Devlet

 



   İnsanları, onların dünyada nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını, hayatları dediğimiz son derece karışık ama bir o kadar da basit görünen geçen zamanlarını nasıl harcadıklarını, ne gibi hatalar veya başarılı işler yaptıklarını ve bunları nasıl karşıladıklarını anlattıkları anı kitaplarını, romanları veya insanlar hakkında başkaları tarafından yapılan değerlendirmeleri okumaktan hoşlanıyorum.


   Bu okumalar ve değerlendirmeler sırasında şunu fark ettim ki, insanlar en çok birbirlerinden değil de içinde yaşadıkları toplumun o zamanki şartlarından etkilenmişler daha doğrusu ''çekmişler''


  O şartlar nelerdir diye düşünürken de yine fark ettim ki ''Devlet'' diye bir şey var ve insanlar en çok bundan yani devletin ''tasarruflarından'' etkilenmişler; ve bu, nasıl anlatayım ''mekanizmanın'' yaptıkları daha doğrusu uyguladıklarından dolayı hayatları kararmış yani berbat olmuşlar ya da tersine âbâd olmuşlar..


   Bu devlet denen şey nedir acaba.. hani balıklar için derler ya, derya içredirler ama deryayı bilmezler diye, biz insanlar da bir devlet içinde yaşıyoruz ama devleti bilmiyoruz.. daha doğrusu devlet bizim içimizde, aramızda, aldığımız nefeste, içtiğimiz suda.. kısacası modern zamanların tanrısı.. aslında biliyoruz da bu durumu, ama devlet ile o kadar yakınız iç içe olmuşuz ki, artık varlığını bile fark edemiyor haldeyiz..


   Acaba öyle mi...


   Canlılar içinde sadece insanoğlu bir toplum mekanizması kurmuş gibi görünüyor.. ona en yakın olan bazı maymun topluluklarının veya daha aşağı başka canlıların ortak yaşama alışkanlıkları var, ama bu insan dediğimiz toplumsal yaratık; artık gücünün azlığından dolayı mıdır, başkalarından korktuğu ve onlara karşı güçlü olmak isteğinden midir, tam olarak bilemeyeceğim ve bu kısıtlı yazıda ifade edemeyeceğim nedenlerle, her zaman geniş bir aile hatta bir aşiret içinde yaşamak isteği duymuştur.. bu insanlar arasında kimisi, gücüyle kuvvetiyle yani bedenen topluluğuna faydalı olurken, bazıları da -ki bunlar az sayıdadır genellikle- o topluluğu çekip çevirme, başka topluluklara karşı savunma veya saldırı gibi savaş hallerinde zeka ve hileciliği ile toplumuna faydalı işler yapması katkıda bulunması gibi nedenlerle o topluluğun yöneticisi haline gelirler.. ama öte yandan yine bu tip insanların yüzünden aşiret zarar mı görür yoksa rahat mı eder son toplamda bu da tam belli olmaz.. yani insanlar rahat etmek ve refah içinde yaşamak için seçtikleri yöneticinin bir süre sonra kolayca esiri veya kölesi haline gelir ve onun idealleri ve hırsı uğruna tatlı canlarından oluverirler farkına bile varmadan..


   Bu kadar uzun girişten sonra gelelim modern zamanların devletlerine.. aslında günümüzdeki bir çok örneklerinde de görüldüğü gibi pek de aşiretten farkları yok, ama ayıp olmasın diye biz yine de Devlet diye biraz da kutsallaştırarak yücelttiğimiz bu mekanizmayı zaman içinde geliştirerek de olsa sonuçta atalarımızdan devralmışız ve artık bir şekilde onun rehinesi olmuşuz ne yazık ki sonunda, diye düşünüyorum..


   Devlet dediğimiz mekanizmanın var olabilmesi için; sınırları belli sınırları olan (ama bunu sürekli büyütmek isteği nedeniyle hayali sınırları sonsuz) bir toprak parçası, bir bayrak ve içinde yaşayan insanları yönetebilmek daha açıkçası onlara hükmedebilmek için onlara verilen (daha doğrusu dayatılan) bir ideal (ülkü), ve tabi ki de bir ''liderin'' yönettiği; sıradan insanlara biraz tepeden bakan, ayrıcalıklı (veya öyle olduklarını düşünen, olmaya çalışan) insanların içinde görevde olduğu bir örgüt gereklidir.. aslında bunlar kadar olmasa da yine önemli olan başka bir çok şey de gereklidir ama kafalar karışmasın diye bu aksesuarları es geçelim.. kısacası ''Devlet'' deyince ilk gözümüze çarpan veya tahayyül ettiğimiz şey; ''devlet adamı'' dediğimiz bir takım adamlardır ve bu saygıdeğer insanlar bu büyük mekanizmanın dışarıdan görünen yüzleridir.. ama nedense hepsine devlet adamı denmez bu gruptan olanlar için.. devletine en sadık, hatta canını bu uğurda vereceği düşünülen(!), gecesini gündüzünü devletinin âli menfaatleri için harcayan, liderine sadık, ama devletine daha da sadık kişilerdir bu devlet adamları.. bunlar genellikle erkektir (dünyada yeni örneklere bakarak keşke kadın olsalar diyorum, ama bizdeki örneklere bakınca fark etmiyor diyorum hemen), ama kadın da olsalar onlar hep 'devlet' adamıdır.. tabi bir de daha çok sayıda olan sıradan 'devletin memurları' vardır ama bunların pek de önemi yoktur hiyerarşide.. devlet adamları onların içinden devşirilir genellikle, ama onlar yani devlete çalışanlar genellikle devletin sırtında bir yük, bir maaş tüketicisi olarak görülür ve bunlar işleri bitince ya emekli edilirler, ya da gözden düştüklerinde uzak bir yerlere tayin (sürgün) edilirler.. tabi önemli bir ayrıntıyı unuttuk; bir de Başkentleri vardır devletlerin, bütün işler buradan halledilir, devletlerin görünen ve görünmeyen adamlarının en seçmeleri buralardaki büyük ve soğuk yüzlü binaların koridorlarında, dehlizlerinde ve karanlık odalarında masalarının başında otururlar.. devletin tüm vatandaşlarının gözü ve kulağı buralardan çıkacak emir ve kararnamelerdedir, ''basın'' dediğimiz haber alma, ama aslında haber ve komplo üretme organlarının gözü ve eli bu soğuk ve kasvetli binaların içindedir çoğu zaman.. basın dediğimiz vatandaşı haberdar etme örgütü, kendisini bazen devlet sanır, bazen de entrikaları bizzat kendisi üretir, ahlak ilkelerini en çok kendileri çiğnedikleri halde herkese ahlak dersi vermeye kalkar.. bu baş döndürücü ve tiksindirici ilişkileri okullarda değil, yetenek ve zekalarına göre meslek içinde öğrenirler basın mensupları.. yerine göre kötü adam, yerine göre de iyi adam rolü oynayarak devletin bir nevi halkla ilişkiler görevini seve seve yaparlar bu 'meslek' adamları..


   Bir de 'devletin adamları' vardır.. bunlar genellikle ortada pek görünmezler.. yeri ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarlar, devletin verdiği görevi yapıp yine sessizce ortadan kaybolurlar.. bunların yaşadıkları veya öldükleri bile belli olmaz çoğunlukla..bunlara emir verenler de ortada görünmez.. devlet kendi hayatı ve menfaatleri için böyle adamları her zaman bulur, yetiştirir ve kullanır.. gerektiğinde de yok eder.. bu adamlar devletin görünmeyen ve korkulan yüzünü oluştururlar.. tıpkı ayın dünyadan bir türlü görülmeyen, o yüzden de hep karanlık kaldığını sandığımız öteki yüzü gibi.. biz görmeyiz ama onlar vardır ve her daim hazır ve nazırdırlar görevleri için..


   Aslında ben, Devlet derken sadece bizim devletimizi veya filmlerde gördüğümüz pis veya esrarengiz işleri yapan 'yabancı' devletleri kastetmiyorum bu yazımda.. devlet dediğimiz aygıtın dünyadaki genel halini ve onun hakkındaki düşüncelerimi yazıyorum sadece.. kimseyi aşağılamak veya kötülemek gibi bir kastım da olmaz ve olamaz bile.. çünki, en nihayetinde ben de bir devlet bayrağı altında yaşıyorum ve bu bayrak için daha doğrusu sevdiğim kişiler ve ideallerim için gereğinde her şeyimi de feda edebilirim.. öte yandan devleti de bir gemiye benzetiyorum ve geminin su alıp batması neticede benim de sonum olacağı için bu geminin selametini istiyorum tabi ki.. ama bu, gemide dönen işleri ve yanlışlıkları da görmezden geleceğim anlamına gelmiyor tabii.. üstelik bu durum, hemen hemen ve az ya da çok bütün gemilerde olduğu için, yani genel bir durum olduğu için, bu gerçeği bir olgu olarak kabul ediyorum.. ama öte yandan da bu yanlış gittiğini düşündüğüm olaylara bakarak susmanın ve kabullenmenin de doğru bir şey olmadığını ifade etmek istiyorum hepsi bu kadar.. içinde bulunduğumuz geminin sağlam ve güçlü olması, aynı zamanda da iyi insanlar tarafından ve düzgün bir şekilde yönetilmesini istiyorum, üstelik tüm gemilerin böyle olmasını istiyorum, çünkü kötülük ve çirkinlik bulaşıcıdır, eninde sonunda herkesi yakalar ve kapsar diye düşünüyorum, hepsi bu...


   Bu mecburi araya girişi bitirdikten sonra yine gelelim devlet denen, yaşayan, üstelik biz fanilerden çok daha uzun yaşayan ve sonsuza kadar da yaşaması istenilen aygıtın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışmaya devam edelim..


   Bütün devletler bir toprak parçası üzerinde ve haritada gösterilebilen koordinatlarda hayatiyet gösterirler, ama yine karakterleri gereği sınırlarını her zaman genişletmek, hatta dünya (hatta evren) üzerinde yalnızca kendileri yaşamak ve diğer 'düşman' devletleri yok etmek, hiç olmazsa zayıflatmak, süründürmek isterler.. niçin bunu yaparlar, çünki diğer devletlerin de ellerine fırsat geçse aynı şeyi yapacağını düşündükleri için.. bunu nasıl yaparlar derseniz, o zaman tarih kitaplarını açıp okumanız kafidir derim.. ne yazık ki, şu bir gerçek ki, insanların doymak bilmez arzuları olduğu gibi, hatta onlardan çok çok fazlası, devletlerin bitmek tükenmek bilmeyen genişleme, hükmetme, ezme ,zulmetme arzuları gerçek bir olgudur.. devlet bu arzuları nedeniyle başka devletlerin vatandaşlarına zulüm edemediği için 'mecburen' kendi vatandaşına zulmeder.. Burada sanırım 'cesur' bir Osmanlı Sadrazamının  gaddar Sultanına söylediği rivayet edilen şu söz aklıma geldi; -Padişahım böyle devam edersek korkarım yakında zulmedecek ahali bulamayacağız.. Hoş, tarihi bir gerçektir; bazı devletler (daha doğrusu şu anda güçlü olan tüm devletler), önce kendi vatandaşlarını sömürerek palazlanmış ve büyümüş, sonra da doyamadığı için dünyanın 'geri' kalmış yerlerine 'keşfe' çıkmış ve oraları sömürerek büyümeye devam etmişlerdir.. hâlâ bu 'medeni' ülkelerin elinden kurtulmaya çalışan, kanını canını verdiği halde efendilerine bir türlü yaranamayan sömürge devletçikler vardır.. bu devletçikler kendilerini sömüremeyen başka devletlerce 'özgürlük savaşçısı', ama sömüren devletçe 'terörist' insanlar tarafından efendilerinden kurtarılmaya çabalamakta, ama bu bitmeyen ve bitmesi de pek istenmeyen direniş ve savaşlar oraların zavallı insanları tamamen tükenmeden de biteceğe benzememektedir.. bu şekilde insanlar sonunda sebebini de neredeyse unutarak, pratikte silahlı grupların ve silahları satanların kölesi haline gelerek birbirleriyle  devamlı savaşmaktadırlar.. Mısır piramitleri, dünya harikaları, modern zamanların yolları, kanalları dışında, ve bunlardan da öncelikli olarak; her nevi silahlar, uzay araçları, atom bombaları, insanı ve dünyayı hatta evreni yok etme silahları niçin yapılır ve bu konuda yarışırcasına bütün devletler neden çaba içindedir acaba?.. herhalde serçeleri, veya kelebekleri yok etmek için değil.. birbirlerini yok etmek, ezmek, süründürmek için tabi ki.. devletler başka devletleri hemencecik yok edemedikleri için de onların içindeki aşiretleşmeleri, bireysel başkaldırmaları hatta masum itirazları bile desteklerler.. kendi sınırları içinde böyle işler çevirenleri terörist olarak nitelerler ama başka ülkelerin 'teröristlerini' de ellerinden geldiğince desteklemekten vazgeçmezler.. kendilerine dokunmadıkları sürece bu yılanlar bin yaşasın düşüncesindedirler.. bu davranışlarında da da hiçbir şekilde iki yüzlülük ve ahlaksızlık görmezler.. kendi hayatlarına kastetmediği sürece, kendilerinden toprak veya mal istemedikçe, başka devlet vatandaşlarının her türlü başkaldırı, katliam, kanunsuzluk, alçaklık yapması onlara normal, hatta iyi gelir.. ''Modern'', ''Çağdaş'' dediğimiz devletler bunlardır işte..


   Peki bu devletlerin hükmettiği kendi vatandaşları ne yapmaktadırlar bu arada derseniz, hemen hepsi devletlerinin yapıp ettiklerinden gayet memnun,  başka devlet vatandaşlarına kendi devletlerinin nasıl kötülükler yaptıklarını görmezden gelmeye devam etmektedirler.. başka devletlerin nasıl kötülükler yaptığını ballandıra ballandıra anlatanlar, aynı şeyleri kendi devletleri yapınca hemen susmakta, hatta bir şekilde haklı göstermeye, desteklemeye geçmektedirler.. bu da insanoğlunun meşhur ve sonu gelmez iki yüzlülüğünün bir göstergesidir ne yazık ki.. böyle düşünmeyenler de elbet çıkar aralarından, ama onlar hemen o toplum içinden soyutlanır, afaroz edilir, hatta yok edilir.. yok edilemezse yokluğa mahkum edilir.. konuşması, hatta düşünmesi bile suç kabul edilir böylelerinin.. ne yazık ki yine tarih böyle insanların hayatlarını da yazar büyük bir soğukkanlılıkla.. bu adamlar, ancak öldükten sonra kıymetlenirler ve itibarları iade edilir.. o da şanslı olanlarının..veya artık üzeri çamur tabakasıyla örtülemeyenlerin..


   İşte böyle devletlerin vatandaşı olan ama durumu fark eden insanlar ellerinden bir şey gelmeyince kendilerini sanata, edebiyata, okumaya ve düşünmeye verirler.. gerçek doğruların ve iyiliklerin bu dünyada olamayacağına kanaat getirenler, artık bir başka dünya tahayyül etmeye, ütopyalar yaratmaya, dinler veya kuramlar oluşturmaya, ahlak ve erdemin hakim olduğu yönetimler hayal etmeye başlarlar.. bunları doğru dürüst ve bir sanat eseri gibi işleyenler insanlarca hayranlıkla karşılanır ve romantik duygularla alkışlanırlar.. hatta devletler bile böyle insanları görünüşte destekleyip sıradan insanların moral ve hedef sahibi olmasına izin verirler.. tabi ki öz menfaatlerine dokunulmadığı sürece.. hiç bir devlet, kendi hayatı için elzem olan şeylerden vazgeçemeyeceği için de bunlar ancak birer sanat eseri veya ideal olarak kalırlar sonunda..


   Acaba çok mu kötümser oldu bu yazı diye düşünüyorum şimdi.. ama hayatımın artık son dönemlerine geldiğim bu yaşımda, ne yazık ki gerçekler beni daha çok ilgilendiriyor, acı da olsa düşüncelerimi yazmak istiyorum.. yazılanlar her ne kadar karamsar veya ümitsiz olsa da.. bunlardan insanlar hakkında ümidimi kestiğim anlamı çıkmasın yine de.. en azından bunları düşünüp ortaya koymak bile yanlış bir şeylerin olduğunu görmek açısından iyidir.. öyle ya, yangını söndürmek için önce yangının farkına varmak lazım, iş işten geçmeden.. ama bu ne kadar zaman alır, o konuda açıkçası pek fikrim de yok.. devletlerin başına bir delinin veya hırsının esiri olmuş kişi ve grupların geçince neler yapabildiklerini görmek için son iki büyük dünya savaşına ve ondan sonra da halen devam etmekte olan savaşlara ve kıyımlara bakmak yeterlidir sanırım.. bütün bunlara rağmen bu 'aydınlanma' çağında bile devletlerin yöneticiliğine öyle veya böyle bir şekilde delilerin ve ihtirası aklının kat kat üzerinde olan kişi ve grupların geçebilmesi karamsarlığımı artırıyor, ne yapayım...


   Bütün bunlardan sonra, en kötü idare idaresizlikten iyidir diyenler var bir de.. acaba haklılar mı dersiniz.. idaresiz daha doğrusu devletsiz bir dünya (hani olmaz ya) tasavvur edebilir misiniz.. sınır yok.. bayrak yok.. kavga savaş yok.. entrika düzenbazlık yok.. sömürü yok.. olur mu dersiniz.. olursa Cennet olur... hepinizin olmaaaaaz! diye başınızı salladığınızı görür gibiyim.. doğru diyorsunuz.. bu insan malzemesiyle olmaz en azından.. bu insanlar bu devletlere layıklar.. insanı değiştir ki devlet değişsin.. (çok söylenen bir cümle aklıma geldi yine; İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.. bana hiç de anlamlı gelmiyor doğrusu.. hangi insanı..hangi devleti..) zaten o da, yani insanın olumlu yönde değişmesi ülküsü de, insanın kendisini bildiği zamandan beri yapmaya çalıştığı, ama bir türlü de başaramadığı, şimdilik imkansız gibi görünen bir durum.. Tarihte bir çok düşünür, Hindistan kıtasında Buda, bunu yapmaya çalışmış.. Peygamberler de, düşünürler ve filozoflar da.. binlerce yıl sonunda geldiğimiz nokta da apaçık ortada.. ne diyeyim bilemiyorum...


   O zaman biz ne yapacağız.. okumaya, yazmaya, düşünmeye, gülüp geçmeye, kısacası hayata devam...


   Hoşça kalın...

Yorumlar

  1. Platon'un Devlet'ini hatırladım okurken. Vallahi çok sıkılmış, pek bir şey anlamamıştım. Siyasetle de pek ilgim yok ama sosyolojik kısmı beni çekiyor. Bir de 40'lı yaşlarımda okuyayım bakalım.
    Devletten çektiğimiz kadar aslında kendi "bana dokunmayan yılan bin yaşasın"dan da çekmiyor muyuz? Hatta daha fazla?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen öyle.. insanlık bir çok öteki şeyde olduğu gibi, devlet konusunda da yarattığı canavarın elinden çekiyor ne yazık ki..

      Sil
  2. Ben bu devlet, vatan, millet mevzularına hiç anlam veremiyorum. Kimse nerede dünyaya geleceğini kendi seçemiyor. Kendi seçmediğim bir coğrafyada, kendi seçmediğim bir toplumun parçası olmak, onaylamadığım bir devlete ve kurallarına tabi olmak istemiyorum. Ama kaçınılmaz bir şekilde mecburuz işte!

    YanıtlaSil
  3. Belirttiğiniz üzere devlet tanımını genelleştirerek üç aşağı beş yukarı bütün devletleri aynı kefeye koymuşsunuz. Tespitlerinize aynen katıldığımı söyleyebilirim. Bütün soruların cevabı net ve açık, kaçamak cevaplar yok. Bu yüzden zevkle okuyorum. Maalesef yaşadığımız dünyada devlete en fazla zararı dokunan insan türü de riyakar ve tabirimi mazur görün, yalaka olanlardır. Bilim adamı, siyasetçi ve bürokratlar başta olmak üzere hepsi iktidarın ve gücün esiri olmuşlar sıfatlarından uzaklaşmışlardır. Yazınız bence kötümser değil, gerçeğin ta kendisi. Hatta sizin hala beklediğiniz ufak bir ümit ışığı bende tamamen kaybolmuş durumda. Bunun nedeni olarak insanın yaradılışında görüyorum. Çünkü başta iyi gibi görünen insanlar bile yetki ellerine geçtiğinde zalim olabiliyorlar. Belki de başta kalabilmenin tek yolu bu olabilir.
    Bu yüzden çözüm yolu önerileri daima havada kalmaya mahkum. Son cümlenizde zikrettiğiniz üzere devran dönecek, hayat aynen devam edecek:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de aynen size katılıyorum.. umut ışığı az da olsa var.. en azından gençleri ürkütmemek için öyle diyelim :) insandan ümit kesilmez, bir bakarsınız en kötümser anda bir gök kuşağı parlayıverir, kim bilebilir.. ben ümit kesmiyorum.. ümit yoksa yaşanmaz ki...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke