Gerçek Hayat

 



     Bazen düşünüyorum da biz gerçek bir hayat ortamında mıyız, yoksa beklentilerimiz doğrultusunda kendi dünyamızda mı yaşıyoruz karar veremiyorum.. sizlere de oluyordur sanırım, bazen kendinizi çoook eskilerde bir anda hissedersiniz, bazen de sanki gelecekte bir yerlerde, hayal aleminde bir zaman ve mekanda düşlersiniz..


                           Ne içindeyim zamanın,

                           Ne de büsbütün dışında;

                           Yekpâre, geniş bir ânın

                           Parçalanmaz akışında.

                            .......


     Ahmet Hamdi Tanpınar ne güzel ifade etmiş değil mi? hepimiz zaman zaman böyle bir hisse kapılıyoruzdur.. ama şairin anlattığı kadar zarif ve özlü ifade edemiyoruz tabi ki.. insan bazen tüy kadar hafif, masmavi bir ışığın ortasında uçtuğunu düşünüyor.. böyle zamanlarda 'gerçekler' mi, yoksa zaman zaman içine daldığımız, ve ''rüya alemi'' diye kısaca anlatmaya çalıştığımız ''hayat'' mı daha ''gerçek'' diye düşünmekten kendisini alamıyor.. bilimin hâlâ çözemediği rüyalar da böyle değil mi? bazen öyle rüyalar görür ki insan; bir süre sonra 'aynıyla vâki' deyimini hak edercesine olay başına gelir.. haydi geçmişte başımızdan geçen olayların rüyada görülmesine beynimizin bir fonksiyonu, veya hafızamızın bir oyunu diyelim.. ya gelecekte başımıza gelen bir olayı önceden görmeye, hissetmeye, yaşamış gibi olmaya ne diyeceğiz?


     Ben bir başka 'gerçek hayat' tan da bahsetmek istiyorum burada; insan, dışarısındaki dünyada olan bitenlerden, kötü haberlerden, toplumdaki acı ve önüne geçemeyeceği olay ve durumlardan sıkıldığı, hatta bıktığı zaman sakin bir yere 'kaçmak', 'sığınmak' ister ya, işte o zamanlarda herkes kendince bir sığınak bulur kendisine.. kimi balık tutmaya gider, kimi sevdiği bir takımın maçlarına gider veya tv de izler, kimi de bencileyin kitaplara, özellikle de geçmiş 'mesut zamanlar'daki hayatı anlatan kitap ve romanlara dalar.. adeta kitaplardan örülmüş bir evin içine saklanır.. işte o zamanlarda içine daldığı bu edebiyat alemi mi diyelim, masal alemi mi diyelim, bu hayat sanki gerçek hayatmış gibi gelir insana.. o zaman insan ya balık tutma için, ya tuttuğu takım için, ya da okumak ve tahayyül etmek için vs. ..  zamanının çoğunu harcamaya ve giderek gerçeklikten kopmaya başlar, artık onun dünyası balık, futbol, kitapları... olmuştur.. dışarıdaki dünya, acı çeken insanlar, hayvanlar, tabiat vs onu daha az ilgilendirmekte, daha az üzmekte ya da onlardan artık biraz uzaklaşmış, onlara daha kayıtsız kalmış ilgisizleşmiş gibi bir duruma geçmektedir.. gerçek hayatından belki de böyle uzaklaşmakta, kendisini böyle daha rahat ve mutlu hissetmektedir.. ama eninde sonunda gerçekler öcünü alacaktır tabi.. gerçekler affetmez...


     Bu sırada yine bir biyografi/roman okudum.. Osman Balcıgil yazmış; İpek Sabahlık, bir Suat Derviş romanı diyor  kapağında.. bu topraklarda 1900 ile 1950 yılları arasında daha yoğun olmak üzere günümüze kadar da devam eden çalkantılı, çekişmeli, müthiş olaylar ve hayatlar yaşanmış.. bir çoğu unutulup gitmiş bu kahramanların ve olayların, ama bir şekilde tıpkı hafızamızın birden bizi gerçek hayattan koparıp bir masal dünyasına, bir bakıma başka bir gerçek hayata atıverdiği gibi birden ortaya çıkıveriyor bu hatıralar.. o zaman kendinizi o kahramanların arasında hissediyor, neler yaşadıklarını, neler çektiklerini, mücadele ve zaferlerini, hezimetlerini, çöküp gözden uzaklaşıp yokluğa mahkum edilişlerini sanki kendi başınıza gelmiş gibi içinizde bir yerlerdeki tellerin titreştiğini hissediyorsunuz.. bu kahramanların hemen hepsi iyi eğitim görmüş, dünyadan haberi olan, zamanın nereye gittiğini hisseden, toplumuna karşı kendisini borçlu gören ya da en azından bir şeyleri düzeltmeye iyileştirmeye çalışan kişiler olduğunu görüyoruz.. isteseler toplumda en üstlerde olabilecek, maddi olanakları eline geçirebilecek ve tarihe 'başarılı' olarak geçebilecek donanım ve imkanlara sahip olan bu insanlar, önlerine gümüş tepsi içinde sunulan bütün olanakları neredeyse ellerinin tersi ile itmiş ve sadece bir nefer gibi toplumlarının geleceği için kendilerini adamışlar.. acaba diyorum bu insanlar da mı gerçek hayattan kopup bir ütopya aleminde yaşamışlar ve bunu gerçekleştirmeye çalışmışlar?.. hayalleri onların gözlerini kör mü etmiş, yeldeğirmenlerine saldırırlarken hiç mi akıllarına gelmemiş kollarının bacaklarının kırılıp yerlere serilecekleri?.. saray yavrularında doğup, en güzel eğitimleri almış, üst düzey bir beğeni ve kültüre sahip, en yüksek sosyetelerde rahatça dolaşan bu insanlar, önlerindeki basit bir çukuru, oraya düşebileceklerini görememişler mi.. Orhan Veli gibi çukura düşüp sonra da yok bir şey deyip yollarına nasıl devam etmişler bu insanlar.. önce öldürüp sonra da arkalarından ağıt yaktığımız ceylanlar misali bu insanlar  nasıl hayatlar yaşamış, ne hayalkırıklıkları içine düşmüş, nasıl heba olup gitmişler?.. ama öte yandan bu insanlar hayatlarında hiç bir zaman umutsuzluğa kapılmamışlar, hep bildikleri istikamette yollarına devam etmişler.. o yol onları nereye götürüyor düşünmemişler bile.. acaba bizler de öyle miyiz?.. bizim arkamızdan da böyle yorumlar yapılacak mı diye düşünmeden edemiyor insan.. bir hedefe kilitlenip bir süper balistik füze gibi eninde sonunda hedefini bulan kaç hayat olmuştur acaba.. biz sadece hedefe ulaşanları alkışlıyor ve onlara kahramanlar, büyük insanlar, liderler vs. diyoruz.. ama hedefine ulaşamayanlar, enerji ve pusulası yetmeyenler, hatta hedefi hiç ulaşamayacağı kadar uzakta veya sonsuzlukta bir yerlerde (hatta hiç bir yerde) olanlar.. yani kısacası bizden birileri.. bizler...


     Galiba en güzeli veya benim elimden geleni, ara sıra gerçek hayattan kopup bir başka gerçek hayata, edebiyat dünyasına dalmak.. gerçi bizim toplumda kitap biraz tehlikeli bir şey olarak görülür, çok okumak, kitaplara dalmak pek istenmez, çık biraz dünyayı gör, arkadaşlarınla sevdiklerinle vakit geçir, sosyalleş, yalnızlık Allaha mahsustur, inziva iyi bir şey değildir vs. diye hemen uyarılar, öneriler gelmeye başlar.. genç yaşlarda ve çalışma hayatında zaten pek zaman da kalmaz okumaya düşünmeye, hayal etmeye.. sonunda benim gibi çalışma hayatı biten, zamanı nisbeten daha çok, boş vakit dediğimiz o büyük zenginliğe sahip insanlara kalır bu ''dünya''.. ben de işte bu dünyaya keyfimce dalar, hayal eder, arada sırada da böyle paylaşımlarda bulunurum.. eee, sonunda ne olacak yani! diyenlere de; hiiiç! derim...







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke