1- Beyin yakan sorular

 


     Gazete idarehanesinde sıradan bir gündü.. zaten gazete de sıradandı, yazıhanesi de.. eski bir apartmanın giriş katında olan gazete ofisi kapısında yer yer paslanmış pirinç bir levhada gazetenin adı  yazmasa kimsenin gazete idarehanesi demeyeceği bir mekandı.. hemen hepsi büyücek bir odadan ve yanındaki mutfak ve küçük tuvaletten ibaret olan bu mütevazı daire, hem idarehane hem yazıhane hem de tüm çalışanların (iki kişi) girip çıktığı sessiz ve hüzünlü bir mekandı.. salonda herkesin kullandığı bir masa. bir eski model bilgisayar, duvarda eski model bir televizyon, eski masanın üzerinde ise artık hemen hemen hiç kullanılmayan ahizeli,çevirmeli kırmızı bakalit telefon, yine artık pek kullanılmayan Brother marka bir küçük daktilo makinesi.. bu son ikisi bir zamanlar gerçekten gazete olan bu binada nedense adeta ''burası gazete yazıhanesidir'' demek için bırakılmış bir süs malzemesi olmuşlardı artık..


     O şaşaalı ve herkesin saygı ile karışık korku ile baktığı gazetecilik günleri çoktan geçip gitmişti..şimdi artık bu büyücek odada biri gazetenin sahibi, patronu aynı zamanda yazı işleri müdürü, aynı zamanda başyazarı, aynı zamanda mali departman ve editöryal departman başkanı, vs. vs. si olan usta gazeteci ve babacan patron, öteki de acar muhabir kadrosunda bulunan kahramanımız araştırmacı yazar Fahrettin olarak topu topu iki gazeteci görev başında, kararlılıkla halkımızı aydınlatma, toplumumuzun değerlerine, vatanımız ve bayrağımıza sahip çıkma çabasına bitip tükenmek bilmeyen bir enerji ile devam etmekteydiler..


     Gerçi tiraj gittikçe düşmeye devam ediyor, artık plastik çıktığı için kağıt torba yapımı da unutulduğundan gazete almak isteyenler azalıyorsa da, hiç olmazsa kadınların cam silerken vaz geçilmezleri arasında olduğu için yine de gazete satışları belli bir alt seviyede devam ediyordu.. bilenler bilir, gazete satışı zarar demektir.. kağıdın, mürekkebin, matbaanın, dağıtımcının, yazarların, muhabirlerin parası alt alta toplanınca; gazete sattıkça zarar edilen bir madde olmaktan çıkamaz.. gazeteyi zarardan kurtaran tek şey vardır; o da reklamlar ve ilanlar, özellikle de resmi ilanlardır..ne kadar çok ilan basarsanız o kadar kazanırsınız.. yüksek tirajlı gazetelerin ilan tarifeleri de yüksek olduğundan patronlar tirajın artmasını isterler..ama tiraj her şey demek değildir tabii..eğer iktidara yani o sırada paraların harcanmasına yetkili olan siyasi görüşe karşı fikirlere sahipseniz ilan ve reklamlarınız hemen hemen yoktur.. bu da kısa sürede topu atacaksınız demektir.. o zaman, ya karın tokluğuna bu mesleğe devam edip kuyruğu dik tutacaksınız ya da bir şekilde devlet büyüklerine yanaşmaya, yaranmaya, hatta ayıptır söylemesi yalakalık etmeye başlayacaksınız.. eskiden gazetecilik okulları bu kadar çok değilken bu kurallar da tabi ki okullarda öğrenilmiyor, hayat dediğimiz öğretmen tarafından kafalara vurula vurula öğretiliyordu.. ama son zamanlarda okullar da, öğretim görevlileri de hatta bu işlerin profesörleri de o kadar çok arttı ki belki kimisinin eli değer de bu konularda bir doktora tezi verirler diye bekler olduk.. ama üzülmeyelim, artık hepimiz uzmanız bu konularda, hayat üniversitesi diploma vermiyor ama mezunu çok..


     Konuyu uzattık epeyi, ama artık sıradan günümüzün başlama vakti de geldi..Acar muhabir Fahrettin çayını eline alıp (artık çayı Fatma hanım yapmıyordu, Arzum çay makinesi istediğin zaman emrindeydi, nerde o eski demleme çaylar) ortak masa kenarında yerini almıştı henüz.. televizyonda bir alt yazı belirdi;  Son Dakika; şehrimizin yeni havalimanında ilk uçak kazası... havaalanına 50 km mesafede bir uçaktan haber alınamadı...saat 06.02 de radarlardan görüntüsü kaybolan uçağın düştüğü tahmin ediliyor... Istranca dağlarında köylüler bir patlama sesi ile uyandı... olay yerine çok sayıda ambülans, itfaiye ve askeri birlikler sevk edildi... ayrıntılar bekleniyor... Acar muhabir ve usta patron nefes almadan bu haberi seyrettikten sonra birbirlerine bakıştılar.. ikisinin de içinde tansiyonu biraz düşmüş olsa da gazetecilik kanları hareket etmeye başlamıştı..


     Fahrettin; patron ben gideyim mi olay yerine, hem bize yakın olay yeri, hem de epeyidir o taraflara gitmemiştim, gezmiş olurum, burada paslandık kaldık..haber de tam bize göre.. her tarafa vuracak şey çıkar buradan.. istediğimiz gibi yazar çizeriz.. bize bir haftalık iş çıktı.. zaten en çok bir hafta sonra da bu kaza ve haberleri, yorumları unutulur gider.. demir tavında dövülür izin ver bu işi ben alayım dedi..patron kısa bir düşünme payı bıraktı ve başka alternatifi de olmadığından olsa gerek bu iş senin evlat! ha gayret, göreyim seni! dedi.. böylece acar muhabirimiz büyük bir şevk ve heyecanla işe girişti.. eski model Nikon'u ve sarı basın kartını yanına aldı, cep telefonu ve şarj cihazını da çantasına koydu ve olay yeri taraflarına doğru gidecek dolmuşu yakalamak üzere dışarı fırladı...


     Olay yerine ulaştığında neredeyse saat 14 ü geçmişti.. meşhur gazeteciler, TV ekipleri helikopterlerle çoktan olay yerine gelmişler haberlerini canlı yayın araçlarından vermişlerdi bile.. meşhur muhabirler yoktu artık ama manken gibi kadın ve erkek muhabirler kameralara dönmüş heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyorlardı.. uzaktan etrafa saçılmış uçak enkazı ve itfaiye araçları, ambülanslar görünüyordu.. muhabirimiz elinde basın kartı ile olay yerine doğru gitmek istedi.. birden önünü çelik yelekli, özel giysili, polis mi jandarma mı olduğu belirsiz, yüzleri gözükmeyen robokop gibi birkaç tip kesti..kartını uzattıysa da kimse bakmadı bile.. Yasak! dediler sadece.. sonra anlaşıldı ki ulaştırma bakanı özel uçakla Ankara'dan gelmiş ve birazdan da olay yerine korumaları ve yakın gazeteciler televizyoncular ekibi ile birlikte helikopterlerle gelmek üzereymiş.. çok sayıda zırhlı otomobil, arazi aracı, polis zırhlı araçları, kamyonet irisi ve jip irisi siyah renkli araçlar çoktan olay yerine ulaşmıştı bile.. çoğunu ilk defa gördüğü bu özel araçlar ve korumalar adeta amerikan filmlerinden çıkmış gibi hazırlıklı ve sanki bir film platosunda gibiydiler.. acar muhabirimiz birden zaman ve mekan algısını yitirdi.. Jurasik parktan çıkıp etrafına şaşkın şaşkın bakan küçük bir dinozor yavrusu gibi hissetti kendisini.. yapacak başka bir şey de olmadığından biraz da vakit geçsin düşüncesiyle etrafta gelişigüzel dolaşmaya başladı.. film platosundan uzaklaşmak geliyordu içinden.. kendisini oradakilerden ayrı hissetmişti birden.. bu oyunun bir figüranı olmayı reddediyordu adeta gazeteci ruhu ve bedeni..


     Köylüler ve yakınlardan gelen meraklılar kazadan çok gelecek devlet büyüklerimizle ilgiliydiler.. uzaktan uçağın ana gövdesi olacak bir beyazlık yığınından hafif dumanlar tüttüğüne göre bütün yolcular yanarak ölmüş olmalıydılar.. kaç yolcu vardı, uçak hangi havayollarına aitti, kurtulan var mı gibi beylik sorular çoktan cevaplanmış olmalıydı.. muhabirimiz haberi kaçırdığına mı üzülsün, bir şey öğrenemediğine mi kızsın, ne yapacağını bilemediğine mi utansın, garip duygular içinde gayesiz olarak dolaşıyordu.. biraz da kafasını dinlemek, kalabalıktan uzaklaşıp kır havası teneffüs etmek, kuş sesleri dinlemek ihtiyacıyla olsa gerek farkına varmadan epeyi uzaklaşmıştı olay mahallinden..


     Birden, uzakta otların arasında siyah bir deri çantaya benzeyen yarı yanık bir  parça şey gördü.. önce önemsemedi.. ama kırlık yerde bunun normal olmadığını düşünmesi çok sürmedi.. ne de olsa serde gazetecilik merakı vardı.. yaklaştı, bunun kayışları kopmuş bir deri çanta olduğu kesindi.. çantanın ön kısmında büyük kısmı yanmış katlanmış bir kağıt görünüyordu.. kağıdı eline aldı, çantanın diğer taraflarına baktı.. içi tamamen boşalmış eski bir el çantası..ne kimlik, ne başka bir şey.. belki de uçaktan düşmemiş, adamın biri fırlatıp atmış bunu, dedi.. ama çantanın bir kısmı da yanmış, ezilmiş ve parçalanmış gibi göründüğüne göre uçaktan fırlayıp buralara gelmiş olmalı dedi arkasından.. çantadan çıkan tek şey elindeki yarısı yanmış bir kağıttı artık, bu kesindi.. etrafa baktı dikkatle, başka hiçbir şey görünmüyordu bura için normal olmayan..


     Elindeki kağıt parçasını dikkatle açtı.. katları açınca ortada kurşun kalemle yazılmış yazılar gördü.. ne hikmetse yazıların üst kısmı ve alt kısımları yanık olduğu halde bu kısıma hiç bir şey olmamış gibiydi.. gazetecilik merakı ağır bastı.. okumaya başladı.. zaten yazı da türkçeydi..alt alta yazılan birer satır yazı dizisi vardı kağıdın üzerinde..dikkatle okumaya başladı yazıları;

     -Felsefe nedir?

     -Antik çağ felsefesi, özellikle Sokrates'in felsefesi neydi?

     -Doğru cevaplar için, doğru sorular mı gerekir?

     -Osmanlı'nın politikası neydi? -var mıydı?-

     -Osmanlı'nın Kürt politikası neydi?

     -İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) nin Kürt politikası neydi?

     -Atatürk'ün (Cumhuriyetin) Kürt politikası neydi?

     -İsmet İnönü'nün Kürt politikası neydi?

     -Menderes'in (Demokrat Partinin) Kürt politikası neydi?

     -Demirel'in Kürt politikası neydi?

     -Özal'ın Kürt politikası neydi?

     -Özal, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, öldü mü, öldürüldü mü?

     -AKP nin Kürt politikası neydi?

     -İsviçre ve Türkiye'nin nüfus/yüz ölçümü oranı nedir?

     -İsviçre/Türkiye ekonomisinin oransal karşılaştırılması nasıldır?

     -Türkiye neden İsviçre ol(a)mıyor?

     -Türkiye, Orta-Doğu'nun İsviçresi olabilir mi? Nasıl?

     -Dış göç almak iyi midir, kötü müdür?

     -İnsan türünün kaç bin yıllık ömrü kaldı?

     -Kavimler göçü de depremler gibi önlenemez midir?

     -.....(burası yanmış, okunamadı...)


     Acar muhabirin içini büyük bir heyecan ve sevinç kapladı.. bu kağıdın üst tarafında ve alt tarafında daha kim bilir neler yazıyordu ama ne yazık ki yanmış gitmişti.. birbirinden bağımsız gibi görünen  sorular peş peşe yazılmıştı.. ilk bakışta bir şey ifade etmeyen bu sorular acar muhabirimizin zihninde önce soru işaretleri sonra da beyninde bir flaş patlaması tesiri yapmıştı sanki.. kim bilir yanmış yerlerde neler yazmıştı bu yazıları yazan (şimdi büyük ihtimalle aramızda olmayan) kişi.. ama yanık kağıtta yazılmış yazıların bu kadarı bile onu heyecanlandırmaya yetmişti işte.. içindeki gazetecilik kanı bu sefer daha hızlı, neredeyse sel gibi akmaya başlamıştı.. acaba kim yazmıştı bu yazıyı?.. kayınpederi ile bir türlü iyi geçinemeyen sinirli bir damat mı acaba?.. şaşırdı birden; aklına bu da şimdi nereden gelmişti.. böyle bir tanıdığı vardı evet, ama ne yazık ki ikisi de hayatta değillerdi artık.. ama bu yazıyı yazan kişi de bu tipte biri olmalıydı, bu kesin.. sürekli soru soran, düşünen, halinden ve memleketin durumundan pek memnun olmayan bir adam.. belki de bir kadın?.. cinsiyet ayrımcısı durumuna düşmek istemezdi doğrusu.. ama kadınlar, evin nasıl idare edileceğinden, eve nelerin alınıp nelerin atılacağından, kocalarının ve çocuklarının neler yiyip içeceği hatta giyeceklerinden, paranın nasıl harcanacağından, çocukların hangi okullarda okutulacağından, hangi semtte oturulacağından vs. vs. gibi önemli konularla daha çok ilgilendiklerinden, yukarıdaki gibi saçma ve önemsiz soruları ancak bir erkeğin sorabileceği akla geliyordu doğal olarak.. her neyse, kim sormuş olursa olsun artık önemi yoktu.. sorular artık acar gazetecimizin elindeydi.. ya bunlar da yansaydı, ne olacaktı o zaman?.. insanlık neler kaybedecekti kim bilir...


     Acar muhabirimiz artık olay yerindeki görevinin sona erdiğine karar verdi, gururla ufuklara ve dönüş yoluna bakarken.. elindeki kağıt parçasında yazılı olan, belki de insanlığı kurtaracak sorulara, -ya da biraz alçak gönüllü olursak böyle sorulara sebep olacak sorulara- bir kere daha baktı ve vakit kaybetmeden gazeteye dönüp, yazacağı haberi ve bundan sonra başlayacak olan asıl büyük haber ve araştırma, inceleme dizisini tasarlamak gibi büyük bir görevin kendisini beklediğinden neredeyse emin olarak kararlı adımlarla dolmuş durağına doğru yürümeye başladı.. biraz sonra daha hızlı yürümeye hatta koşmaya başladığını hissetmiyordu bile...




                                                 *           *           *

     


Yorumlar

  1. Oooo. Yeni bir hikâye dizisi bizleri bekliyor! Yaşasın :)

    YanıtlaSil
  2. Düşen uçakta kimler vardı acaba? Soran, sorgulayan, cevaplar arayan bir kaç kişi daha varsa ağır gelmiş(?!) ondan düşmüştür uçak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, sanırım böyle ağır sorular soran kişiler irtifa kaybeden balondan atılan ilk safralar gibi gittikçe azalıyor..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke