Ahşap Konak-17




   Cumhuriyetin ilk on yılındaki zamandayız yine.. Genç Cumhuriyet yeni kurulmuş, herkes büyük bir gururla başarısının manevi tadını çıkarmakta ve Atasının yol göstericiliğinde yeni yeni yürümeye çalışan küçük bir çocuk gibi yeni hayatta ilk adımlarını atmaya çalışmaktadır.. ortada ya da elde avuçta fakirlik ve ilkellik dışında ekonomik değeri olan hemen hemen hiç bir şey yoktur, üstüne Osmanlıdan kalan borçlar da ödenmeyi beklemektedir.. Lozan antlaşması çalışmaları daha doğrusu münakaşaları sırasında İngiliz baş murahhasın dediği gibi (''Siz burada; savaşı kazanmış, bağımsızlığınızı almış bir ülke olarak konferansta olabilirsiniz ama kısa zamanda ekonomik olarak çökecek ve bize el avuç açacaksınız, o zaman verdiklerimizi sizden yavaş yavaş geri alacağız''.. evet, hemen hemen aynen bunu demiştir müzakereci İnönüye.. o da, ''o zaman geldiğinde görüşürüz'' demiştir kısaca..) hesabı ödeme zamanları gelmiştir.. tüm 'medeni' devletler ilgi ve iştahla genç Cumhuriyetin neler yapacağını beklemektedir.. ama bu yorgun millet aç kalma pahasına verdiği sözü tutmaya, bu leş kargalarına yem olmamaya çalışmaktadır..


   Ekonomide ne yapılması gerektiği konusunda o zamanlar mecliste ana olarak iki akım çarpışmaktadır.. Birinci akım Gazi Mustafa Kemalin de desteklediği; Fethi Okyar ve Celal Bayar'ın başını çeker göründüğü liberal akımdır.. onlara göre sadece devletin çalışmasıyla ekonomi gelişmez, var olan bütün gücü kalkınma için yönlendirmek ve cesaretlendirmek gerekmektedir.. hür teşebbüs devletin de yardımıyla ekonomiyi canlandıracak, onların yapamadıkları alt yapı, ağır sanayi gibi yatırımları ve gerekli yasal mevzuatı devlet geliştirecek, mali yardımları dışarıdan gelecek sermayeyi de kullanarak geliştirecektir.. buna karşılık İsmet Paşanın da içinde olduğu diğer grup devletin yönetimi ve gözetiminde planlı ve zorlayıcı bir kamu idaresi ve planlı ekonomiden yanadırlar.. Atatürk'ün dizginleri ele aldığı ilk yıllarda ekonomi daha çok hür teşebbüs destekçisi ve liberal görünümlüdür.. İzmir'de yapılan ilk iktisat kongresinde de bu yönde fikirler ileri sürülmüş ve kararlar alınmıştır.. hatta Atatürk bu konuda çok ilginç atılımlarda da bulunacaktır.. mesela Karadeniz gemisinin bir fuar gemisi haline getirilerek Türkiye'yi ve ihraç ürünlerini tanıtmak amacıyla Akdeniz'deki tüm ülkelerde ve Avrupa limanlarında yaptığı tanıtım gezisi.. ilgilenenler bu ilginç konuda yazılmış yazıları ve belgeleri takip edebilirler..


   İşte bu oldukça liberal görünümlü dönemde Ahşap Konağın reisi de parlamakta olan bir iş adamı olarak görünmektedir ve tam da liberal ekonominin sevdiği bir yapıya sahiptir bu adam.. yani gözü kara ve korkusuzca, hatta biraz da ileriyi fazla hesap etmeyen atılımcı ve bir girişimci ruh ve enerjiye sahiptir bu adam.. iyi kazanmakta, ''iyi'' harcamakta ve kendi çapında şehrinin hatta bölgesinin örnek ve sürükleyici bir iş adamı olma yönünde ilerlemektedir..


  Yine ne yazıktır ki, devreye belki de 'Karma' girmiş ve ne yazık ki 1920'lerin sonunda önce Amerika Birleşik Devletlerinde başlayan sonra da bütün dünyayı saran büyük bir ekonomik kriz baş göstermiştir.. her ne kadar dışa kapalı gibi görünse de genç Cumhuriyetin bundan etkilenmemesi söz konusu olamaz.. neticede ana ihraç malları olan tütün, üzüm, keçiboynuzu vs. gibi malları satacak ve kendisine gerekli olan ham maddeleri, ağır sanayi ara mallarını, silah ve mühimmatı alacak, bu arada da Osmanlıdan kalan borçlarını ödeyecektir.. kriz olunca ister istemez ithalat ve ihracat azalacak, pahalılık ve para darlığı artacaktır.. bugünlere ne kadar benziyor değil mi.. kapitalist sistemin hemen hemen her on yılda bir gelen küçük krizleri bu defa bunalım yani o zamanki iktisadi deyimle büyük buhran olarak ortaya çıkmıştır artık.. tüm dünya büyük buhranın pençesindedir.. bu durum, sonunda ikinci cihan harbine kadar giden yolun başlangıcıdır ne yazık ki.. genç Cumhuriyetin ufuklarında ve umutlarında donuklaşmalar ve içe kapanma belirtileri başlamıştır artık..


   Genç Cumhuriyet bu durumda ne yapacaktır?.. ister istemez liberal ekonomiden uzaklaşılacak, fiyatları ve pahalılığı dizginlemek için ekonomiye doğrudan müdahale etmeye, yani kontrollü ve devletçi ekonomiye geçmeye başlanacaktır.. vergileri artırmak için, şimdiki zamandaki idarelerin de yaptığı gibi ilk olarak tütün ve alkollü içkilere zam yapılacak, daha doğrusu bu sektörü kendisi doğrudan kontrol edecektir öncelikle.. Osmanlı zamanından beri tütün. tuz. alkol, şeker, petrol ve petrol ürünleri, barut ve benzeri bazı maddelerin imal ve satış hakkı, izinler daha doğrusu imtiyazlar verilmiş belli bir özel sektörde iken 1930 bunalımından sonra çıkarılan kanunlarla İnhisarlar İdaresi adı altında (sonradan adı Tekel olarak değiştirildi) birleştirilerek devletleştirilecektir..


   Bu durumdan Ahşap Konağın zenginleşmekte ve artık büyük bir iş adamı olma yolunda ilerlemekte olan sahibi de etkilenecektir kuşkusuz.. hem de nasıl etkilenme.. her şey yolunda giderken, gözünüzü ufuktaki pembe bulutlara dikmiş ve zengin bir yaşantı hayaline dalmışken, birden sorumluluğu size ait olmayan bir etken veya bir kaza sonucu arabanızın şarampole yuvarlandığını düşünün.. ya da daha açıkça bir sahne düşünelim; kumar masasında; rulette tam da sizin varınızı yoğunuzu koyduğunuz numaraya topun düştüğünü gördüğünüz sırada elektriklerin kesildiğini veya deprem olduğunu düşünün.. her şeyiniz o anda gözünüzün önünden uçarak kayıp gidiyor ve siz sadece kaçan servet ve umutlarınızın arkasından şaşkın bir şekilde baka kalıyorsunuz..


   Tabi iş adamımızın başına gelen bu durum hemen öyle bir anda olmadı.. önce devlet yavaş yavaş elde edilen gelire ortak oldu, maliyeciler fabrikaya daha sık uğrar oldular.. bir yıldırma ve moral bozma ortamı içinde ne kadar çalışabilir ki bir iş adamı ve fabrika.. sonunda devlet alkollü içkileri sadece kendisine ait fabrikalarda üreteceğini ve kendisi satacağını, aykırı davrananlara büyük cezalar vereceğini ilan etti.. en sonunda da fabrikanın kapısına kilit vuruldu.. işler tasfiye edildi.. bazıları el altından bu işi devam ettirmeyi önerdilerse de bu onuruna düşkün adam buna tevessül edecek kadar düşmediğini ifade etti herkese.. artık tekrar birikimlerin ve elde kalanların yenip içilerek hayatı devam ettirme çabaları başlamıştı.. önce ahşap konağın geniş bahçesine, ana evi de ipotek ederek bankadan alınan kredilerle bir fırın, bir ev yapıldı düzenli gelir sağlaması amacıyla.. sonra bağa bahçeye yapılan büyük yatırımlar, köşkler, keyif çıkarma yerleri daha az kullanılır oldu.. alınan otomobiller ya satıldı ya da bakımsızlıktan kullanılamaz hale geldi..(hatta torun o arabaların kilometre saati. ampermetresi, göstergeleri gibi bazı kalıntılarıyla uzun süre oyuncak niyetine oynadı ve at arabasına yerleştirdiği eski otomobil koltuklarıyla kendisine bir otomobil bile yaptı hayali olarak)


   Devletin bu ekonomik tedbirlerinden en çabuk ve kolay etkilenen en önce özel sektör olur.. öyle ya memur her şartta az da olsa maaşını ay başında alır.. ama hür teşebbüs ya da en ufağından diyelim bir bakkal, veya terzi ne yapacak?.. en çok eldekini avuçtakini tüketecek kadar gider, sonrası çöküştür.. ekonomik kriz en önce en hassas olan kesimi yani bir birikimi olmayan, kendi emeğiyle veya kurduğu işle geçinenleri vurur.. çünki onların belirli ve garantili geliri yoktur.. işler iyiyken kazanç iyidir, ekonomi yavaşlayınca veya durunca ilk onlar etkilenir.. o yüzden değil midir, bu memlekette insanlar kızlarını vermek için talipler arasında en çok  memurları tercih eder ilk önce.. bizim ülkemiz gibi günü birlik kararların ve uygulamaların gelişigüzel değiştiği, her an krize girebilecek durumda ekonomisi giden, gerekli öz sermayesi ve düzenli birikimi olmadan her şeyi dışarıdan gelecek yardım ve yatırımlara bağlamış, kısaca Nasreddin Hocanın yol kenarına diken ekerek buradan geçecek hayvanların bırakacağı tüylerle zengin olmayı düşlemesindekine benzer durumda olan ülkeler, yani ileri ülkelerin deyimiyle (ayıp olmasın diye böyle diyorlar sanırım) ''kalkınmakta olan ülkeler'' hep bu taşlı yollarda düşe kalka ilerlemektedirler.. hele bir de çapsız ve akılsız yöneticiler seçmişlerse başlarına, yandı gülüm keten helva...


   İşte Ahşap Konak da genç Cumhuriyetin ilk on ve ondan sonraki on yıllarını da bu şekilde; bir tepede keyif içinde, bir aşağıda sıkıntıda, ama en sonunda da yere çakılarak tamamlamış bulunuyordu.. evin hayalci ve şair ruhlu erkek evladı ve prensesler gibi yetişmiş iki kızı için mutlu günler bitmişti ve şimdi hesap pusulası önlerine uzatılmıştı.. garsonlar yarı kibar yarı mağrur alaycı bir şekilde hesabın ödenmesini bekler haldeydiler...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke