2-Felsefe nedir?

 



     Acar gazeteci Fahrettin gazeteye ulaştığında iyice akşam olmuştu.. define bulmuş ve kimseye de haber vermemiş bir kişinin heyecanı ve önündeki başarılı günlerin hayali ile doluydu kıpır kıpır eden kalbi ve beyni.. peygamberlere gökten inen vahiyler gibi ona da kayan bir yıldız gibi havadan yana yana gelmiş bu solgun kağıt parçası kim bilir nasıl değişiklikler ve sıçramalar yapacaktı meslek hayatında.. şimdiden gelecekteki başarılı ve ne yazacağı merakla beklenen, bütün büyük gazetelerin hatta televizyonların kadrolarına en değerli mücevher gibi görmek istediği günleri düşlemeye başlamıştı bile..


     Oysa patronu karşısındaki bu genç adamı hiç de öyle karşılamadı.. hatta nerede kaldın be adam, yarınki gazeteyi nasıl çıkaracağız bu saatten sonra der gibiydi.. yine de alçakgönüllülükle davranmaya karar verdi acar muhabirimiz ve gecikmesinin sebebinin dolmuşla ve çoğu kısımda da yürüyerek olay yerine gidip gelmesinden dolayı olduğunu, zaten herkesin televizyonlardan takip ettiği bu konuda gazetede yazacak farklı bir şeyin de olmadığını, kısa ve biraz da alttan alan cümlelerle özetledi.. merak etme ustacığım panik yok, her şeyi şıpın işi hallederiz şimdi demeyi de ihmal etmedi.. bilgisayarın başına geçerken cebindeki hazineden bahsedip etmemeyi düşündü bir an.. sonra hemen vaz geçti.. bunda daha ne yapacağını bilememesi kadar patrona gösterirse bula bula bu yanık kağıt parçasını mı buldun?, ver bakayım neler yazıyor? ha ha haaa; vay be ne kadar önemli şeylermiş bunlar.. daha önce kimse böyle şeyleri düşünememişti.. yaşasın.. hahahahaaaa! gibi tepkiler verme ihtimalinin de mevcut olmasıydı galiba.. 


     Yan gözle televizyonu da izleyerek uçak kazası ile ilgili bir iki sütun yazı doldurduktan ve modası geçmiş Nikonundaki uzaktan çekilmiş bir kaç fotoğrafı beğenmeyip google amcadan kısa bir araştırma sonucu bulunan iki fotoğrafı da ekledikten sonra patronun gün boyu sıkıntı içinde doldurduğu diğer haber ve suya sabuna dokunmayan yorumlarla gazetenin yarınki basımını tamamladılar ve matbaaya elektronik posta ile gönderdikten sonra bu günü de tamamlamış insanların yorgunluğu ve bıkkınlığı ile evlerine dönmek üzere yazıhaneden ayrılarak otobüs durağına doğru yollandılar.. acar muhabirimiz bu esnada amiral gemisi olan büyük bir gazetenin en üst katındaki odasından kasıla kasıla çıkarak akşam bakanlardan biri ile beraber yemek yiyeceği boğazdaki lüks lokantalardan birine gitmek üzere gazetenin otoparkına doğru gittiğini hayal ediyordu.. tabi otoparkta klimaları en az on beş dakika önce çalıştırılmış son model siyah renkli ve zırhlı aracı ve özel şoförü hazır onu beklemekteydi ve ona düşen sadece arka koltuğa yerleşmek ve mini buzdolabından çıkarılmış viskisini yudumlayarak günün yorgunluğunu çıkarmak ve akşama, ondan sonra da geceye hazırlanmaktı.. kim bilir lokantada ve ondan sonra gideceği mekanlarda hangi meşhur ve zengin adamlarla ve tabi onların çevresinde bol bol bulunan dilberlerle karşılaşacak ve hep birlikte hoşça ve eğlenceli vakitler geçireceklerdi.. memleketin sosyal ve ekonomik hayatının yakından görülmesi ve bizzat yaşayarak hissedilmesi de gazetecinin temel görevlerinden değil miydi?


     Bu arada otobüs durağında bekleşen kalabalığa da bakarak kafasındaki yazı dizisini düşünmeye, hatta bu konuda, hazır halkın arasındayken mini bir kamuoyu yoklaması yapmaya karar verdi.. hemen yanındaki omuzları çökük, sakal tıraşı çoktan gelmiş, yorgun ve biraz da sinirli görünümlü yaşlıca bir adama yanaşarak Affedersiniz beyefendi! Size bir soru sorabilir miyim? dedi.. emekli bir vatandaş olduğu neredeyse kesin olan adam, bu da nerden çıktı şimdi başıma der gibi baktı.. adamın böyle boş boş bakışını, Sor bakalım! şeklinde anlayan muhabirimiz bu meşhur yazı dizisini başlatan ama bunun kıymetini şu anda henüz idrak edememiş o yüzden de talihinden habersiz olan adamcağıza ilk sorusunu patlattı: Felsefe nedir?...


     Yorgun adam önce bir şey anlamadı.. hangi otobüsle nereye gidileceği, kaç numaralı otobüs tarifi veya ufak bir yardım talebi gibi bir şeyler beklerken, böyle bir soru karşısında ne diyeceğini bilemedi önce.. soruyu soran adamı şaşkın ve boş bakışlarla bir kaç saniye inceledikten sonra, ''Valla ben bilmiyom gardaş, buraların yabancısıyım, bak şorada gençler var onlara sor istersen'' dedi ve arkasını dönüverdi.. muhabirimiz biraz hayal kırıklığına uğrasa da gazeteciliğin öyle kolay bir iş olmadığını, azim ve sebat istediğini, fikri takip diye bir prensip olduğunu kendisine bir kere daha hatırlattı ve sonra kararlılıkla gençlerin yanına doğru yanaştı.. gençler, kendi aralarında yüksek sesle bağırıp gülerek hep bir ağızdan konuşuyor, hepsi birbirine laf geçirmeye, veya komik şeyler duymuş gibi hep bir ağızdan kelimeleri uzata yaya, yarı anlamlı yarı anlaşılmaz bir dille bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı birbirlerine.. galiba kimsenin kimseyi pek de dinlediği yoktu.. birden, Merhaba gençler! diye aralarına daldı.. hepsi kısa bir süre susup ona bakarken bu sessizlikten istifade ile gençlere günün sorusunu tevdi etti; Felsefe nedir sizce?...


     Gençler birden ciddileştiler.. böyle kazık soruları ancak öğretmenler sorar, acaba bu adam kim, bizi imtihan etmek isteyen yeni bir öğretmen mi? okula yeni tayin edilmiş galiba, tanımıyoruz ama ne olur ne olmaz der gibi bakışmaya başladılar.. nihayet; aralarında gözlüklü olan, koltuğunun altında bir iki kitap olan esmerce genç cesaretlenerek; Hocam biz o dersi okumadık.. biz sayısalcıyız... dedi.. haydaa, bu da nereden çıktı diye düşünen acar muhabir alttan aldı.. yok gençler, beni yanlış anladınız.. ben öğretmen falan değilim, gazeteciyim.. bakalım gençlerimiz felsefe deyince ne anlıyorlarmış, kısaca felsefe neymiş?, ne işe yararmış? gibi sorulara ne cevap veriyorlar öğrenmek istedim.. zamanınız varsa birkaç cümle ile cevaplarsanız memnun olurum dedi.. gençlerin bir kısmının o anda dikkati dağılmaya başlamıştı zaten.. yine gözlüklü genç imdada yetişti.. diğerleri gelen otobüsleri yan gözle araştırırken.. sanki şu otobüs bir an önce gelse de atlayıp bu gazetecinin zor sorularından kurtulsak der gibiydiler.. gözlüklü genç; valla ben pek bir şey diyemeyeceğim abi.. eskiden okulda böyle dersler varmış.. sonra seçmeli olmuş.. en sonunda da kaldırmışlar.. mantık, felsefe, psikoloji sosyoloji güzel dersler bence.. keşke olsa da öğrensek.. pek bilmiyorum felsefeyi yani abi.. dedi..


     Acar muhabirimiz bu cevabı da beklemiyordu.. yahu toplum ne hale düşmüş.. biz hiç olmazsa felsefe nedir onu öğrenmiştik.. yazık bu gençlere.. dünyadan haberleri yok.. felsefe olmadan biz nasıl ileri batı ülkelerine yetişeceğiz... tam bu gibi karamsar düşünceler içine dalmak üzereydi ki birden gökten inen ve sadece kendisinin değerlendirebileceği yanmış kağıt parçası aklına geldi ve içini önce bir ferahlık, arkasından da kararlılık ve azim kapladı.. şimdi daha iyi anlamıştı bu sorunun önemini.. kimsenin değerini anlamadığı, o yüzden de çamurlar içine atılmış büyük bir elmas parçasını o bulmuştu ve onu yontarak ve parlatarak bu mazlum ve kadersiz memleketin hizmetine sokmak görevi ve bahtiyarlığı onun omuzlarına yüklenmişti.. işte bütün mesele bunun nasıl ve hangi yöntemle yapılacağı idi.. gözü ufuktaki kızıllıkta, izah edemediği bir takım duygular içinde gelecek otobüsü beklemeye başladı...





                                                       *                         *                         *




 

Yorumlar

  1. Olaylar 70lerde geçiyor gibi algılamıştım, birden google çıkınca şaşırdım :)
    Felsefe nedir böyle dolmuşta sorulunca, şaksiper kimdir eseri nedir tadında oldu gerçekten :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pardon birden gönderdi telefon. Asıl şu geldi aklıma, sanırım Orhan Pamuk'un Veba geceleri'nde de böyle bir sahne vardı ki o da sanırım Oğuz Atay'a biraz özeniyor, bazen hakikaten insan bu tip soruların cevabını bulmaya kafayı takabiliyor ve önüne gelene "hayatın anlamı"nı sorabiliyor ve gittikçe karışıyor işler, iyice içinden çıkılamaz anlaşılamaz bir hale geliyor. Bu soruları insan belki gerçekten sadece bu konunun hocalarına mı sormalı, onlar da işin teorisine, yönergebilime düşer ve ayrıntıya girip bütünden uzaklaşırsa, yoksa gerçekten köyünde tarlasında yaşayan adama, bu sonbaharda benim de yaptığım gibi - hani eve traktör tekeri üzerinde döndüğüm gece :))) dağdaki çobana mı sormalı yoksa.. Ama uygun dille, onun sen anlayacağı ve senin de onu anlayacağın dilde. Felsefe nedir dememeli de insan, bunca yaşıyoruz da sence nedendir? demeli belki... Bilmiyorum, hakikaten kafayı yedirten sorular bunlar.
      Şu paragrafı çok severek okur ve gülerim, buraya da aktarayım, veba gecelerinden elbet. şehzade x. efendi, tahta çıkmaktan daha önemli gördüğü "kendin olmak" konusunu kafaya takmış ve 30 sene boyunca bu konuda düşünüp sonunda kafayı sıyırmış ya... öyle birşey işte....

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

Tesbih