(Zorunlu) Tatil biterken

 



     Salgının bitmeye yüz tuttuğu (en azından müzmin bir iyimser olarak bana öyle geliyor, diğer bazıları gibi) şu günlerde, eskiden okul tatillerimizden dönüşte öğretmenlerimizin biraz da ortamı ısıtmak adına yaptığı sohbetlerin konusu olan; tatilde ne yaptınız? sorusuna bir cevap gibi bir yazı yazmayı düşündüm.. bu uzun ve zorunlu tatil, tabi ki okul tatili veya çalışanların iple çektiği cinsten bir tatil değildi, ayrıca da klasik tatillere de benzemiyordu.. hem hayata ve çalışmaya devam etmek, eğitim, geleceğin kurulması, ilerde yapılması planlanan şeylerin hazırlıkları gibi hepimizi meşgul eden hayati meseleler devam ediyordu, ama bunları yapmamızı zorlaştıran, yavaşlatan salgın tedbirleri yüzünden de adeta zorunlu bir tatil içine girmiş gibiydik.. hoş henüz o zorunluluklar tam bitmedi, ama ben artık tünelin ucunu gördüğümüzü düşünüyorum.. en azından aşılar çıkıp uygulandığından beri bu ışığı görmüştük, ama virüs de boş durmadı tabi, sürekli kılık değiştirerek bizi taciz etmeye, adeta diken üzerinde tutmaya devam etti.. sonunda o da yorulmuş (veya ehlileşmiş) olacak ki daha az tehlikeli ve grip gibi daha medeni bir hal aldı.. bu da zorunlu tatilden çıkışı düşündürmeye başladı bizlere.. ama galiba biz strese ve böyle bir hayata alışmış olacağız ki bu defa kuzeyden gelen soğuk savaş rüzgarları tatil sonumuzu zehir etmeye çalışıyor.. olsun, biz neler gördük.. buna da alışacağız artık.. yine de ben bu iki senenin bir muhasebesini yapmak istedim..


     Tam bir kitapsever olan babamın kıt imkanlarına rağmen kitapçılarda eline geçirdiği her yeni çıkan  kitabı alıp kütüphanesine koyması sonucu o küçük anadolu şehri şartlarında oldukça çok sayılacak bir kitap sayısına sahip olduğunu ben okuma yazma öğrendiğim ilk zamanlarda fark etmiştim.. bir odayı sırf bu merakına ayırmıştı babam ve hemen her konuda o zamanlar yayınlanmış bir çok kitap vardı raflarda.. ben de Andersen masalları, Çocuk klasikleri (Varlık yayınlarındandı bunlar) Grimm kardeşler derken adeta Ali Babanın şans eseri girdiği kırk haramilerin definesi gibi bir yere düştüğümü heyecanla hissediyordum o yaşlarda.. yaşım büyüdükçe çocuk klasiklerinden macera kitaplarına geçmiştim.. hâlâ aklımda olan iki tanesi Robinson Crusoe (Daniel Defoe 1719) ve İki sene mektep tatili (Jules Verne 1888, Türkçeye de 3 yıl sonra çevrilerek Ahmet İhsan tarafından yayınlanmış.. bendeki o çeviri değildi tabi ama 1950 lerde yayımlanmış eski bir baskıydı sanırım) isimli macera kitaplarıydı.. her çocuğun hayalinde, böyle başa gelen bir felaket sonucu bir ıssız adaya veya soyutlanmış bir hayata düşüp başının çaresine bakmak hikayesi var galiba.. şimdi bile bu devam ediyor galiba, bu hayali -o zamanlar 5 yaşında bile olmayan- torunumun benimle bir oyun senaryosu olarak oynamak istemesinde şaşırarak gözlemlemiştim.. her neyse, o zamanlar onlu yaşlarımda beni çok heyecanlandıran bu iki sene mektep tatili hayalim, şimdi benim yetmişli yaşlarımda kısmen de olsa gerçekleşti sayılır.. en azından zorunlu salgın tatili bana bu hayalimi istemeyerek de olsa yaşattı diyebilirim.. 


     Her zorunlu tatil gibi bu salgın tatili de hepimizi son derece hazırlıksız yakaladı.. gerçi kafası çalışan veya zenginliğini nasıl koruması ve geliştirmesini düşüneceği boş zamanı ve bilgili danışmanları olan kişiler ve devletler böyle bir olasılığı onlarca yıl önceden kestirmişler.. hoş sonradan onların bu öngörüsü, demek ki bu salgını siz çıkardınız başımıza! diyen akılsızları da karşımıza çıkardı ya, ne diyelim.. şoförü uyuklayan bir otobüste seyahat eden bir arkadaşım, bu durumu yüksek sesle şoföre bildirince şoför önce biraz bozulup toparlanmış ve homurdanmış, ama birkaç yolcu şoförden yana çıkıp sana ne oluyor, şoförümüz gayet aklı başında ve güzel otobüs kullanıyor, böyle milletin moralini bozuyorsun deyince şoför birden frene basıp, in arkadaş otobüsten! madem korkuyorsun kaza olmasından, deyip bizim arkadaşı dağın başında otobüsten indirmiş.. bu olay gerçek bir olaydır ve memleketimizin ve insanımızın çok ilginç bir yönüdür.. yolda bir başına kalan arkadaşa camdan bakan yolcuların hiç biri de ne yapıyorsun şoför bey burada adam indirilir mi falan dememiş.. arkadaşın sonradan trafik polisine ve şirket yönetimine şikayetinden de tabi ki bir şey çıkmamış.. böyle bir insanlık ve toplum içinde, salgını bildin, demek ki bu işte parmağın var, aşı yapıp para kazanmak istiyorsun, ben de aşı olup senin oyununa gelmem işte diyen bir anlayış.. bu zorunlu tatilin en taze sonucu..


     Peki bu iki senelik zorunlu tatilde biz şahsen ne yaptık, nasıl değerlendirdik (veya başa çıktık) meselesi pek kolay cevaplanacak bir konu değil.. insan kendisinden çok başkalarını eleştirmeye, onlara yön vermeye meyyaldir ya.. çünki bu en kolayı ve sorumluluk gerektirmeyenidir.. biz de bu şahsi yönü bir başka yazıya veya çıkmaz ayın son çarşambasına bırakalım, ve başkalarına çuvaldız batırmaya çalışalım şimdi.. iğneyi acıtmıyacak şekilde batırırız bir gün elbet..


     Bir defa dünya olarak pek iyi bir tatil ve performans gösteremedik bu tatilde.. herkes bu konuda hemfikirdir sanırım.. ne herkese adil bir şekilde aşı ve ilaç dağıtıldı -ki salgının kısa sürmesi için baş şartlardan birisi buydu- ne korunma konusunda ortak bir hareket sağlanabildi, herkes bundan nasıl bir menfaat sağlarım hesabına girdi neredeyse.. benim bulduğum aşı veya ilaç en iyisidir başkasınınki çürüktür, sıvıdır,hatta zararlıdır havasına girildi.. ilacı aşıyı bulamayanlar da kedi gibi zaten bunlar pistir dedi.. ekonomik yardımlaşma sözde kaldı.. bilimsel araştırmalar küçümsendi veya yalanlandı - ki bilim adamları bu konuda başı çektiler, ve zaten zayıf olan inandırıcılıklarını daha da düşürdüler- medya işin üzerine benzinle gitti.. zaten az çalışan kafalar iyice karıştı.. İspanyol gribindekinden daha zavallı durumlar ortaya çıktı.. kimisi sağlık personelini, doktorları ve hemşireleri alkışlayıp gönlünü almaya çalışırken kimileri de bu salgınlara onlar sebep olmuş gibi daha da saldırganlaşmaya başladı.. kısacası salgına karşı dünya bu yüzyıla yakışmayacak bir tepki ve savaş verdi.. netice de ortada.. galiba gelinen seviyeyi ve yüzyılları biz abartıyoruz..


     Bizim memleketin hali de dünyanın halinden iyi değildi, hatta hemen bütün gelişmiş veya gelişememiş memleketlerden bile daha kötü sınav verdik ama farkında olmadık veya olmamış gibi yaptık.. çünki böylesi tepkilere alışmıştık ve kolay geliyordu bu.. yine her kafadan tamamen ayrı ses -aslında gürültü- çıktı.. kör dövüşü ortamında kim yumruk attı kim yedi belli olmadan itişip durduk.. gemisini kurtaran kaptandır deyimine uygun olarak herkes kendi başının çaresine baktı.. şansı yaver, ve bağışıklık sistemi sağlam olanlar kendileri kurtuldu belki ama tadını da çıkaramadılar ne yazık ki.. hep birlikte ekonomik ve politik çöküntülere düştük, yuvarlana yuvarlana bu günlere geldik.. şimdi de zalim ve saldırganların dünyayı getirdiği durumlarla boğuşuyoruz.. tatil bitiyor ama ne gam, bize her yer kargaşa.. tabiat bile bu halimize acıyor olmalı ki bu kadar pisliği, kötülüğü kendince beyaz bir örtü ile kapatmaya çalışıyor günlerdir..


     Bu zorunlu tatilimiz de böyle bitime giderken aynı girdiğimiz gibi çıkış planımız da olmadan dünyanın nereye gittiğini bilmediği gibi biz de bir alamete binmiş bir kıyamete gidiyoruz yaşlı teyzelerimizin deyimiyle.. çok mu kötümser oldu bilmiyorum ama bu iki senenin bende bıraktığı izlenim ne yazık ki bu.. şimdi öğretmenimizin, tatilde ne yaptınız bakalım? sorusuna ne cevap vereceğiz onu düşünelim tekrar.. hep yaptığımız gibi sıra üzerine başımızı eğip bize sormamasını mı dileyeceğiz, yoksa; her şey pek de iyi değildi ama hiç olmazsa ben okudum, düşündüm, yazdım, uyardım, kendimi ve çevremi de korumaya çalıştım, elimden başka bir şey gelmedi mi diyeceğiz.. bu iki senenin sonunda yine sınıfta kaldık galiba tüm insanlık olarak.. ama bir yandan da kardelenler açıyor, fideleri dikmek, toprağı çapalamak, tohumları hazırlayıp atarak tabiatın iyileştirici gücüne sığınıp yolumuza devam etmek zorundayız diyorum.. biz elimizden geleni yapalım, bakalım mevlâm neyler, neylerse güzel eyler diye de noktayı koyalım...




Yorumlar

  1. Ben de bu konuda psikoloji odaklı bir yazı yazayım diyorum çünkü salgına alışma ve eskiye dönmeye karşı bir tepki, korku ve çekinme başladı birçok insanda! Hani uzun süre hapiste kalan insanların dışarıya çıkmaya çekinmeleri gibi, insan en kötü şarta bile alışıp değişime kapalı bir ruh hali geliştiriyor..
    Bu pandemi bana ne kadar yalnız olduğumu gösterdi ve boğazıma dek sanal ilişkilere battığımı hissettirdi. Bunun çok yanlış olduğunu ama pandemi kadar benim de hatam olduğunu da fark ettirdi.. Şimdi bunu tersine çevirmeye çalışacağım ve sanırım mümkün mertebe ekranı hayatımdan çıkartmaya.. Umarım başarabilirim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet pandemi bizi zorunlu veya gönüllü, evden pek çıkmamaya, sosyal hayattan uzaklaşmaya buna karşılık da sanal alemde daha çok zaman harcamaya itti ve bunlara ne yazık ki biraz fazla alıştık.. o sebeple çıkması da zor olacak gibi.. artık basmakalıp bir söz haline gelen ''hiç bir şey eskisi gibi olmayacak'' bundan sonrası her şey için geçerli olacak sanırım.. bir bakıma canlı olarak insanlarla beraber olamasak da biraz kendi kendimize kaldık ve yalnız hissettik, buna karşılık kitaplarla veya sanal ortamda yüzünü bile görmeden bir çok insanla daha çok bir araya geldik.. bu da bir deneyim oldu.. ben şahsen daha çok kitap okumaya başladım, hatta şu anda dört kitabı birden okuyorum.. böylece sıkılmaya da vakit kalmamış oluyor.. bu da bir deneyim :) çıkış nasıl olacak merak ediyorum doğrusu...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke