Kandilkaya-2

 



   Çıt, Çıt, Çıt... çıtır çıtır çıtır çıtır.....


   Ortalık zifiri karanlık ve aniden bir makine çıtırtısı duymaya başlıyor.. oysa biraz öncesine kadar karanlık ve sessizlikten başka hiç bir şey yoktu.. bu sürenin de ne kadar sürdüğünü bile bilmiyordu.. bir koltukta oturduğunu hayal etti.. belki de yatar durumda tavana bakar haldeydi kim bilir.. neredeydi acaba.. hani gecenin bir yarısında birden karanlık bir yerde gözünüzü açarsınız ve bir an için nerede, nasıl bir durumda olduğunuzun ayırdında olamazsınız ya.. o anda zaman ve mekan bilinci kaybolmuştur adeta.. sadece kendisinin farkında ama onun dışında hiç bir şey hakkında bir fikri yoktur insanın.. sonra yavaş yavaş içinde bulunduğun yer hakkında, ondan sonra da dünyada bulunduğun yer hakkında bir fikir edinmeye veya tahminde bulunmaya başlarsın.. işte o da tam  böyle bir haldeyken yukarıdakine benzer sesler duymaya başladı.. ses sanki bir dişlinin belli bir ritimle dönerken bir başka dişliyi hareket ettirmesi sonucu çıkan seslere benziyordu.. biraz sonra tepesinde bir ışık oyunu başlar gibi olunca durum hakkında biraz daha fikir sahibi oldu.. önce kuzey kutbu yakınlarında görülen kuzey ışıkları gösterisi gibi geldi ona ışıkların oyunu, ama biraz sonra arkasından bir yerden sanki bir noktadan çıkıp ilerledikçe genişleyip dağılan bir ışık huzmesi olduğunu anladı.. hemen arkasından da bunun bir sinema ışığı olduğunu çıkardı.. arkasındaki çok da uzak olmayan bir yerde bir sinema makinası vardı ve bu makina şimdi film bobinlerinin takılı olduğu makaraları döndürmeye ve ışık kaynağından gelen kuvvetli ışığın bu film kareleri üzerinden geçerken renk ve hareket kazanarak ilerideki beyaz perdeye görüntüleri göndermeye başlamıştı.. ortam hala çok sessizdi.. ışık oyunları ve tekdüze makara hareketi sesleri dışında başka ses yoktu.. biraz etrafına bakındı, ortamda kendisinden başka hiç bir kimsenin hatta canlının olmadığını fark etti.. ya da vardılar da o görmüyordu şimdilik.. sanki şimdi çok eskilerde kalmış olan sessiz bir film gösterisini izliyor gibiydi.. sadece ilerideki perdenin üzerinde ışık hareket ediyordu.. dikkatini oraya verip neyin gösterildiğini anlamaya çalıştı..


   Daha durumu tam anlayamamışken birden aklına bu film gösterisini kimin yaptığı, daha doğrusu sinema makinasını kimin çalıştırdığı sorusu geldi.. öyle ya ortada bir sinema makinası var ve bu şimdi çalışmaya başlamışsa bunu bir de çalıştıran kişi, yani eskilerin deyimiyle bir makinist olsa gerekti.. makinist olmadan kim bu film bobinlerini makinaya takacak, sonra ışık kaynağını yakacak, makaraları döndürmeye başlayıp ışığı perdeye odaklayacak ve merceği ayarlayarak seyredenlerin rahatça filmi veya gösterilen her neyse onu rahatça görmelerini sağlayacaktı ki?.. biri vardı muhakkak.. ama o kişi her zamanki gibi makina dairesinde sessizce yerini almış ve alışkın hareketlerle gösteriyi başlatmıştı işte..


   Acaba bu makinist Nusret enişte olabilir mi?.. muhakkak odur.. zaten tanıdığı başka makinist de yoktu.. kimdi bu Nusret enişte?.. Nalan halanın kocası.. hani gençliğinde babasıyla dillere destan bir aşk yaşayan, ama sonra nedense onunla evlenmeyip, sonra da bu Nusret enişteyle evlenip, babasını hayal kırıklığı ve acılar içinde bırakan, o endamlı boylu poslu güzel Nalan hala.. çerkez ırkının bütün özelliklerini taşıyan, hafif yanık sesli, güzel gözlü ve hoş dudaklı Nalan hala.. babasıyla uzaktan akraba olan bu genç kız ilk gençlik zamanlarında sık sık onlarda yatıya kalır, iki öz halasıyla çok samimi hatta sırdaş bir kadındır.. bu hali ölümlerine kadar da devam edecektir.. ama işte nedense herkesçe beklenen evlilik gerçekleşmemiştir.. sebebi de hiç bir zaman öğrenilemeyecektir.. hatta bu herkesin bildiği aşk hikayesi bile, kendisinden iki yaş küçük, ama cinsinden dolayı böyle meselelere doğal ilgisi olan kız kardeşi tarafından halaların kendi aralarındaki konuşmalardan akıl yürütmeler ve incelikli sorular sorularak uzunca bir emek ve zaman harcama sonrası öğrenilebilmiştir.. ama bu zaferini babasına keyifle soran kız kardeşe ( -Baba; Nalan teyze ile evlenseydin annemiz o olacaktı değil mi, üstelik o annemden daha güzel, niye onunla evlenmedin?!.. sorusuna babaları ne diyeceğini bilemez şekilde yutkunarak bir cevap ararken, hemen o meseleye atlayarak; - Aptal! babamız onunla evlenseydi biz olmazdık ki, çocukları başka birileri olurdu, bizim annemiz başkasıyla evlenirdi o zaman onun çocukları biz olurduk!.. şeklinde oldukça mantıklı bir cevap vermiş ve hem babasını zor durumda kalmaktan bilmeyerek de olsa kurtarmış ve hem de annesinin gururunu ve şerefini kurtarmıştı kendisince..) sert bir şekilde müdahale ederek bu zevkli ama tehlikeli konuyu bilmeden de olsa kapatmıştı.. işte Nalan halanın kocası olan ve devamlı sigara içen bu adam (Nalan hala da devamlı sigara içerdi bu arada, sanki aralarında sigara içme yarışı vardı, oysa onların evinde kimse sigara içmezdi.. yok yok düzeltelim, sadece çok seyrek içilirdi.. bir misafir sigara istediği zaman ayıp olmasın diye onunla birlikte bir sigara tellendirirdi büyükler..) çalıştırıyordu galiba bu sinema makinasını.. arkasındaki sinema motor dairesinin kopkoyu bir sigara dumanı içinde olduğunu, ışıkların bu duman içinde renk ve hareket oyunları yaptığını düşündü şimdi de..


   Sonra bu düşünceleri bırakıp sinema perdesine bakmayı akıl etti.. birden gözleri faltaşı gibi açıldı...


   Evet perdede Nusret enişte görünüyordu şimdi.. bir sinema makinasının yanında sigara tüttürerek oturuyor, düşünceli bir şekilde etrafına bakınıyordu.. sinema makinası tekdüze dişli sesleri çıkartarak çalışıyor, objektiften çıkan kuvvetli ama ne olduğu belirsiz ışık hareketi önce motor odasının önündeki camdan geçiyor, sonra oradan dışarı ilerliyerek öndeki perdenin üzerine düşüyordu.. Nusret enişte bu esnada sadece sigara içiyor ve bir şeyler düşünüyordu.. nasıl oluyordu bu acaba.. biraz önce Nusret enişteyi düşünmüştü, şimdi de onu ve odasını perdede izliyordu.. hiç bir şey anlamdı bu şaşırtıcı işten..


   Ama biraz sonra bir şaşırtıcı şey daha oldu.. bu kez o güzel Nalan hala perdedeydi.. o da elinde bir sigara, gözlerini süzerek biçimli ve ince dudaklarının arasından sigara dumanını üflüyordu ileri doğru.. o anda babasını gördü sahnede bu defa.. babası romantik bir jön gibi geldi Nalan halanın yanına ve beline kollarını doladı ve biraz sonra da ikisi Amerikan filmlerinde çok gördüğümüz şekilde dudak dudağa geldiler.. ama bu sahneyi düşünmek istemiyordu şimdi.. film birden koptu sanki.. görüntü o şekilde kaldı.. seyircilerin Makinist! diye bağırmalarını bekledi.. ama ortada ne seyirci ne de makinist vardı şimdi.. sahnenin değişmesi gerekiyordu anlaşılan...


   Yavaş yavaş anlamaya başladı.. o ne düşünüyorsa o anda sahnede onu görüyordu.. önce bundan neredeyse bir korku ve tedirginlik duydu, ama biraz sonra da hoşuna gitmeye başladı bu yeteneği. hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçecekti anladığı kadarıyla.. ölümle burun buruna gelip sonradan hayata dönenlerin çoğu bundan bahsetmişti; ''o anda tüm hayatım gözlerimin önünden bir film gibi geçti'' demişlerdi çoğu, ilginç bir şekilde.. demek bu da doğruydu...


   Şimdi aklına birden Kandilkaya geldi.. neden o beyaz kayalardan oluşmuş dağ aklına gelmişti ki şu anda.. bilemedi.. çok önceleri okuduğu Thomas Mann'ın Büyülü Dağ romanını hatırladı.. perdede önce Kandilkaya görülmüş, hemen de arkasından Hans Kastorp'un tırmanmakta olduğu bembeyaz ve bu nedenle de Kandilkaya'ya çok benzeyen koca dağ gelmişti şimdi sahneye....


   Aslında herkes kendi Büyülü Dağına tırmanır... diye geçirdi içinden...












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke