine veya ideolojiye dayalı ceberrut idareler biraz daha dayanabilirler bu gibi adaletsizliklerin sürdüğü rejimlerde, ama bir yerde adalet yoksa veya sesi çıkmıyorsa eninde sonunda çöküş mukadderdir..


   Peki biz niye demokrasi diye bağırıp duruyoruz.. batılı ülkelerde görülen veya en ileri oralarda yaşandığı söylenen bu demokrasi nasıl bir şey.. nasıl bir idare tarzı.. kısaca anlatırsak, Churchill gibi en mağrur zamanındaki bir adamı bile yerinden edebilen bir mekanizma bu.. gücü de oradan geliyor.. hiç bir yönetici, gerçek demokrasi olan bir yerde kendisini sürekli başta kalacak güvende hissedemez..  en küçük bir yanlışında, hatta yukarıdaki örnekte olduğu gibi neredeyse hiç yanlışın bile yokken bir bakmışsın yönetimden uzaklaşıvermişsin.. bu demokrasi böyle bir şey işte.. her zaman daha iyi, daha haklı veya daha başarılı olabilecek birilerine sırf bu ihtimal yüzünden sürekli çabalama ve uğraşma enerjisini veren bir sistem.. bu sistem sayesinde sürekli bir denetim ve gözetim altında hissedecek tüm yöneticiler kendilerini.. bu durum sadece en baştaki kişiye özgü değildir kuşkusuz.. toplum adına onun verdiği görevle en basit işi yapan bir çöpçübaşı veya en küçük bir yerel idareci bile her an denetlenme ve gönderilme korkusu ve heyecanı içinde tetik durmaya ve işini en iyi biçimde yapmak zorunda olduğuna inanmaya mecburdur.. onlar işini böyle yapınca da dolaylı olarak onları örnek alan herkes ayağını denk alacaktır.. çünki herkesin gözü birbirinin üzerindedir ve yerinden etmek için sebep aramaktadır.. içinde güçsüzleri ezmek, başkalarına tahakküm etmek duygusu çok olan insanlar için ne kadar kötü, ama toplum için ne kadar yararlı bir durum değil mi.. başka hiç bir yönetim şeklinde böyle bir öz denetim ve dinamizm yoktur denebilir.. diktatörlükler; toplum adına ve onu geliştirmek için iyi uygulanırsa (ki bu laf bir aldatmacadan ibarettir, bal tutan her zaman parmağını yalayacaktır) kısa zaman için aldatıcı bir kalkınma ve toplumsal zenginleşme görülebilir.. Hitler, Mussolini gibi sonradan diktatörleşen liderlerin ilk zamanlarında olduğu gibi.. ama bunların ve ülkelerinin sonu her zaman hüsrandır.. hem de ne hüsran.. tüm kazandıkları elden gittiği gibi şeref ve namusları, hatta canları bile gidecektir sonunda.. o yüzden diktatörlüklerin ömrü en çok bir nesildir ve sonu da da her zaman acı, felaket ve çöküntü olmuştur.. demokrasiler ise topallayarak, düşe kalka da olsa, her zaman daha ileriye doğru -hızlı veya yavaş- genel dünyaya göre her zaman ileri gitmiştir.. Atina demokrasisinde kölelerin, kadınların oyu yoktu.. ama yine demokrasiydi ilkel bile olsa.. çünki yönetim seçimle gelip seçimle gidiyordu, ayrıca güçlü kurumlar vardı, her karar meclislerinde sıkı tartışmalar sonucu alınıyordu.. yani kısacası bir kaç kişinin aklı yerine ortak akıl her zaman daha doğru karar alıyordu.. o yüzden Atina demokrasisi kendisinden kat kat güçlü, ama tiranlar tarafından yönetilen Sparta'yı da Persleri de yenmiş ve sonunda zaferi kazanmıştı.. onu yenebilen, sadece hastalıklar salgınlar ve barbarlar dedikleri yağmacı kavimlerin bitip tükenmeyen saldırıları olmuştu.. ama yine de tarihe demokrasiyi ilk kuran insanlar olarak geçtiler.. bu devlet içinde hala eserlerini okuduğumuz bilim ve sanat adamları yetişti.. sanat şaheserleri ortaya çıktı.. bugün bile demokrasinin olmadığı kontrollü idarelerde, din veya ideoloji devletlerinde, doğru dürüst ne bilim ilerliyor ne de sanat.. yani kısacası kılıç mı üstündür yoksa kalem mi? gibi sadece münazaralarda güzel konuşup karşı tarafı alt etme konusu olabilen ve gerçeğin tabi ki kalemin üstün olduğunu yani bilimin ve bilimin yeşermesine neden olan demokrasi ortamının üstün olduğu tartışılmaz bir gerçektir.. kılıç Napolyon'un çok güzel ifade ettiği gibi onunla her şeyi daha doğrusu savaşı kazanma işini yapabilirsiniz, ama üzerine oturamazsınız.. yani barışı ve refahı kılıç değil kalem yani bilim getirir.. bilim de ancak hür fikirlerin tartışılabildiği yerlerde yani demokratik ortamlarda gelişebilir..


   Ben burada bir düşünür rolünde ahkam kesen bir kişi gibi telakki edilmek istemem, öyle bir his uyandırmışsam da kusuruma bakmayın derim.. sadece demokrasi hakkındaki görüşlerimi anlatmaya çalışıyorum burada.. çünki Devlet gibi bir mekanizmayı düşünürken, ister istemez demokrasi aklıma geliyor en iyi devlet yönetimi nasıl olmalıdır deyince.. her yerde devlet var.. kabilelerin, hatta Afrika'daki yamyamların bile bir şekilde bir idareleri var , ama demokrasi o kadar kolay gelen ya da bulunan bir idare şekli değil maalesef.. bizim gibi ülkeler en az 200 senedir buna kavuşmak için iki ileri bir geri mantığıyla mehter marşı ritminde bu yolda ilerlemeye çalışıyoruz, çoğu yerde kendisini demokrasi olarak tanımlayan idareler var görünüşte.. hatta halk demokrasisi, proleter demokrasi gibi idarelerde politbüro veya parlamento yerine geçen göstermelik organların sadece adının olduğu idareler de gelmiş, ama demokrasi oralara pek uğramamış maalesef.. 


   Buradan demokrasinin en vaz geçilmez gereksinimlerinden birinin de parlamento veya meclis diyeceğimiz halkın doğrudan kendi iradesiyle seçerek gönderdiği vekillerden oluşan bir meclisin şart olduğu görülüyor.. ama bu meclisler sadece bir vitrin malzemesi görevi yapıyorsa yine boş.. o meclisin ülkedeki her gücün üzerinde bir denetim ve alaşağı etme yetkisi elinde olacak ki meclis olsun.. kararlar tabi ki kişiler ve liderlerin yönlendirdiği gruplar tarafından alınacak, ama tüm kişiler en küçük falsolarında gideceklerini bilecekler.. bu falsoları kim görecek ve gösterecek derseniz, başta yazılı ve görsel basın ve sivil toplum kuruluşları, dernekler ve bilim adamları, sanat adamları gibi sözü dinlenir saygın insanlar, hatta dağdaki çobana kadar tüm vatandaşlar.. hepsi kanunlar önünde eşit ve idare üzerinde aynı etkiye sahip olacaklar.. yanlış da söyleyecekler, hata da yapacaklar, ama bunları diğer vatandaşlar anında görecek ve ortaya çıkaracak.. başka bilinen en güzel yöntemi yok bu işin.. en etkili savcılar ve polis olsun, en iyi yöneticiler olsun, ne veya kim olursa olsun denetlenmedikçe mutlaka hata yapacaklardır.. o yüzden ben tüm idarecilerin, hatta savcı ve yargıçların, polis yöneticilerinin bile seçimle gelip gitmesinin en iyisi olduğuna inanıyorum.. öyle birini seçtim ve ona güvendim, artık yan gelip keyfime bakayım dersen bir de bakmışsın altındaki halı kayıvermiş.. seçeceksin, ondan sonra da devamlı denetleyeceksin.. başka yolu yok.. yani demokrasi tam bir denge ve denetleme mekanizması en kısaca..


   Ne kadar zor, hatta ''kötü'' bir yönetim biçimi değil mi bu demokrasi dedikleri.. Churchill haklıymış der gibisiniz.. ama bugüne kadar denenmiş tüm idare biçimlerinden yine de iyi.. görünürde de bundan daha iyisi şimdilik düşünülemiyor.. belki filozofların idareci olmasını savunan eski yunan demokrasisi devirlerinde yaşamış filozoflar haklıdır, ama o filozoflar bile neticede birer insan, biraz pohpohlanınca ben neymişim be abi demeyecekleri ne malum.. şurada kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi iyi biliriz meselesi.. babana bile güvenmeyeceksin bu dünyada derler, ki o bile doğru çıkmış bazı hadiselerde..


   Son olarak dinlerin, felsefelerin hatta ideolojilerin demokrasi ile bağdaşmayacağı tezi hakkındaki görüşlerimi de söyleyeyim de bu konuyu bitireyim.. eğer demokrasi varsa tüm dinler, felsefeler, ülküler idealler sadece o ortamda hayat bulabilir ve doğrularını yanlışlarını görüp diyalogla sivriliklerini aşındırma, yumuşatma yoluna gidebilirler.. İslam demokrasiye engeldir diyenlere de en basitinden; ''karar verirken istişare ediniz yani danışınız, tartışarak düşünerek karar veriniz'' diyen düsturu hatırlatayım, sadece bu yeter sanırım.. demokrasinin temeli zaten budur, yani tartışıp konuşup, düşünüp karar verme.. demokrasi yoksa, ortam ve insanlarda demokrasi anlayışı gelişememişse yandı gülüm keten helva, kim daha çok bağırır ve güçlü çıkarsa ötekileri susturup kendi hayallerini gerçeğe dönüştürmeye çalışır, öyle yerlerde cehennem hayatı yaşanır.. boşuna dememiş Hallac-ı Mansur, yobazın olmadığı her yer cennettir diye.. Yobaz, en basitinden kendisi gibi düşünmeyene hayat hakkı tanımayan insandır.. bu gibi insanlar ve görüşler demokraside yeşeremez, ya da bu insanlar çoğalırlarsa demokrasiyi yok ederler.. bu insanların yetişmesini engelleyen en etkili idare yine demokrasidir, ama tam ve gerçek demokrasi, yukarıda özelliklerini anlatmaya çalıştığımız kurumları ile yaşayan gerçek demokrasi.... bir zamanlar gençliğimizde, biraz da küçümseyerek, cici demokrasi, Filipinler tipi demokrasi diye alay ettiğimiz, demokrasi ile alakası olmayan rejimler değil tabii.. oralarda hep diktatör taklitleri, darbeciler, demagoji şampiyonları, oligarklar.. artık ne derseniz deyin, bu gibi çapsız ve hırsları akıllarından kat kat üstün idareciler başta kendi halklarına, sonra da bölgelerine ve tüm dünyanın başına bela olurlar..


   Hayal kurmaktan, gerçek demokrasi için düşünüp çalışmaktan vaz geçmeden çabalamaya devam.. hayatın anlamı biraz da bu değil mi...





  

Yorumlar

  1. Bugünlerde The Crown diye kraliçenin hayatının ve politik döneminin anlatıldığı bir dizinin bağımlısı olduk, orada biraz daha derinlemesine tanıdım Churchill'i. Tüm hayatı monarşiyi korumaya adanmış bir devlet adamı olarak demokrasiye zaten başka ne diyebilirdi...
    Tam demokrasinin ne demek olduğunu Almanya'ya taşınınca anladım ve mümkün değil bizim ülkede yaşatılması çünkü bireysellik yok, toplulukçuluk var. İş ahlakı yok, aman başkasına ver işi var, bana dokunmayan yılan var..
    Demokrasi olabilmesi için önce bizdeki tepeden tabana sisteminin tabandan tepeye olarak yeniden düzenlenmesi gerekiyor ki bu da öncelikle bireyselleşmeye bağlı bence..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne diyeyim.. haklısınız.. bireyselleşmeden ben özgüveni ve özsaygısı olan, ahlak ve erdemi her şeyin önüne koyabilen, kendisini her an denetleyebilen ve sorgulayabilen insanların halini anlıyorum.. zaten böyle insanların sözünün geçtiği demeyelim de en azından dinlenildiği. kulak verildiği yerlerde gelişir demokrasi.. tabi bu tip insanların en belirgin bir özelliği de bencil olmamaları ve doğruyu her ortamda haykırabilmeleri yani cesur olmalarıdır.. bunlar fikirleri ve idealleri için ölümü bile göze alırlar.. ama tarihe geçen ve hayırla anılanlar da sadece onlardır...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke