Sevgi/Nefret

 


     Dostluk/yalnızlık üzerine düşünürken nedense bilmiyorum, sevgi kavramı aklıma düştü.. hemen sonra da onun tam tersi gibi görünen nefret.. galiba ying/yang teorisi, daha doğrusu gerçeği, hemen her yerde ve hatta duygular ve fikirlerde bile geçerli.. dostluk sevgi ile besleniyor ve güçleniyor, düşmanlık ve nefret ise sevgi azalınca ortaya çıkıyor.. sevgisizlikten beslenip güç alıyor.. işin garip tarafı da biri diğerine çok kolayca dönüşebiliyor ya da birbirlerini büyütüp besleyebiliyor.. tıpkı küçük çocukların oyunlarında olduğu gibi her an en sevdikleri arkadaşlarının, aniden veya belki de bir ihtiyaç gibi ortaya çıkıveren bir duyguyla en nefret ettikleri arkadaşları haline gelivermesi gibi.. ama insanlar büyüyünce ne yazık ki oyunlardaki gibi kısa süreli ve geçici olmuyor bu sevgi nefret sarmalı.. bazen birbirini çok seven, neredeyse uğruna ölümü göze alan dostlar; bir bakıyorsunuz can düşmanı olmuşlar, o eski günlerini unutuvermişler, neredeyse birbirlerinin kanına canına susamışlar.. acaba nasıl bir şeydir bu sevgi, nefret duygusu.. nasıl böyle en tepeden en aşağıya düşüveriyor, zaman nasıl etkiliyor bu duyguları.. neler yol açıyor bu yol arkadaşlığında insanları birbirine yaklaşma uzaklaşma durumuna.. kaçınılmaz bir şey mi bu sevgi ve nefret durumu, hatta sarmalı...


     Sevgi bir ihtiyaç mıdır?.. evet bence öyledir.. sevgi vermek ve almak isteriz etrafımızdaki insanlardan, canlılardan hatta bitki veya cansızlardan.. demek ki bu doyum bekleyen bir ihtiyaç.. ama karşılık beklemeden olanı daha güzel ve değerli galiba.. öteki alışverişe girer ve kar zarar hesabı işin içine karışınca günün sonunda hesap gelir önünüze.. hesap yapınca da tatminsizlikler, hayal kırıklıkları, beklentilerin karşılanma oranları vesaire iş bir matematiğe ve istatistiğe döner ki zaten o arada sevgi denen şey buhar olup uçmuştur çoktan.. hatta yavaştan nefret duygusu kendisini göstermeye bile başlamıştır.. 


     Acaba nefret bir şeyler bekleyip, umup, sonradan da bunların istediğin kadar veya beklediğin kadar olmaması sonucu mu ortaya çıkmaktadır?.. öyle ya sevgi insanın içinde yani doğasında vardır.. insan doğduğuna annesinden, çevresinden kısacası görüp hissettiği her şeyden sevgi duyguları almaktadır.. en azından çok büyük çoğunlukta böyledir.. -umarım böyledir-.. demek ki sevgi önce geliyor ve öğreniliyor, sonra nefret geliyor veya öğreniliyor genellikle.. ya da ben öyle düşünüyorum.. yani asıl olan sevgidir bence.. nefret; tatmin edil(e)memiş sevgi ihtiyacı sonucu ortaya çıkan bir duygu, yine bence.. ama sanki nefret daha güçlü bir duygu.. en azından sevgiyi kolayca yenebildiğine göre daha güçlü ondan.. hiç olmazsa kısa veya daha uzunca bir süre sevginin yerini alabiliyor.. ama yine bence sevgi ne kadar bastırılırsa bastırılsın nefret duygusu tarafından, yine de ölmüyor, hayatiyetini devam ettiriyor.. ama şekil ve yön değiştiriyor, ama sessizleşiyor, bir şekilde hayatta kalmayı başarıyor.. çünki bence sevgi yaşama içgüdüsünü besleyen en büyük kuvvet.. o olmazsa insan yaşayamaz gibi geliyor bana.. hatta bütün canlılar hatta bitkiler bile.. sevgi olmadan yaşayamaz.. çünki anlamı kalmaz ki o zaman hayatın.. sevgi olmazsa niçin yaşamalı ki..


     Ama bir şekilde nefret de yaşamanın itici gücü gibi öte yandan.. çünki nefretten beslenen insanlar da görüyoruz etrafımızda.. ne yazık ki bu tür insanlar artıyor gibi aynı zamanda.. sevgi yerine nefret duygusundan daha kolay besleniyor sanki bazıları.. özellikle liderlerin(!) bir kısmı son zamanlarda giderek daha çok nefretten beslenmeye, oradan güç toplamaya insanları peşlerinden sürüklemeye başladılar sanki.. sürükledikleri yerin felaket olduğunu insanlar görmüyor mu acaba diye düşünüyorsunuz ister istemez.. onlar adına, dolayısıyla insanlık ve kendi adınıza üzülüyorsunuz, korkuyorsunuz bu gidişattan.. ama ne yazık ki böyle bir durum var.. tarih boyunca da hep bu tip liderler olmuş ve neredeyse tarihi bunlar yazmış sanki.. katliamlar, soykırımlar, talan etmeler, yakıp yıkmalar, hep nefret duygusu yüzünden değil midir.. nefret yerine sevgi hakim olsa insanın nasıl eli varır bunlara.. sevgi duyan insan herkese, hatta kendisine kötülük yapmak isteyene bile sevgi ile bakar, hadi o kadar olmasa da anlayış ve acıma ile bakar.. onun adına üzülür.. ama nefret etmez.. edemez.. ama sevgi azalırsa o da o anafora kapılır; birbirinden, hatta kendisinden bile nefret edecek hale gelir.. yaratıkların en aşağısına, en sefiline dönüşüverir insan.. ne kadar acı.. ama ne yazık ki tarihimiz, yani insanlık tarihi hep bunları anlatıyor.. kutsal kitaplarda bile sevgi nefret ilişkisi ta Habil/Kabil den beri var.. yani Ademin oğulları arasında bile nefret olduğu ve ilk cinayetin de onlar arasında işlendiğini görüyoruz.. bu ilk cinayetin nefret yüzünden daha doğrusu sevgi ve beğenilme ihtiyacı tatmin edilmemiş kişinin ötekine yani sevgiye mazhar olduğunu düşündüğü kardeşine duyduğu nefret yüzünden işlendiği görülüyor.. aslında biliyoruz ki sevgi bencilliği yenmektir.. kendinden çok başkalarını anlamak, hoş görmek, bağışlamak, sevgi verilmeye değer bulmak, sevgi vermenin almaktan daha güzel ve üstün olduğunu görmek değil midir sevgi hissi? ama ne yazık ki sevgi de bir tekelleşme konusu olabiliyor.. halbuki tekelleşen şey azalır, paylaşılan şey geri dönüşlerle çoğalır.. bunu bilmeyen kişi de sevgiyi sadece kendi tekeline almak, sadece kendisi sevmek sevilmek isteğine kapılır ve kendi kazdığı kuyuya düşüverir.. bunun kaçınılmaz neticesi de hayal kırıklığı ve nefrete dönüşen kızgınlık halidir.. bu duyguyu yenebilen, hayatın sevgiden ibaret olduğunu görebilen, herkese ama herkese gülümseyerek, anlayışla bakabilen bir bakıma Buda, bir bakıma Mevlana gibi olabilen insanlara ne mutlu.. ama böyle olabilmek için çok büyük aşamalardan, acılardan ve zihni duygusal adımlardan geçmek, yolda karşılaştığı çukurlardan, tuzaklardan düşüp kalkarak yoluna devam etmek, yani kısacası keskin bir kılıcın o aşamaya gelene kadar ateş ve darbelerle imtihanı gibi nice sınavlardan geçebilmek gerek.. bizim gözümüz o kadar yükseklerde değil.. onları anlayıp yollarını benimseyebilirsek ne mutlu.. hayatı nefret duygusuyla yaşayıp dünyayı herkese cehennem kılan insanlardan olmamak bile başarıdır bence.. onlar en azından sevginin değerini ve ne kadar gerekli olduğunu gösteriyorlar bizlere.. kötü örnek  de bir örnektir, daha doğrusu kaçınılması gereken bir uyarıdır.. ne mutlu bu uyarıları görüp anlayıp sevginin değerini, gerekliliğini gören ve elinden geldiği kadarıyla sevgiyi, ama her şeye, herkese karşı sevgiyi duyup, uygulayıp çoğaltabilenlere ve herkese güzel örnek olabilenlere...


     

Yorumlar

  1. "Acaba nefret bir şeyler bekleyip, umup, sonradan da bunların istediğin kadar veya beklediğin kadar olmaması sonucu mu ortaya çıkmaktadır?.."

    İşte bu yüzden en baştan beklentiye girmemek gerek sanırım ikili ilişkilerde. Bence gerçek sevgi karşılık beklemeden, kendiliğinden var olan bir şey. Eğer kişi karşılık bekliyorsa orda sevgi değil ihtiyaç ya da çıkar var. Aksi halde karşılık göremeyince nefret hisleri uyanmaz. Sadece üzüntü hissedilebilir bence. Ne güzel söylemiş Nazım Hikmet: "Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?"

    Bir de nefret, istenip elde edilemeyen şeyleri başkaları elde edince ya da aslında onun gibi olmak isteyip de olunamayan kişilerle karşılaşınca ortaya çıkıyor bence. Yani kıskançlık zamanla hınç ve nefrete dönüşüyor sanırım.

    YanıtlaSil
  2. Kendisi de pedagog psikologlardan olan Winnicott der ki, insan beyni kavramları ancak karşıtını öğrendiğinde anlamlandırır. Bir çocuk annesine ilk defa nefret duyduğy bir deneyim yaşamadan sevgiyi anlayamaz çünkü o ana dek sevgi normalleşmiş sıradanlaşmış bir yaşam deneyimidir. Bu tanıma katılıyorum, insan beyninin belli kavramları anlaması için tam tersini de deneyimlemesi gerekiyor bence de.
    Nefret duyduğum kimse yok, mutlaka çocuklukta gençlikte nefffffret ediyorum dediğim insanlar olmuştur ama bu duygunun daha çok “korkuyorum” ya da “beni sinirlendiriyor” anlamına geldiğini fark ettiğimden beri aslında hiç bir şeye nefret duymadığımı fark ettim. Öfke ve korku bunlar nefretten güçlü ve temel duygular.
    Mevlana’nın felsefesini çok ucundan okumaya başlamış biri olarak diyebilirim ki o felsefe sevgi üzerine kurulu ama nefreti gözardı etmiyor, sadece ona önem vermiyor, bir duygu olarak alıyor merakla inceliyor ve aldığı yere bırakıp sevgi ile devam etmeyi tercih ediyor. Benim anladığım bu..
    Karşılıklılık konusu ise, katılıyorum, insanlararasındaki tüm ilişkiler karşılıklılık ilkesiyle gelişiyor ve beklenti olmadığı zaman daha dengeli bir ilişki kuruluyor. Fakat beklenti olmaması da çok zor sıradan insanlar için, biraz alışveriş gibi bakarsan ilişkilere o zaman verdiysem almalıyım diye düşünebiliyorsun. Ama verilen duygunun bazen karşılığı duygu almak değil, hayatta bir şey öğrenmek de olabilir, kazık yemek ve bu sayede “büyümek” dedikleri kişisel anlamda gelişmek..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke