Muhasebe

 


   Bir kaç gün önce merak ettim bu Blogger aleminde bugüne kadar neler yapmışım diye.. baktım da bir yılı geçmiş bile bu macera başlayalı.. yayın sayısı da yüzü geçmiş hey maşallah.. irili ufaklı epeyi bir şeyler karalamışım.. o zaman kendi kendime bir yıl sonu muhasebesi yapayım dedim.. öyle ya son zamanlarda biraz uzaklaşsam da epeyi emek vermişim bu mecraya.. okuma listemde bir kaç Bloggeri de izlemeye almıştım.. şaşırarak ve gıpta ile bir de baktım ki onlar neler yazmışlar neler.. nasıl bu kadar zaman buluyorlar helal olsun onlara dedim ve alkışladım kendilerini.. bu alemde daha nice yazar vardır, kendilerini tanımasam da çabalarını kutluyorum, elimden gelse hepsini de okumak üzerlerinde düşünmek isterdim.. ama benim gibi, özellikle şu sıralarda oldukça boş zamanı olan bir adam bile yazmaya ve okumaya bu kadar az zaman ayırıyorsa sanırım çoğu genç yaşında olan yazarlar kim bilir nasıl bir emek ve zaman harcıyorlar ve zaman yaratıyorlar bu iş için diye düşündüm.. onları alkışladım, kendime de ufak bir hımmm! bakışı fırlattım.. ama sonra da anladım ki bu iş bir zaman meselesi değil.. sevgi ve hatta fedakarlık meselesi.. bir kere daha tüm Bloggerleri tebrik ediyorum.. kalemleri ve tuşları, parmakları sağolsun, varolsun...


   Zoraki Blogger diye boşa isim koymamışım demek ki kendime.. biliyormuşum sanki bu alemde çoook gerilerden koşacağımı, koşma değil yürüme hatta aheste aheste gezinme desek daha doğru olacak da her neyse bu mecrada ben de kendimce önemli veya anlatılacak bulduğum bir şeyler yapmışım yine de.. ismimi hak etmişim gibi geldi.. o zaman diyeceksiniz: madem zoraki yapıyorsun, yapma o zaman bu işi, zorlayan mı var.. siz de haklısınız, ama az da olsa benim de söyleyeceklerim bir şeyler olmuş işte.. ta başta dediğim gibi bu ırmağa ben de kendi kendime yaptığım küçük kağıttan kayıkları az da olsa, seyrek de olsa atmışım, diğer süslü gösterişli kayıklar hatta gemilerin arasına.. yer çok.. bana da yer çıkmış işte.. belki bundan sonra da, ara sıra da olsa, yine küçük kayıklar yapar atarım kim bilir.. 


   Son aylarda sanki biraz daha tembellik arttı gibi hissediyorum bu konuda bende.. halbuki tersi olması lazımdı.. pandemi nedeniyle evde daha çok zaman geçiriyoruz mecburen. ben de başlarda bu pandemi sayesinde daha çok yazmaya ve okumaya vakit ayırırım diye düşünmüştüm.. ama kazın ayağı öyle değilmiş.. belki de benim kazımın ayağıdır sadece öyle olmayan, onu da bilemem.. bu zaman içinde okumaya daha çok vakit ayırabildim gibi.. ama yazmaya gelince nedense orada biraz geri kaldım gibi.. belki de bu durgun ve tekdüze, olaysız geçen günler, insanda yazacak şeyler de bırakmıyordur ne bileyim.. hep aynı haberler, olaylar, kasvetli görünümler insanda yazma coşkusunu köreltiyor gibi.. bunalımlı hayatları, düşünceleri anlatabilenler için tam biçilmiş kaftan bu zamanlar, ama nedense bana ters etki ediyor.. karakterim kötü şeyler düşünmeme mi engel, yoksa iyi şeyler duyma ve hissetme isteği midir bilemem, ama içinde bulunduğumuz bu zamanlar bana kötümser, sıkıntılı ve hatta bunalımlı şeylerden uzaklaşma, kaçma isteği veriyor.. kötücül düşünceler zaten sıkıyor içimi ve bunları dışarı vurup bir de ben insanları sıkmayayım ruhsal durumlarına bir de ben bombardıman yapmamayayım diyorum sanki.. yapım pek müsait değil buna.. sanırım...


   Ama öte yandan baktım da yazılarımın çoğunda bir hüzün, başarılamamış bir şeylerin veya sonu pek de iyi gelmeyen yaşantıların hikayesi var gibi.. bunları insanlara eziyet olsun, üzülsünler iç çeksinler diye yazmıyorum elbette.. ama şimdi düşündüm de sanki bunları insanları üzmemek için yazmışım gibi geldi bana. bunları böyle güzel başlayan şeyler öyle devam etseydi, acı olaylar olmasaydı ne güzel olurdu düşüncesiyle yazmışım sanki.. biraz daha derin düşündüğümde, insanların ne kadar saf ve neredeyse gelişen olaylar karşısında ne kadar zavallı olduklarını, başlarına gelen şeylerin, kısacası kader dediğimiz şeyin karşısında nasıl da korumasız ve güçsüz olduklarını anlatmaya çalışmışım gibi geldi.. yani sanki insanlara çok da üzülmemelerini, başlarına gelenlerde o kadar da suçlu veya sorumlu olmadıklarını anlatmaya çalışmışım galiba.. başkaları için önemsiz hatta bir çok insanın dönüp de bakmaya ilgilenmeye değer bulmadıkları o küçük hayatların, umutların, düş kırıklıklarının aslında hayatın bir parçası, yaşanması gereken birer deneyim olduğunu anlatmak istemişim sanki.. bu bana kötümser gelmiyor, sadece anlayışla karşılanması gereken bir gerçek olduğu, herkesin böyle deneyim ve sıkıntılardan geçtiği hatta geçmesi gerektiği düşüncesini veriyor.. sonunda hepimizin iyi kötü, az çok, tatlı ve acı hatıralarımız olduğunu, kısacası hayat dediğimiz şeyin de zaten bu olduğunu, neticede de başa gelen şeylere o kadar da üzülmememiz gerektiği, hatta bunların olgunlaşmak için gerekli bile olduğu, olan biten her şeye anlayış ve tevekkülle bakmamız gerektiği gibi bir neticeye vardırıyor beni.. yani bunu anlatmaya çalışmışım sanki yazılarımın çoğunda.. 


   Bu pandeminin başladığı sıralarda yazdığım yazıya da baktım,, o günlerdeki düşüncelerimin de oldukça isabetli olduğunu gördüm.. ama insanlıktan beklediğim olumlu yöndeki değişimler henüz başlamamış.. orada biraz aceleci davranmışım galiba.. yani orada da iyimser tarafta kalmışım.. hala da iyimserim.. eninde sonunda bu pandemi bize anlatmak istediğini anlatacak, daha doğrusu biz anlamamız gerekeni anlayacağız.. biraz geç ve güç olacak, ama bence emareleri var.. hatta yıl bitmeden de görülmeye başlandı.. yine hemen bütün şeyler gibi medeni ve her şeyi dünyaya dikte eden ülkelerde başladı bu değişim.. sudaki halkalar gibi yayılacak tüm dünyaya.. inanıyorum...


   İşte bu duygu ve düşüncelerle, özet olarak ve sonuç olarak bu yılı oldukça hasarlı atlatsak da gelecek yıldan ümitliyim ve her şeyin daha iyi olacağına inanıyorum.. yeni yılın başta ülkemize ve tüm insanlığa hayırlı olmasını, sağlık ve iyilikler getirmesini diliyorum...




Yorumlar

  1. Babacığım iyi ki varsın!
    Seninle iki farklı dilde aynı anda okumaya başlayıp, benim bir türlü ilk bölümü geçemediğim seninse son bölümlere geldiğin şu malum kitapta (bitirince belki bahsedersin diye yazmadım ismini) daha dün Milgered genç Ferguson’a yunanca “psyche” kelimesinin iki anlama geldiğini söyledi: insan ruhu ve kelebek. Ve şöyle devam etti, aslında özde ikisi de çok benziyor, kelebek nasıl kozadan ancak emek sonucu çıkar ve daha yüce ve özgür bir varlık olarak devam ederse hayatına, ruh da ancak bazı zorluklar ve sıkıntılar çekerek bir üst varlık aşamasına geçebilir ve ancak baza talihsizlikler ve mücadeleler vererek özgürleşebilir.... Ne kadar güzel bir anlatımdır bu!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu ruh konusu insan düşüncesini sürekli meşgul eden ama sonuca da pek ulaşılamayan bir konu.. o yüzden mitolojiye ve dinlere hatta felsefi yazılara bel bağlıyoruz .. ruhun kozadaki bir kelebeğe benzetilmesi de hem ilginç hem de tanıdık geliyor bana bu yüzden..
      Beraber okuduğumuz kitaba gelince evet geçtiğimiz yılın son gününde bitirebildim 1126 sayfalık 4321 i.. Paul Auster kendine has üslubuyla gençliğini, daha doğrusu hayatının ilk 25 yılını ilginç bir şekilde irdelemiş.. daha da fazla yazmayıp okuma zevkini ve merakını kaçırmak istemiyorum.. sen de bitirdiğinde üzerinde konuşalım.. okumak güzel şey.. ben özellikle kişisel anlatımları, hatırat ve biyografileri sevdiğim için bu kitabı da sevdim.. çeviren Seçkin Selvi de çok iyi bir çeviri yapmış eline sağlık.. İngilizcesi zorluyor mu?..
      2021'de de iyi okumalar ve verimli yazmalar dileğiyle...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke