Ahşap Konak-19

 



   Dedemi ilk tanıdığım zamanları hatırlamaya çalışıyorum şimdi.. o öldüğünde ben daha altı yaşıma bile girmemişim şimdi hesap ediyorum da.. sanırım sert ve sinirli bir yaşlı adam olarak görmüşüm onu.. bir tarafı felçli, zar zor konuşup derdini anlatmaya çalışan, o yüzden de kelimeleri iyi telaffuz edemediği, cümleleri doğru dürüst kuramadığı için karşı tarafa derdini anlatamayan, sonunda da daha sinirlenip bağırmaya çalışan, yani kısaca çevresine sıkıntı ve eziyetten başka bir şey veremiyen bir adam düşünün.. işte o koskoca Ahşap Konağın bir zamanlar her şeye hükmeden, istediği her şeyi yapabilen kudretli reisinin düştüğü bu acı durumu anlamak hiç de zor değildir sanırım.. ilk ve tek torunu olduğum ve tüm ilgiyi ve sevgiyi üzerime çektiğim için belki de beni kıskanan bu zavallı yaşlı adam, artık evin bir köşesinde oturan ve en basit ihtiyaçları için bile başkalarından yardım bekleyen bir durumdaydı ve dede ile torun hiç bir zaman o mutlu dede torun ilişkisini yaşamayacaklardı.. yeni doğduğu günlerde biraz olsun torun sevgisini ve kokusunu alabilmiş bu adam ne yazık ki kısa zaman sonra gelen hastalıklar ve kalıcı sonuçları yüzünden bu mutlu dönemi de tam yaşayamamıştı..


   Ahşap konağı, içinde ömürlerinin çoğunu veya bir kısmını geçirenleri, o zamanki memleketin yaşadıklarını anlatmaya çalıştığım bu yazı dizisinin sonuna yaklaştığımı hissediyorum artık.. Konakların da tıpkı insanlar gibi bir hayatı olduğunu düşünüyorum şimdi.. dahası konağın inşa edildiği o topraklar üzerindeki tüm canlılar ve cansızların da geçip giden zaman içinde kaderlerine ne düştüyse artık, onları yaşadıklarını ve belki de bir rüya görmüşçesine bunları hafızalarına bir şekilde nakşettiklerini düşünüyorum.. bu nedenle o geçip giden zaman içinde, o coğrafyada, kendi kaderinin çizdiği yolunda giden herkesi, o konağa girip çıkanları, o konakta ömürlerini geçiren kedileri hatta fareleri, o konağa yakın komşu diğer konak veya evceğizlerde yaşanan hayatların hepsini bir arada gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum şimdi.. ne yazık ki insan hafızası nisyan ile malüldür demişler, ancak çok çok az bir kısmı hatırlanabiliyor bütün bunların, kalan gri ve karanlık bölgeleri de kendimize göre hikayeleştirmeye çalışarak tamamlamaya çalışıyoruz..


   Ahşap konağın asıl sahibi, kısacası efendisi olan ve benim de hayal meyal hatırladığım dedem olan kişi: bu yazı dizisinin asıl kahramanı olsa da yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bu hikayenin onun kadar önemli diğer kahramanlarını da anlatmaya çalışacağım bundan sonraki satırlarda.. ama ister istemez -konunun dışına da taşmamak amacıyla- bunlar genel tasvirler ve yorumlar olacak kalacak.. burada benim asıl anlatmaya çalıştığım şey ahşap konağın kendisi ve yaşamı.. insan bedeni de bir kafes veya konak değil midir.. içinde can veya ruh dediğimiz, bu bedeni şenlendiren kuşun yaşadığı bir kafes gibi düşünüyorum bedenlerimizi de.. nasıl kuş uçup gittiğinde artık kafesin bomboş ve anlamsız kalması gibi, konaklar da öyle ancak içlerinde yaşayan insanlar, hatta kediler ve farelerle, hatta içinde yaşadığına inanılan hayaletler ve diğer bilmediğimiz sakinleriyle bir arada olunca hayat bulan mekanlardır.. insanlarla konakların bu açıdan aralarındaki terk fark, insanlar ,ç,nde hayatlarını geçirdikleri konakları zamanı gelince istiyerek ve bilinçli olarak -ki bu konuda da şüpheliyim, zamanının geldiğini nasıl anlıyoruz, bilerek mi karar veriyoruz tam olarak buna emin değilim- boşaltırken, kendi beden konaklarını boşaltmalarının zamanı gelince pek de o kadar kolay ve isteyerek terk etmiyorlar.. hatta o kafesten çıkıp uçmaktan korkuyorlar belki de, tıpkı uzun süre uçmamış kafes kuşlarının kapısı açıldığı halde kafeslerinden çıkmaktan korkmaları gibi.. ama bir zaman geliyor uçma zamanının geldiğini sonunda bir şekilde anlıyorsun.. kim bilir belki de ben artık uçma zamanımın yaklaşmakta olduğunu hissettiğim için bu anıları yazmak istiyorumdur.. bu yazıları niçin yazıyorum diye düşündüğümde bu cevaplar geliyor aklıma işte.. peki kimin için yazıyorum diye düşündüğümde de en başta kendim için diye cevaplıyorum.. bunları yazmaktan bir şekilde zevk alıyorum, yazarken yeniden o zamanlara dönmüş gibi hissediyorum, ayrıca bunları yazmayı biraz da sanki görev gibi hissediyorum.. tabi bütün bunlardan sonra da merak edip okuyanlara bir masal gibi anlatmak istiyorum o artık hayaller dünyasında kalmış zamanları..


   Ömrümün ilk onsekiz yılını bizzat içinde yaşayarak, sonraki on yılını da tahsil ve yuvadan uçma zamanının gelmesi nedeniyle ayrıldığım ama uzaktan da olsa o konağı anılarımda yaşattığım hayatımın ilk yirmisekiz otuz yılı da aslında ahşap konağın son otuz yıllık hayatıymış ama bilmiyormuşum ben.. yüz seneyi geçmiş hayatının sonunda yapsatçıların eline düşmeden önce neler neler yaşamıştı bu ahşap konak.. tıpkı başlarda yaşadığı görkemli hayattan sonra duraklama ve çöküş devresine girmiş bir imparatorluk gibi, gittikçe sönükleşen hayatının son elli yılında önce varislerden birinin kendi payına düşen kısmı başka bir aileye satması sonucu ortadaki duvarlarla ikiye bölünerek ilk büyük darbeyi yemiş, daha sonra zaman içindeki değişimlerin sonucu gittikçe ihtişamlı yaşamadan uzaklaşan aile ile birlikte o da artık anılarına dalmış, yaklaşan kaçınılmaz sonunu hisseden ve tevekkülle bekleyen ihtiyarlar gibi durgun ve suskun bir hale bürünmüştü.. konağın ölümünü anlatmadan önce kısaca konak ahalisini de anlatarak bu bölümü bitirmek istiyorum.. ilk önce konağa gelen ilk gelin olan ve artık fırtınalı geçmiş bir hayattan sonra konağa dönen yeni efendinin sığındığı sakin liman olan kadına, yani babaanneme ayıracağım bundan sonraki satırları, daha sonrada onun evlatlarına sıra gelecek sonra da konağın görkemli bir hayattan sonra nasıl sessiz sedasız bir şekilde hayatının sona erdiğini anlatmaya çalışacağım...



     




Yorumlar

  1. Kesinlikle evlerin bir ruhu olduğuna inanıyorum. ruhlu ev saçmalığına değil de, evin kendine özgü bir hissiyatı, bir koku harmanı, bir ses / sessizlik düzeyi, bir aydınlık ya da loşluk algısı, kısacası evi diğer evlerden ayıran bir ruh hali olduğuna inanıyorum. Tanımadığım bu konuağı da betimlemendenden koklamış, duymuş gibi hissediyorum. Bir de halanızın evindeki tiktak saat beni çok etkilemişti çocukken, o evin sessizliğinde ve zamanı ağır geçiren yapısında belki bu konaktan "gelen" bir his de vardır bilmiyorum yanılıyor muyum?

    YanıtlaSil
  2. Evet.. evlerin, daha doğrusu hemen hemen tamamı ağaçtan yapılmış, dolayısıyla bir zamanlar da olsa canlı olmuş malzemelerin kullanıldığı ahşap konakların bir ruhu olduğuna ben de inanıyorum.. hatta o evlerde hayaletler, yatırlar olduğuna, o evde ömrünü geçirmiş büyüklerin zaman zaman o eve geldiğine, odalarda dolaştığına inanılırdı benim anlatmaya çalıştığım zamanlarda.. bunlar da çok olağan görülürdü ayrıca.. bu hikayelerle büyüyen çocuklar da ister istemez evin ruhuna, ruhaniyetine aşina olurlardı.. evet, o evlerde zaman da kendine özgü bir akış hızıyla geçerdi, tıpkı durgun ve artık denize yaklaşmış olduğunun bilincinde olan nehirlerdeki suyun akışı gibi..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke