Din/Tarikat

    



   Bir süredir en çok karşılaştığımız ve neredeyse onlarsız günümüz geçmeyen kavramlar üzerinde düşünmeye çalışıyorum.. Din de bunların önde gelenlerinden biri...


   Din konusu belki de insanın ilk düşündüğü konulardan biri.. öyle ya canlılar içinde sadece biz insanlar dünya dediğimiz bu ortama neden geldiğimizi (gönderildiğimizi?) zaman zaman düşünüyoruz.. başka canlılar bunu düşünür mü bilmiyoruz henüz.. bir gün canlıların düşüncelerini okumayı başarırsak (bence çok korkunç bir şey olur ama) onu da öğreneceğiz.. ama şimdilik bunu es geçelim ve o büyük özgüvenimiz ve bencilliğimizle sadece düşünen yaratıkların biz insanlar olduğunu kabul edelim.. işimiz gücümüz olmadığı zamanlar, yapacak başka şey de bulamayınca böyle şeyler düşünüyoruz işte, nereden geldik, nereye gidiyoruz gibilerinden.. antik çağlardan beri hatta belki de çok çok öncelerinden insanlar bunları düşünmüş, hatta bazıları dünyayı ve her şeyi anlamak için önce kendimizi anlayalım bile demişler.. bu anlama çabası hâlâ devam ediyor, ne kadar ilerlediğimiz de ortada.. her neyse, işte kendimizi düşünürken aklımıza böyle şeyler geliyor demek ki.. ben kimim, burada ne işim var, bir misyonum veya görevim var mı, yoksa diğer canlılar gibi doğup büyüyüp, çoğalıp ölmekten başka  yapacağım bir şey yok mu, her şey bu kadar basit olabilir mi.. olmamalı...


   İşte bu gibi düşünceler sonucu insanlar her şeyin bu kadar basit bir açıklaması olamayacağını düşünerek, bütün bu kısaca yaşam dediğimiz dünyaya gelişimizin ve burada başımıza gelenlerin yani hayatımızın bir anlamı olması gerektiğine, bu dünya hayatının daha ciddi sebepleri ve amaçları olması gerektiğine karar vermişler.. en azından bir kısmı diyelim.. insanın içinden çıkamadığı soruların cevabı olarak bazı tahminler ortaya koymak gibi bir özelliği var.. en azından mesele çözümsüz kalmıyor ve rahatlatıcı oluyor tahmin yapmak.. bu sebepten de cevabını bulamadığı bir çok soruya insanların bazıları hikayelerle, bazıları tahminler sonucu geliştirdikleri teorilerle akla yatkın çözümler bulmaya çalışmışlar.. böylece din dediğimiz inanç sistemi ve bu inanç sonucuna göre davranışlarına yön verme, kısacası hayatlarına bir gidişat yönü çizmeye çalışmışlar.. başlarda çok tanrılı dinlerde veya paganizmde olduğu gibi dışımızda daha doğrusu üzerimizde gücü olan bir takım yüce kuvvetlerin çevremizde yani dünyada ve aramızda olduğuna inanırken, zihin ve hayal gücü geliştikçe işin bu kadar basit olamayacağını düşünerek bu üstün kuvvetlerin dışımızda yani uzaklarda yani göklerde olduğunu düşünmeye ve bu doğrultuda inanç sistemlerini geliştirmeye başlamışlar.. bunlara da göksel (semavi) dinler denmiş..


   Burada yine zorunlu bir ara verelim.. böyle tek düze ve sıkıcı bir şekilde ve insanlara bir şeyler öğretmeye çalışır gibi yazmaya başladığımı düşündüm şimdi.. aslında burada ben yine kendimi muhatap alarak ve sadece kendi kendime düşüncelerimi yazmaya ve bu konuda da oldukça tarafsız davranmaya çalışıyorum.. elbette benim de bir dini görüşüm daha doğrusu bir inancım var.. ben burada din denen ve bütün insanları (dindar, dinci, dinsiz, ilgili ilgisiz hepimizi) ister istemez etkileyen kavram hakkında düşüncelerimi yazmaya çalışıyorum.. ''Allah'' hakkındaki görüş ve düşüncelerimi de bundan sonraki bir yazıda yazmaya çalışacağım.. burada kısaca bir şeyi de çıtlatayım; ''Din'' ile ''Allah'' kavramlarının çok farklı şeyler olduğunu, yani din olayını bizim, yani kısıtlı görüş ve felsefemizle biz insanların çıkardığını, Allah kavramının ise bunların dışında yani dinlerden bağımsız ve onların üzerinde bir kavram olduğunu düşünmekteyim...


   Netice olarak din, her ne kadar derin bir felsefi konu gibi görünse de bence tamamen dünyaya ait, daha doğrusu dünyayı öne alan, yaşamayı ve hayat kurallarını önemseyen bir inanç sistemi gibi geliyor bana.. yani din insanlar tarafından, dünyadaki bir çok açıklanamayan olayın mantık ve bilgiyle altından kalkılamayınca kolaylık olsun diye altına süpürüldüğü bir halı gibi.. böylece cevap verilemeyen soruların, uğranılan haksızlık ve adaletsizliklerin. üstesinden gelinemeyen zayıflık ve güçsüzlüklerin insanda yarattığı o bitmeyen vicdan ve yürek sızısını tamir etmek, iyileştirmek için bulunmuş bir çözüm.. hani diyorlar ya bazı filozoflar: Allah olmasaydı insanlar onu icat etmek durumunda kalırlardı.. ya da yine başka şekilde söylenen, ''Din afyondur'' sözleri.. tamamen insanı rahatlatan, ama meseleleri de çöz(e)meyen bir çeşit ilaç din dediğimiz şey.. böylece ister Hinduizm veya diğer uzak doğu ülkeleri dini inanışlarındaki karma ve reenkarnasyon şeklindeki gibi bir yeni veya başka dünya hayatı, ya da göksel dinlerdeki gibi ahiret hayatı tasavvuru sayesinde insanlar çözemedikleri meselelerini, alamadıkları haklarını, göremedikleri adaleti bir şekilde kazanma yolu ya da umudu elde etmiş oluyorlar.. bu açıdan din gerekli bir şey ve başka hiç bir dünyevi ideoloji veya ülkü onun yerini tutmuyor ve tutamaz.. buradan bir dine inanan insanların daha az düşünen, pratik sonuçlara meraklı, daha doğrusu düşünmekten korkan insanların arasında dini inanışların daha kuvvetli olduğu sonucu çıkıyor gibi görünüyor.. buna karşılık: daha zeki,  haydi öyle demeyelim de olaylara daha kuşkucu yaklaşan, sebep sonuç ilişkilerine daha eğilimli, yani kısacası bilimsel yaklaşımı daha ileri kişilerin, yani kısacası sorgulayıcı kişiliği olanların dini inanışlarının da daha zayıf olacağı gibi bir sonuç da çıkıyor gibi geliyor.. ben bu kanıda değilim ama özellikle dini cemaatlerin veya dini inanışları kullanarak insanları yönetmeyi, onlardan yararlanmayı düşünenlerin neden daha çok ilk gruptakileri yani tahsili daha alt seviyede, duygusal yapıda, fazla düşünmeden tepkisel davranan, sorgulamayan ve bağımlı olmayı tercih eden kolaycı ve faydacı insanları tercih ettikleri kolayca ortaya çıkıyor.. bir fikri baştan kabul edip sorgulamadan ve kararları da inandığı bir lidere bırakıp kaderini başkasının ellerine teslim eden insanlar rahatına düşkün ve günübirlik yaşamayı seven insanlardır genellikle.. ama sorgulayan, etrafta neler olup bittiğini anlamaya çalışan, daha doğrusu pek herkese güvenemeyen insanlar temelde huzursuz ve güvensiz insanlardır, onlar kolaycı değildir, daha zeki ve daha analizcidirler, buna karşılık da genellikle sürüden ayrılan, doğruyu söylediği için köyden kovulan, hatta burnu büyük, herşeyi beğenmez diye yaftalanan insanlardır bu ikinci ve genellikle de azınlıkta kalan grup insan.. dolayısıyla bu insanlar basit anlamıyla dine de soğuk bakarlar ve her an her şeyi sorguladıkları için de adları inançsıza, dinsize çıkar kolaylıkla.. dini inanışları kullanan insanların neden ilk gruptaki insanları sevdiği ve onların artmasını istediği kolayca belli oluyor değil mi.. işin daha garip tarafı geçenlerde sanırım bir rektörün söyledikleriydi, bu kişi nasıl rektör olduysa artık, cahil kalmayı, okumamayı bir şekilde kutsar gibi laflar etmişti.. böyle insanların dini inanışlarının daha doğru olduğunu, cennete bunların daha kolay gideceğini çünki inançlarının sağlam olduğunu vs. söylemişti.. aslında belki kullandığı kelimeler tam bunlar değildi ama demek istediği böyleydi.. en azından bana öyle geldi diyeyim.. benim bu fikrin tam karşı tarafında olduğumu, asıl bilen, düşünen, araştıran ya da en azından bu yolda çaba sarfeden insanların inançlarının daha sağlam olacaklarını söylemem belki de gereksiz...


   Şimdi biraz da bu din olgusunu kullanıp başkalarını sömürüp kullanma yolu eden sahtekar ve düzenbazlara değinelim.. ne yazık ki bu zeki ama kendisine yararlı başkalarına zararlı kişiler tıpkı bir virüs veya yok edici başka bir etken gibi insanları dıştan değil, gönüllerinden, beyinlerinden avlayabiliyorlar ve ondan sonra etinden, sütünden. her şeyinden faydalandıkları birer zavallı haline getirebiliyorlar.. son zamanlarda iyice ortaya çıkan (sadece bizim ülkemizde de değil, ama maalesef bizde daha çok görülen biçimde) bu dini cemaat/ tarikat veya sahte (?) şeyh ya da liderlerin yaptıkları iğrenç ve son derece acı veren pislikler, bu ''aydınlık'' çağda bile insanların ne kadar zavallı durumlara düştüğünü gösteriyor.. bütün bunlardan din dediğimiz şeyi mi suçlayalım? ama görüyoruz ki bu bir netice, bir olgu.. trafik kazası olunca otomobili suçlamıyoruz, aracı kullanan sürücüyü suçluyoruz.. doğrusu da bu.. bıçak yerine göre adam öldürür yerine göre hayat kurtarır.. mesele onu kullananda ve kullanış biçiminde.. burada şunu da belirtmeden geçmeyeyim, insanların bir ihtiyacı olan bu din tarikat büyüğü olgusunu, tamamen ruhlara hitap eden, dünyaya ait hiç bir beklentisi ve isteği olmayan guru, tasavvuf üstadı, tarikat önderi gibi artık bu devirlerde ne yazık ki sadece çok kötü örnekleri kalmış o değerli gönül insanlarını tenzih etmek bir borç ve görevdir.. insanların kemale ermesi yani olgunlaşıp kendisini manevi olarak yetiştirmesi, düzgün bir dünya görüşü ve davranış biçimi kazanmaya çalışmasının ne zararı olabilir ki.. bu yola girmiş ve kendisine çok iyi bir rehber bulmuş gönüllere ancak anlayış ve sevgi ile bakılabilir.. eskilerin yolcu, salik dedikleri bu insanlar konumuzun dışındadır, ama ne yazık ki bu rehberler de o insanlar da artık kalmamış gibi görünüyor.. eski zamanlarda insanlar maddi gelişmelerden çok manevi olgunluk ve gelişmeye önem verirlermiş.. şimdi bir lokma bir hırka yaşantısı diye biraz da küçümseyerek baktığımız nice insan bu manevi ilerleme yolundan geçmiş ve mutlu bir hayatı ve iyiliği yakalayabilmişler.. ne mutlu onlara..


   Konuyu şöyle bağlayalım tüm bunlardan sonra bence.. artık modern zamanlarda yaşıyoruz, bilgiye ve tüm eserlere ulaşmak çok kolaylaştı, üstelik o rehberler ve gönül insanları da ne yazık ki yok artık.. öyleyse bütün bunlardan sonra ancak şunu söyleyebiliriz; Herkesin dini kendine.. ayetin dediği gibi; Senin dinin sana, benim dinim bana... ama yine ne yazık ki bu söz o kadar kolay kabul edilmiyor insanlar arasında.. herkes kendi görüşünü empoze etmeye çalışıyor.. sadece kendisinin doğruyu bildiğini düşünüyor ve karşısındakinin de ona uymasını istiyor.. bu meseleyi çözemedikçe de sanırım çekişme devam edip gidecek.. insan olarak birlikte, ama herkesin bir başkasının alanına tecavüz etmeden kendi bildiğince ve görüşünce yaşamasını sağlayamazsak bu tartışmalar hatta sonunda kavga ve savaşlar devam edip gidecek..






Yorumlar

  1. Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Tüm hislerime, düşüncelerime tercüman olmuşsunuz. Her kelimesine katılıyorum. İnsanları koyun gibi gütmek amacıyla kullanılıyor din. Kimsenin Allah/Tanrı inancını sorgulamıyorum. Ben de yaratıcı bir gücün varlığına inanıyorum ancak bu inanç herkesin kendi ile inandığı güç arasında bireysel, özel bir bağ olmalı ve asla toplumsal boyutlara taşınmamalı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim..ne yazık ki diğer başka duygular gibi bu en saf ve içten duygu da kolayca sömürülebiliyor kötü niyetlilerce..sebebini de ben insanlardaki paylaşma ve dayanışma eğilimine bağlıyorum..bireyselleşme geliştikçe bu eğilim azalıyor ve kötüye kullanılma riski de düşüyor gibime geliyor...

      Sil
    2. Din konusunun toplumu bütünsel olarak etkileyen bir olgu olmasını asla anlayamıyorum. Tamamen bireysel bir olgu olmalı hatta sorulması, paylaşılması tabu olmalı bence. Konuyla ilgili tüm kaynaklar topluma açık olsun; isteyenler için başvurup bilgi alabilecekleri görevliler de olabilir tabi ki ama bunun dışında uygulama kısmının kesinlikle yaratıcı ile kişi arasında kalması gerektiğini düşünüyorum. En basit bir namaz kılma ya da oruç tutma eyleminin bile kişiler arasında farklılıklara, fikir ayrılıklarına, tartışma, kutuplaşma gibi şeylere yol açması kaçınılmaz ve bu sebeple bence çok saçma. Din kaynaklı savaşları, çatışmaları ise asla anlayamıyorum. Aklı başında bir insan başka birinin inancına silah zoruyla müdahale etme hakkını kendinde nasıl görebilir acaba? İslam'ın kadınları konumlandırdığı pozisyona girmek dahi istemiyorum. Ben bu din mevzusunu düşününce çok sinirleniyorum gerçekten. Neresinden tutsak elimizde kalır. Kimseye saygısızlık etmek istemiyorum ama bence dinler, gerçekten çoktan aşılması gereken, henüz tam anlamıyla gelişmemiş toplumlarda düzeni sağlayacak kanun, kural, yaptırım...vb. eksikliğinden ortaya çıkmış ama artık "tarihi geçmiş" kurallar, hikayeler bütünü. Saf Allah/Tanrı inancı taşıyıp iyi bir insan olmak için çalışıp çabalayan herkese saygım sonsuz ama bundan ötesi benim için mantıksız.

      Sil
  2. "...ben bu kanıda değilim ama özellikle dini cemaatlerin veya dini inanışları kullanarak insanları yönetmeyi, onlardan yararlanmayı düşünenlerin neden daha çok ilk gruptakileri yani tahsili daha alt seviyede, duygusal yapıda, fazla düşünmeden tepkisel davranan, sorgulamayan ve bağımlı olmayı tercih eden kolaycı ve faydacı insanları tercih ettikleri kolayca ortaya çıkıyor..." cümlenizde hangi kanıya sahip olduğunuzu anlayamadım. Yazdıklarınızın büyük bölümüne katılıyorum. Benim de dini konulara merakım var ve başlığı görünce yazınızı okumak istedim. Evet bir boşluğu doldurmaya çalışıyor din. Fakat bana beyhude bir çaba geliyor bu. Bu konuda yukarıda yorumunu okuduğum Mrs. Kedi'nin yazdıklarına yakın bir düşünce içindeyim. İnsan varoluş nedenini ortaya çıkarana dek Tanrı arayışı devam edecektir. Bilim ile Tanrı savaşında Tanrı ev sahibi olmanın avantajını kullanıyor. Çünkü biri sorgulamayı desteklerken diğeri men ediyor. Bilinmezlerin olduğu bir ortamda bu savaşın galibi belli aslında. Dün seksen bir vilayette yağmur duasına çıkılmış! 21. YY'da yapılan bu ritüelin tamtam dansından ne farkı var? Aristo'lar, Sokrat'lar hala bizim rehberimiz. Ben ve benim gibi düşünenler bir boşluk içindeyiz. Ne bilimin her şeyi açıklayabileceğine var güvenimiz, ne de mevcut inanç senaryolarına yer bulabiliyoruz kendimize...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki meramımı tam açık anlatamamışım diye düşündüm şimdi yazınızın ilk kısmını okuduğumda.. kabaca insanları iki gruba ayırıp, azınlıkta olan grubun: araştıran, soruşturan, şüpheci yani kısacası entelektüel diyebileceğimiz kısımın dine ve inanç sistemlerine de aynı şekilde yaklaştığını, dolayısıyla inançları kullanıp menfaat sağlayanlarca da pek sevilmediğini söylemeye çalışmıştım.. çoğunlukta olduğunu düşündüğüm kolaycı, faydacı ve gelenekçi grup bence bu yüzden böyle insan ve örgütlerin eline daha kolay düşüyor.. gerçi ilk gruptan da merak veya arayış nedeniyle de olsa bu ağlara yakalananlar oluyor ama onlar fazla zarar görmeden kendilerini daha kolay kurtarabiliyorlar anlatmaya çalıştığım özellikleri sayesinde bu çıkarcı şebekelerin elinden.. Tanrı hakkında herkesin apayrı tasavvurları olduğunu baştan kabul ediyorum, zaten o yüzden din ve tarikat ile Tanrı ya da benim tercih ettiğim kelime ile Allah kavramını baştan ayrı tuttum ve bu yazıda o konudan uzak durmaya çalıştım.. ilk bakışta ikisi de birbirine bağlı gibi görünüyor ama benim şahsi görüşüm -ki oldukça kalabalık olduğunu düşündüğüm insanların da böyle düşündüğünü tahmin ediyorum- din ve Allah birbirinden tamamen farklı konular.. burada deizme yakın duruyorum gibi bir görünüm olmasına rağmen sizin de dediğiniz gibi 21. yüzyıla yakışan bir düşünce sisteminin şekillenmeye başladığını da hissediyorum doğrusu.. Tanrının bilime karşı olduğu gibi bir kanaate de karşıyım, çünki bilim olmazsa Tanrı insanlara kendisini nasıl anlatacak, varlığını nasıl gösterecek diye düşünüyorum.. cahil diye nitelenen insanların inanışları güçlü ve tanrı sevgisi de daha çok olabilir, ama bilgili insanın Tanrı tasavvurunu ve anlayışını tercih ederim doğrusu.. mekanizmasını ve nasıl olduğunu şimdilik tamamıyla bilemediğimiz bir çok olayın (mesela yağmurun yağmasının, küresel iklim değişikliklerinin hatta son virüs salgınında olduğu gibi çözülemeyen sağlık sorunlarımızın vs.) açıklanmasında ve çözümünde Tanrıya başvurmamızın ve yakarmamızın en azından rahatlatıcı ve ümit verici yönünü de hafife almamak gerekir diye düşünüyorum.. bu da az bir şey değil şu sıkıntılı günlerimizde bana göre.. kısacası dini inançlar insanların rahatlamasına yardım ediyor ama bilimin ilerlemesine ve araştırmaya mani olur hale geldiğinde de orada dur demek gerekiyor, bence laiklik de tam bu işte.. Allah kavramı bütün bunlardan ayrı, bilmem bu konudaki fikir ve düşüncelerimi toparlayabilecek ve yazabilecek miyim.. salgın nedeniyle eve kapandığımız zaman daha çok okumaya, düşünmeye ve yazmaya fırsat bulurum sanıyordum, ama ne yazık ki gerçek böyle çıkmadı, bir türlü bu hedefe varamadım, hatta daha bile uzaklaştım gibi geliyor.. bunun da nedeninin düşünmek lazım.. hepsini açıklayan bir teori bulabilseydik ne güzel olurdu.. içimizde bu boşluk duygusu ne yazık ki -veya ne iyi ki- var.. o sayede düşünüp neticeler çıkarmaya çabalamaya devam ediyoruz.. sağlıklı günler dileklerimle...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke