Şubat

 



     Bugünlerde Masum isimli dizi filmi izledim.. oyuncular rollerinin hakkını vermiş, konu da oldukça iyi anlatılmış, sürükleyici bir dizi.. 8. bölümü dün bitirdik.. konu polisiye gibi işlenmiş ama insanı anlatıyor her şeyde olduğu gibi.. masum kişiler ve masumiyet üzerine ben de geçen yıllarda burada bir şeyler yazmaya çalışmıştım.. kime masum diyeceğiz?, masumiyet nedir?, insan dediğimiz yaratık ile masumiyet arasında bir ortak nokta var mıdır? gibi derin ve içinden çıkılamaz sorular hepimizi zaman zaman meşgul ediyordur.. özellikle masum sandıklarımızın hiç de öyle olmadığını görünce Sezen Aksu'nun 'masum değiliz hiç birimiz' şarkısını mırıldanmaktan kendimizi alamıyoruz.. sanki masumiyet sadece çocuklukta kalan, zaman içinde yaldızları dökülen, boyası çizilen, foyası ortaya çıkan bir şey.. zaman içinde belki hâlâ çocuk kalmış büyükler -ki onlara biz pek de hak etmedikleri sıfatları layık görüyoruz- biraz da olsa masum kalabiliyor.. insanın eğer bir ruhu varsa, bu ruh başta çok temiz iken üzerine sıçrayan çamurlar, kirler, pisliklerle zaman içinde kararıp görünmez hale geliyor.. bu pislikleri sık sık temizleyip yıkamadıkça bu kirlenme kaçınılmaz bir durum sanki.. her gün olamasa da sık sık bu temizlenmeyi, batı kültürü ile düşünürsek günah çıkarmayı, doğu kültürü ile düşünürsek nefsini temizleme ve arınmayı yapmamız gerekiyor, ama ne yazık ki bunu yapmak pek de kolay olmuyor.. neticede insan yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, cenneti cehenneme çeviren bir yaratık sıfatını hak ediyor.. bu da öncelikle biraz kendisini ve etrafını incelemeye, soruşturmaya kalkan kişilerde derin bir karamsarlığa yol açıyor.. karamsarlık da eninde sonunda kişinin duygu durumunda kalıcı hasarlar yapıyor..


     Karamsarlığın tek çaresi sanırım ümit, ve gelecekte daha iyi olacağı beklentisi.. tabi düşünüp mantıkla hareket edince iyimserlikten çok karamsarlığa kapılıyor insan, ama yine de fazla derin düşünmeyip biraz da etrafına bakınca ve gözlemleme yapmaya başlayınca içinde birazcık da olsa iyimserlik tohumları canlanmaya, koyu bulutlar biraz dağılıp güneş çıkmasa da aydınlık artmaya, kuş sesleri gelmeye başlıyor..


     Şubat ayı işte bana böyle düşünceler hissettiriyor.. kışın tam ortası diyebileceğimiz bu Şubat ayı, eski takvimimizde yılın son ayı olarak bilinir ve dört yılda bir de bir gün ilavesiyle yılın tam zamanına erişmesi sağlanırmış.. o yüzden olsa gerek eski adı gücük müş.. yeni yıl mart ayında başlarmış o zamanlar.. hatta bugüne göre on dört gün daha sonra yeni ay başlar ve bugünkü takvime göre 14 mart günü, o takvime göre 1 mart, yani eski yılbaşı olurmuş.. ben o günleri yaşamadım bilmem ama her yıl evimizin oturma odasında duvara asılı Saatli Maarif Takviminden bunları öğrenmiştim.. eskiler sayılı soğukları, fırtınaları, ağaçların yeşillenmesini ve yaprakların dökülmesini, mevsimlerin değişmesini vs. hep bu eski takvimle takip eder ve hava olaylarını bazen günü gününe tutturabilirlerdi..


     İşte Şubat ayı böyle bir ay.. her şeyin ölümü, sonu gibi düşünülen kış mevsiminin tam ortası, en soğuk günler ve kar yağışları onda olur.. ama öte yandan da o kalın kar tabakasının altında bir şeylerin filizlendiğini, yavaştan da olsa tabiatın uyanmaya başladığını, ölmüş sanılan doğanın adeta nefes almaya başladığını, bizim bomboş bir beyazlık olarak gördüğümüz o geniş düzlüklerin ve dağların aslında yaşamaya başladığını, karın altında için için yumuşadığını, kabardığını, doğum zamanı gelmekte olan bir anne karnı gibi büyüyüp genişlediğini hisseder hatta görürsünüz.. her canlı anlar ki artık güzel günler yaklaşmaktadır.. cemreler bu ayın sonunda düşmeye başlar.. bunlar artık tabiatın uyandığının son belirtileridir.. kuşlar daha canlı ve neşeli cıvıldamaya, güneş daha bir sıcak ve parlak ışımaya, hava daha tatlı tatlı esmeye başlamıştır.. bunları gören insanda da ne karamsarlık kalır ne üzüntü.. her şey yeniden başlamaktadır sanki.. o bembeyaz kar tabiattaki ve ruhumuzdaki kirleri, çamurları silip atmıştır.. artık bedenler ve ruhlar bir bakıma yeniden doğmaktadır.. tabiatta yer alan tüm canlılar da bu coşkuyu hissetmiştir sanki.. aynen bitkiler gibi hayvanlar da yeni yavrularını bir an önce üretip tabiatın vereceği ziyafete yetiştirmek çabasındadırlar.. yeni yıla yepyeni nesiller ortak olacaktır.. Şubat ayı bütün bunların anasıdır sanki.. en kötümser insanlar bile bu davete kayıtsız kalamaz.. ama sadece etrafını gözleyen ve duyanlar tabii... diğerlerine yazık ki ne kadar yazık...


     İşte kötümser duygular ve düşüncelere yol açan bir film ve arkasından Şubat ayının bende kalan izlenimleri.. Şubatın kıymetini bilelim derim.. en soğuk, kapalı, güneşsiz günler bile biraz düşününce aslında neleri gizliyor.. masum olmadığını düşündüğümüz insanların bile içlerinde ne gibi iyilikler ve güzellikler özlemi taşıdığı, en azından böyle bir potansiyeli olduğunu düşünmek bile iyimserliğimizi ve ümitlerimizi korumamız gerektiğini fısıldıyor bizlere...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke