Kendi kendime...

 



     Bugün de kendi kendime konuşmalara yer vereyim dedim.. bakalım içimde hiç durmayan fikirler ve diyaloglar yazıya nasıl dökülecek.. ben de merak ediyorum doğrusu.. hiç plan veya ön taslak falan yapmadan aklıma gelen şeyleri yazmakta olduğum için yazı bazen anlatmak istediğim yere değil kendi istediği yerlere doğru gidiveriyor.. ben de sona geldiğimde yahu ben ne demek istemiştim ne dedim diye şaşırıyorum.. ''Men çe guyem, tamburem çe zened?''...işte gerçek amatör bir yazarın hali.. ya da zoraki blogger dediğin böyle olur.. olur mu, olur...


     Uçuşan fikirler en çok da sabah erken saatlerde kanat çarpıyor zihnimde.. size de öyle oluyor mu bilmem.. iyi ki yazar olmamışım.. kuşlar uçmazsa ne olacaktı o zaman.. hiç olmazsa bir yarasa bile şöyle önümden geçmese.. kanadının sesini duymasam bile belki rüzgarını hissetsem yüzümde.. belki de sivrisinek vızlaması bile yeterdi bazen.. ama ortalıkta ne sivrisinek bıraktık ne de bunları yiyerek beslenen yarasaları.. yakında kuşlar da giderse ne yapacağız o zaman.. esin perisi nasıl ulaşacak boş zihinlerimize.. konfor konfor diye kızdığımız, varlığından sıkıldığımız, yanımızda olmasından hoşlanmadığımız her şeyi ve canlıyı uzaklaştırıp yok edince işte böyle bomboş ve sessiz bir halde kalıverirsin ey insanoğlu.. aslında sivrisinek bir doğa veya tanrı harikasıdır.. o miligram ağırlığındaki canlı sen onu duvarda farkedince hemen yer değiştirir, ya göremeyeceğin bir yere gizlenir, ya da görüş mesafenin dışında bir yere saklanır.. nasıl anlar ve karar verir bu kadar minik bir canlı buna.. anlayamazsın.. bir zamanlar; bu sivrisinekler doğada (bir başka deyişle evrimde) ne işe yarıyor, tamamen asalak ve baş belası, kimseye bir faydaları yok, üstelik medeniyetleri yok eden salgınlara bile  sebep oluyorlar, hiç olmasalar daha iyi olmaz mı? diye düşünürdüm.. sonradan öğrendim ki, onların bile bir faydası veya -evrim kanunu gereği- yaşam içinde bir yerleri varmış.. en azından insan nüfusunun kontrolsüz büyümesini önleyen doğal bir nüfus planlayıcı görevleri var.. öyle ya, biz insanlar sadece bizim için yaratılmış sanıyoruz bu dünyayı, hatta kainatı.. oysa düzen bozmakta ve zarar vermekte sivrisineklerden bile daha öndeyiz.. yaptıklarımıza ve çevrenin haline bakarsanız bana belki hak verirsiniz.. sonra Sıtma veya Ebola'yı sivrisinekler yaratmıyor ki.. onlar sadece bir taşıyıcı.. yani bilimsel adıyla vektör.. kötü bir haber getirdi diye postacıyı mı yok edelim yani.. sıtma parazitini, veya ebola virüsünü, batı Nil virüsünü veya daha bilmediğimiz bir çok mikroorganizmayı taşıdığını sivrisinek nerden bilecek.. hasta hayvan veya insanların kanını emip kendisi de enfekte oluyor aslında.. yani bataklığı değil, sivrisinekleri de değil, o virüsleri suçlamak varken (hatta o virüsleri suçlama sözü bile yanlış) sivrisineklerin üzerine dumandı, ilaçtı, kimyasaldı her neyse bombardıman ediyoruz, bununla da yetinmeyip bataklık dediğimiz aslında binlerce canlıya, özellikle kuşlara yaşam alanı olan yerlere de ilaçlarla, kimyasallarla saldırıp, ya da kurutup, bütün canlıların yaşamına kastediyoruz.. sonra da ne canlı hayat kalıyor ne bereket... en basitinden yapılacak şey o mikroplara karşı bağışıklık kazanmak, daha da önemlisi onların yaşam alanlarına girip tedirgin etmemek, huzurlarını kaçırmamak.. bırakın onlar da konakçıları ile mutlu mesut yaşasınlar.. kertenkele eti lezzetli olur mu acaba?, orman içlerindeki adını bile bilmediğimiz yaratıklar nasıl pişirilip soframızı süsler? gibi akla hayale gelmedik saçma  düşünceler sonucu vahşi yaşam ortamı dediğimiz yerlere asıl vahşi şekilde saldırıp sonra da onlardan geçen hastalıklar sonucu oluşan salgınlar başlayınca yaygarayı basıyoruz.. sonra da suçlayacak bir zavallı arayıp onun üzerine de tek bildiğimiz yolla, yani yok etme yoluyla saldırıyoruz.. 


     Bak yine nereden girdik nereye geldik.. ama konunun yine de içindeyiz bence.. çünki her şey birbirine bağlı ve birinin huzuru bozulur yerinden edilirse herkesin içinde yaşadığı tüm sistem etkileniyor.. son zamanlarda, amatörce tabi yine, Kuantum teorisi ile daha çok ilgilenmeye başladım.. bildiğimiz fizik kanunlarının izah edemediği bazı şeylerle ilgili bu teori, anladığım kadarıyla.. kısacası çok küçük boyutlardaki, yani atomlar ve onların daha da altındaki bölgeler arasındaki etkileşimler ve davranışları açıklamaya çalışıyor bu teori.. büyük kısmı isbatlanmış ve kanun haline de gelmiş, ama atom altı seviyelerde daha hala açıklamakta zorluk çekilen konular ve ilginç davranışlar üzerinde çalışılan bir bilim bu, kısacası parçacıklar dünyasını anlamaya çalışan yöntemler düzeni.. yine benim mahdut zihnimle anladığım kadarıyla, atom altı dünyada bazı öyle özellikler var ki, bildiğimiz ışık hızı ile sınırlı dünyamıza ait teoriler ve kurallar açıklayamıyor bazı şeyleri.. belirsizlik ilkesi, zamanda yolculuk, metafizik, geleceğe ve geçmişe yolculuk, ve neredeyse tamamen inanışla açıklanabilecek konular, bu teori sayesinde bildiğimiz ve içinde yaşadığımız bu dünyada gerçekleşebilir, ve hepsinin de bir bilimsel açıklaması olabilir hale geliyor.. ben böyle anlıyorum en azından.. hani 6. his veya geleceği görme, olayları önceden bilme gibi bazı yetenekler vardır ya hiç bir şekilde izah edilemeyen, işte onlar bu kuantum dünyasında gerçekleşiyor.. eskiden bir konuyu görüşmek için ateist görüşe sahip biri arandığı zaman fizikçilere, dindar görüşlü biri arandığı zaman da felsefecilere gidilirmiş, ama artık günümüzde dindar hatta dinci denecek kadar koyu inançlı bir kişi ararsanız fizikçilerin arasına gidip orada arayın, ateist aradığınızda da felsefecilerin yanına gidin diye bir anekdot olduğunu söylemişti bana bir fizikçi dostum.. sanırım bunu demek istemişti.. Fizik matematikten faydalanır en çok, ama artık felsefe hatta dinlerden de faydalanıyor ya da dayanaklarını oralarda buluyor sanırım, kuantum fiziği kuramlarını isbat ve kanunları bulabilmek için..


     Yukarıdaki paragraf da bu görüş açısıyla konumuzun dışına taşmadı sanırım.. zaten kuantum kanunlarına göre her şey birbiriyle etkileşim halinde değil mi.. işte bakın kuş kanadının rüzgarından gelen ilham aldı beni nerelere getirdi.. burada geçenlerde okuduğum bir yazıyı da hatırladım, Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanadını çırpmasının okyanuslar üzerinde bir tayfunu başlatabileceği sözü de fizik ya da matematiksel olarak doğrulanabiliyormuş.. ne kadar ilginç değil mi.. işte kuantum fiziğinin açıklamaya çalıştıkları, işte felsefecilerin, ilahiyatçıların, uzakdoğu inanış sistemlerinin velhasıl bütün düşüncelerin vardığı ortak nokta.. geldik yine Ganj üzerinde bir kağıt kayık veya yanan bir mum bulunan bir ağaç parçası yüzdürme işine.. veya gece tek başına kaldığında, veya topluca bir mabetde yaptığın bir duanın gücüne, ya da evrende yaptığı etkiye.. bunların Amazondaki kelebeğin gücünden aşağı kalır bir yanı var mı...



     İşte bunlar da benim kendi kendime konuşup, okuyup, düşünüp yazdıklarımdan bir özet, eskilerin deyimiyle hülasa.. veya deneme.. bakalım bulanık nehirde veya karma içinde nerelere kadar gidip nelere dokunacak..








Yorumlar

  1. nedense insan beyni evrendeki her şeye bir amaç atamak üzerine çalışıyor gibi. yani sivrisineği sevmemiz bile onun bir amaca hizmet ettiğini anladıktan sonra başlıyor, haa böyleymiş mantıklı bir açıklaması varmış, o zaman tamam, kabul edebilirim.
    fakat hayatta bazı şeylerin de hiç bir mantıklı açıklaması olmayabiliyor. işte o zaman benim gibi aşırı mantık üzerine anlam kurmuş insanlar bocalıyor. bazen sırf bu insanların kendilerini rahatlatmak için kuantum fiziği bilimini icad ettiklerini düşünüyorum :)
    teoride çalışan pratikte çalışmayabiliyor, o nedenle yine de mesafeliyim.
    bir de şunu sormak isterim, insan beyni "sonsuzluk kavramını" anlayabilecek kapasitede değil bence de, fakat sonsuzluk gerçekten var mıdır? yani evren bile sürekli genişliyor mu, yoksa bir noktada yeniden içe çökülme ve atomun özüne dönme mi olacak, bunu bile bilemezken..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de insan beyni önce kendisini, sonra da çevresini fark ettiğinde olan bitenlere bir anlam vermeye çalışıyor.. ''düşünüyorum, öyleyse varım'' cümlesi de bunun kısa bir özeti bence.. insan o zaman zihninde etrafındaki her şeye bir isim ve düzen vermeye çalışıyor bundan sonraki aşamada, ve var olan şeylerin var olma nedenleri ve ''neye yaradıkları'' üzerinde kafa yormaya başlıyor.. gece göğe baktığında oradaki parlayan nesnelerin hep aynı yerde durmadığını bir ''düzen'' içinde hareket ettiklerini, gündüz ve gece dünyadaki her şeyin hareket halinde olup kendince bir yolda ilerlediğini -bilinçli veya bilinçsiz olduğuna bakmadan- görüp onlara da bir düzenin etki ettiğini düşünüyor.. bilim dediğimiz şey de böyle doğuyor bence.. bildiğimiz Newton fiziğinin bazı şeyleri açıklayamadığını gören bilim insanları bu defa atom ve atom altı dünyaya önce teorik sonra da deneysel olarak el atıp sonunda kuantum fiziğini ve esaslarını ortaya koyuyorlar.. ama bu defa bazı şeylerin deneyle ortaya konamayacağını, belirsizlik denen bir durumun olduğunu, hem o hem de bu sonuçlar olabileceğini, sanki atom altı dünyada bambaşka kanunlar ve durumların geçerli olduğunu görüyorlar.. bu durumda da yine fantezi dünyası, metafizik, tanrı kavramları giriyor işin içine ister istemez, ve bu defa daha ''bilimsel'' olarak giriyor üstelik.. neticede benim anladığım kadarıyla her şeyin belli kurallar içinde hareket ettiğini gördüğümüz bu dünyada atomların (veya ışığın veya radyasyonun her neyse) henüz tam çözemediğimiz bazı kuralları olduğunu, ama her şeyin mutlaka bir ''sebebi'' veya ''yeri'' olduğu sonucuna varıyoruz.. hiç olmazsa ben varıyorum diyelim.. bu durumda bizim henüz anlamadığımız ama kendince mutlaka bir mantığı oluyor etrafımızdaki her şeyin ve hareketin.. her şeyin mantığını bulmak gibi bir görev veya amacımız olması da gerekmez bence, sadece etrafa bakıp bir düzen olduğunu görmek ve bunu kabul etmek de insanı ''rahatlatabilir''.. kısacası herkesin fizik alimi olması gerekmez ama her şeyin bir sebebi ve kendince bir kuralı mantığı içinde yürüdüğünü görmek, en azından hissetmek yeterlidir diye düşünüyorum.. sonsuzluk kavramı da bu durumda bir düşünce veya kabul gibi geliyor.. insan aklı bununla da sürekli meşgul ama bunun da sonu yok.. böyle düşününce de yine aynı sonuca varıyoruz.. bütün bunların sonu ne olacak? ; bu da zihnimizi meşgul eden bir soru ama bana göre biz bu kısa ve fani hayatımızda onu bilemeyiz, bilmemiz de gerekmez, bir düzen olduğunu ve amaç olduğunu bilmek yeterli bence.. nasıl olacak? onu da bırakalım fizik ve diğer konularla uğraşan bilim adamları ve felsefeciler, teologlar düşünsün.. biz de ara sıra onları dinler kendimizce sonuçlara ulaşırız :) ...

      Sil
    2. Bana okuduklarım ve sezgilerim şunu düşündürür oldu bir süredir; bu "yol" dediğimiz şeyi bir doğru olarak görüyoruz ya yani bir noktada başladı ve sonsuza doğru gidiyor düşüncesi, onun yerine acaba herşeyin bir "dönüşüm" olduğunu düşünsek. Yani sonsuzluk denen şey bile aslında bir sarmal olmasın. Çünkü evrene bakınca "dönmek" dediğimiz şey aslında sonsuz bir devinim içinde salınmak olmasın? Gezegenlerin fiziğinden kendi içimizdeki sisteme dek aslında düz bir ilerleme değil de sarmal içinde sürekli yer değiştirme var gibi geliyor bana. Kurandaki bazı ayetler (yine ona döndürüleceksiniz) ya da doğmak-ölmek- dönüşüp yeniden doğmak döngüsü (insanın hücrelerinin toprağa dönüşüp başka hayatlara olanak vermesindeki "sonsuzluk" ya da benim değimimle "dönüşüm"). Bigbang sonrası genişleme ve bir noktada belki karadelik tarafından yutulup yeni bir atom olarak yeniden bigbang.. Ve beni en çok büyüleyen de şu: insan olarak hayatta ettiğini bulmadan, eleştirdiğini yaşamadan ölemiyor oluşun, hep bir dengelenme ya da işte olayı her yönüyle yaşayıp kendi yanlışını görme (anlama demedim ama görme kesin..) bu da bir sarmal aslında.
      Bilemiyorum anlatabildim mi.
      Bu nedenle şu aşağıdaki öykü de aslında bir anlamda doğru, çünkü hep bir dönüşüm var. Sonucunu "tanrı benim"e bağlamadan daha iyi anlaşılabilecekken yazar orada biraz kendi "megolomanya"sına yenik düşmüş ama :))

      Sil
  2. Birkaç gün önce bir danışanım bana dini inancıyla ilişkili bir hikaye yolladı bu arada, buraya eklemek istiyorum, bana mantıklı gelmese de, onu daha iyi anlayabilmek ve ona yol gösterebilmek için araştırıyorum tabii, sen ne düşünürsün bu konuda merak ettim, ayrı bir yazı konusu da olabilir tabii :)
    hikaye şu:
    https://www.bilimkurgukulubu.com/edebiyat/kisa-oyku/yumurta-andy-weir-kisa-oyku/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hemen okudum.. bu da bir ''anlam verme'' çalışması.. zihin sürekli ''açıklamalar'' ve ''çözümler'' peşinde.. dini inanç da denebilir, bilim kurgu da denebilir.. ikimizin de tanıdığı reenkarnasyona çok inanan ve bu konuda deneyler de yaptığını söyleyen bir kişi de kendince açıklamalar yapıyor.. herkes kendi hayal gücüne göre bir açıklama yapar, o yanlış bu doğru diyecek halimiz de yok.. ben bütün bunlarla bilimin de uğraştığını, ama kendi yöntemleriyle uğraştığını düşünüyorum ve kuantum teorisini de bu gözle görüyorum.. her şeyin kuralı ve yasası vardır.. mucizeler hariç derler.. fakat mucizelerin bile bir açıklaması, yani kuralı ve yöntemi vardır bana göre.. işte mucizeleri açıklamaya çalışan yöntem de kuantum fiziğinden geçiyor gibi geliyor bana kısacası :)

      Sil
    2. reenkarnasyona inanmadığım gibi cennete ve cehenneme de inanmıyorum. tanrıdan geldim, tanrıya döneceğim, bütünleşeceğime inanıyorum. daha doğrusu inanmak değil de ummak da diyebiliriz, herkes kendi dini inancının doğru olduğunu umar sonuçta :) dediğin gibi, bu anlamda hepimiz doğruyuz ve yine hepimiz yanlışız çünkü eksiğiz.
      mucizeler, sürprizler, içine doğmalar, onlar bile rastlantısal değil aslında, önde bilinçaltı bir hazırlığı var hepsinin. bazı insanlar buna "açık olmak" diyorlar, kanalların açıksa radyo sinyali gibi hemen yakalayabilirsin geleni. kapalıysan, yanından geçer gider sana değmeden..
      bak geçen gün ikimizin de pek sevdiği bayan B. ;) çok güzel bir açıklamada bulundu, minik bayan M.nin rüyasını yorumlarken, dedi ki "o çok iyi bir gözlemci, kesin siz görmeden L.nin dişinin sallandığını fark etmiş ama bunu dile getirmemiş, kendi içinde tutmuştur yani bilinçaltına atmıştır" sonuçta 8 yıllık hayatında bir "diş sallanmaya başladıktan şu kadar süre sonra düşer" saptaması var, o süre yaklaştıkça biliçaltındaki bu bilgi de hafif sinyal vermiş ve onu rüya şekline dönüştürmüş olabilir. ve bizim "aaaa çocuğa malum oldu" sanıp "büyü", "gizem" diye nitelendirdiğimiz şey aslında basit bir beyin aktivitesi! Şimdi böyle açıklamalara ben kurban olurum :))) İşte mantıklı açıklama. Ve bence günün birinde tüm "gizemler" de bu şekilde açıklanacak. Bizim tanrı dediğimiz sistem bence işte tüm bu bilgi ve enerjinin kaynak noktası. O anlamda bir böcek de, bir insan da, bir taş bile onun katında eşit ve bir bütünlük içinde. Buna da sanırım kuantum yasası denebilir..

      Sil
    3. Evet bence de çok güzel bir açıklama.. ama her şeyi açıklama veya yorumlama peşindeki insan bir süre sonra açıklayamadığı şeylerle karşılaşınca bocalamaya başlıyor.. belki bugünkü bilgilerimiz ve bilinç düzeyimiz yetersiz, belki de bir zihin oyunu.. Psikanaliz kuramını kuran Freud da bu konuda yani kuramını açıklamada rüyalardan çok faydalanmış.. ama hâlâ açıklanamayan veya ''açıklamakta'' zorlanılan çok ilginç rüyalar hatta alacakaranlık kuşağı konusu olan hikayeler var.. bırakalım bilim insanları ve filozoflar ya da teologlar bu konularda uğraşmaya devam etsinler.. bu konuda Edebiyat'ın da çok söyleyeceği var.. mesela romanlar.. sadece basitçe söylenen birer ''roman'' değildir bunlar, yukarıda bahsettiğimiz olguların hepsinin sanatçı eliyle bir yorumudur.. biz de birer amatör olarak böyle yorumlarla yazılarımızı süsleyelim.. gerçi Bizans düşerken meleklerin dişi mi erkek midirler?, kanatları var mıdır? gibi konularla uğraşan din ve ''bilim'' adamlarının durumuna düştük gibi geldi bana şimdi memleket çalkalanırken :) ama bence yine bütün bunlar bir şekilde birbiriyle bağlantılı en azından haberdar.. öyleyse yazmaya ve düşünmeye devam.. sevgilerimle...

      Sil
    4. Bunu da şimdi okuyabildim. Çok doğru gerçekten. Post-truth çağına böyle böyle geldik işte.. keşke geleceği şöyle bi kuple görebilme şansımız olsaydı.

      Sil
  3. Özlemişim sizin yazılarınızı. Bu konuları ve beni düşünmeye sevk edecek argümanları seviyorum. Sadece C. ile olan yorum-cevaplarınız harika. Sonsuzluk ve zaman benim anlamakta zorlandığım iki kavram. Tanrı fikrine uzağım. Bence insanın bilemediği, açıklayamadığı konularda sığınacağı bir limandır Tanrı. Ben diyorum ki, "her şeyin bir sebebi var" ın yanı sıra beyinlerimize işlenmiş "her şeyin bir sahibi var" sözünün etkisi altındayız. Bu yüzden tesadüf fikrinden hayli uzaklaşıyor insanlar. Tanrı, her insanın hayalinde farklı. Peki, Sadece C.'nin linkini verdiği kısa öyküde de sorulduğu gibi yaşamın anlamını izah edebiliyor muyuz? Tanrıya inanan bir insanın ona adalet özelliğini bahşetmek için reenkarnasyona inanması son derece mantıklı geliyor. Teşekkürler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, galiba o yazıyı kuantum teorisini anlamaya çalışırken aklıma gelenlerden çıkarak yazmıştım.. insan düşündükçe olup bitenlerin bir tesadüf sonucu olduğuna inanamıyor.. gerçi teorik olarak mümkün tabi, ama bir nizam ve akış var.. işte görüşler de burada başlıyor.. kimi öyle bir işleyişe kimi başka tür işleyişe uygun yorumluyor ve hepsi de mümkün olabilir tabi.. ben madem bir işleyiş ve düzen var, bunlar bir yasaya göre kurgulanmış, demek ki bir kurgu ve yönetici, yapımcı var diye düşünüyorum aynen bir filmi veya eseri izlerken başında ve sonunda geçen isimler gibi.. bu eserin sahibi kim şimdi?.. gerisi yoruma kalmış.. iyi okumalar ve tefekkürler, eski deyimle :) reenkarnasyon konusu da apayrı bir inanç ve pratik.. şimdilik oraya girmeyelim :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke