3-Sahi, Felsefe nedir?

 



     Acar muhabirimiz otobüs durağındaki başarısız mini anket girişimi fiyaskosunun da etkisiyle olsa gerek canı hayli sıkılmış bir vaziyette bir süre etrafına ilgisiz kalmayı tercih etti, sonunda nazlı nazlı durağa yaklaşan otobüsüne kalabalıktan aldığı birkaç kaba vücut darbesi yüzünden zorlanarak da olsa binebildi ve bu sırada da; bu milletin daha otobüse nasıl binileceğinden haberi yok, ben de felsefe nedir diye soruyorum hâlâ diye hem halkına hem de kendisine sitem etmeyi de ihmal etmedi.. bindiği durak ile evi arasında öyle fazla da uzun bir mesafe yoktu ama, sürekli ve ani dur-kalklar, yoğun şehir trafiği, bitmek bilmeyen korna sesleri ve şoförün homurdanarak, sağa sola sataşıp küfrederek, adeta burnundan soluyarak araç kullanması yüzünden tüm yolcuları germesi gibi sebeplerle bir işkenceye dönüşen ve bitmeyecekmiş gibi gelen bir yolculuk sonunda evine yakın bir durakta otobüsten yine itişe kakışa indiğinde neredeyse sıcaktan erimiş gibi duran asfaltı öpecek kadar bir ferahlama hissetti.. sonunda ulaşabildiği dairesinin çelik kapısının anahtarını siperine ulaşan bir askerin mutluluğu ve sevinciyle çevirip içeriden gelen loş havayı kokladığında sanki bütün yorgunluğu geçmişti ama, bu defa da beyninde bir ağırlık mı desek, bir huzursuzluk mu desek bir şey vardı ve onu sürekli meşgul ediyordu.. bu duygu; hani ilk okulda öğretmeniniz size bir şey sorar gibi veya bir cevap bekler gibi bakışlarını üzerinize diker, siz de bir türlü ne diyeceğinizi ne yapacağınızı bilemezsiniz ya, işte öylece orada gözünü dikmiş onu izliyordu.. şu anda bu duygunun ne olduğunu tam çıkaramasa da bugün, o kaza alanında bulduğu o yanık kağıt parçasının üzerindeki gelişi güzel yazılmış bir kaç satır yazı onu bu hale sokmuştu, işte bundan emindi.. sanki beyninin içindeki o ciddi ve otoriter öğretmen, haydi bakalım ne yapacaksın! ne diyeceksin şimdi?.. der gibi bakıyordu ona..


     Bir an, bugün çok yoruldum, galiba ondan olsa gerek bu tuhaf ruh hali diye düşündü.. ama yine içindeki öğretmen; yok öyle yağma! sana göklerden bir görev geldi!.. belki de bu senin hayatının ikramiyesi!.. bulduğun bu hazineyi tekrar çamurun içine atamazsın, bunu işlemek ve insanlığa sunmak zorundasın!.. belki senin hayatının anlamı da bunda gizli.. bugüne kadar ne yaptın ki?.. her şeyi unut artık!.. senin için yepyeni bir hayat başlıyor bundan sonra.. sen bir misyon adamısın bugünden sonra! dedi.. yeniden, acaba çok mu yoruldum, yoksa hafiften tırlatmaya mı başladım diye düşündü kısa bir süre.. ama öğretmenin, sert ama bir o kadar anlayışlı bakışları sanki ona yalvarıyor gibi de geldi şimdi.. haydi göreyim seni, sıradan bir öğrenci değildin sen, seçilmiş birisin, görevini yap! diyordu artık .. bir süre iki arada bir derede kaldı...


     Sahi, Felsefe nedir? diye bu kez kendisine sordu yüksek sesle.. hemen aklına cep telefonundan google amcaya (neden amca acaba, teyze olamaz mı?) danışmak geldi.. felsefe nedir diye yazdı.. çıkan cevapları çabucak okudu ve sonra bununla yetinmeyerek ayaküstü biraz daha araştırma yaptı.. ilk bulgulara göre felsefenin varlık dünyasında olan her şeyin nasıl, ve neden olduğunu araştıran bir düşünme sistematiği gibi bir bilim olduğuydu.. yahu! ne menem şeymiş bu felsefe dedikleri, neredeyse tüm düşünce tarihi bunun içine giriyor da haberimiz yok.. baksana ta eski yunana kadar gidiyor bu işin kökeni.. yurdum insanının adını meşhur bir Brezilyalı futbolcu olarak öğrendiği Sokrates meğer meşhur bir filozofmuş.. Bütün dünyanın tanıdığı Platon -ki nedense biz, daha doğrusu arap dünyası, onu Eflatun olarak biliyor- bu düşünme sistemini kuran filozoflardanmış.. daha neler neler, kimler var adını duyduğumuz duymadığımız.. sonra bir karanlık çağ olmuş - belki de bazılarına göre aydınlık devam etmiştir kim bilir, bildiğimiz dünya karanlık döneme geçmiştir- bu çağ bittiğinde yine mantar gibi filozoflar yetişmiş.. hepsi bir taş koymuş bu piramide ve bugünkü felsefe dünyası ve bilimi böyle böyle oluşmuş.. peki, bunlardan neden insanlık dediğimiz, öyle mi desek acaba daha doğrusu insanların ortalama seviyesi, haberdar olmamış?.. ya da neden felsefe ile pek ilgilenmemiş?.. felsefe karnı tok, sırtı pek, boş zamanı çok, yapacak başka eğlendirici şeyler bulamayan insanların işi mi acaba? .. düşünmek sadece insana mahsus bir şey diye biliyoruz (acaba?), ama neden böyle derin düşüncelere dalan ve bunu da yazıya, konuşmaya, sohbete döken insanlar azınlıkta hatta yok gibi?.. çoğu insanın neden bunlardan haberi bile yok?.. hani insanlar doğuştan eşitti.. aynı haklara sahipti.. o zaman bu filozoflar insanüstü varlıklar mı, yoksa bunlar gereksiz şeylerle vakit geçiren tuzu kuru insanlar mı? bu kadar şeyi düşünmüşler de ne hayırları olmuş ''insanlığa''?.. gibi saçma düşünceler doldu bu kez beyninin içine.. karşısında bambaşka bir şey, bir varlık mı desek, bir dünya mı desek, bir tarihi kapı açılmış da içinden bambaşka bir hayata bakıyor gibi geldi.. bir şeyler görüyor duyuyor gibiydi ama, sanki bir filin değil kuyruğunu hortumunu, henüz bir kılını tutmuş bir kör gibi hissetti kendisini o anda.. hatta kılını bile tutmamış, ne olduğu belirsiz, ama oralarda olduğunu hissettiren bir varlık.. ne acaba? sonra okudukça ve işin tarihçesini öğrenmeye başladıkça neredeyse felsefenin en temel bir bilim dalı olduğunu gördü.. ama bu bilim dalı ne işe yaramıştı şimdiye kadar hayatında.. ya da şimdiye kadar sadece adını duymuş, hatta arkadaşları arasında felsefe yapma! gibi şakalara konu olmanın dışında pek işi olmamıştı bu felsefe denen şeyle.. işte şimdi o yanık kağıt parçasında bu soruyu okuyunca bambaşka bir duygu ve şaşkınlığa kapılarak karşısındaki fili merak ve korkuyla izleyen küçük bir çocuk gibi hissediyordu kendisini.. Felsefe galiba dünyayı anlama ve açıklamaya çalışan bir bilimler hatta sanatlar topluluğunun adı olmalıydı.. ana konusu da dünya ve varlık alemiydi.. bunun dışı metafizik olarak ayrı tutulmuş ve pek de ''bilimin'' ilgilenmediği bir alan olarak bırakılmıştı.. o bölgeyle ve ötesi ile(?) dinler ilgileniyordu galiba.. peki dünya ve varlık alemi dediğimiz şey neydi o zaman? bizim gözümüz, kulağımız, duyularımızla beynimizde oluşturduğumuz bir görüntüler ve işleyişler bütünü mü.. peki biz kimiz? daha doğrusu bizden de önce ben kimim? kafasında bir sürü soru; cevap bekleyen öğrencilerin saf bakışlarıyla üzerindeydi bu defa.. beyin yakan sorular dedi içinden.. kafasının ısınmaya başladığını hissetti.. motorun hararet derecesi yükselmiş gibi bir saat görüntüsü geldi gözlerinin önüne.. şimdi anlıyordu ki galiba felsefe işte bu gibi soruların hepsine cevap aramaya çalışan bir düşünce sistemiydi.. o zaman önce soruları sormalıydı.. sorular doğru sorular mı, yanlış sorular mı onları ayırmalıydı, sonra onları cevaplandırmaya çalışmalıydı.. tabi bunları baştan yapacak değildi.. bugüne kadar bu sorulara cevap arayanlar birer taş koya koya bir piramit kadar büyük, ama bir o kadar da gizemli bir abide bırakmışlardı felsefe adıyla ortaya.. şimdi O, bu piramitleri ilk defa gören şaşkın ve bir hayli de ilgisiz bir turist gibi duruyordu bu devasa eserin karşısında.. bir rehber yok muydu acaba?.. yok! dedi içinden.. kendi kendimin rehberi olacağım el mecbur.. ama önce soruları sormalıydı.. nereden başlayacaktı sormaya ve cevapları aramaya? Ben kimim?.. işte bu en önemli soruydu.. bir zamanlar okuduğu bir yazıyı ve onun ana sözünü hatırladı; Önce kendini tanı!


     Ne kadar kolaydı bu kendini tanı! sözünü söylemek.. cevabı da o kadar kolay mıydı acaba?


     Kafasının içinde bir çok tuhaf düşünce.. hangisinden başlayacağını bilemediği bir sürü soru dansediyordu adeta.. bir yandan da günün ve akşamın yorgunluğu.. bir şeyler yemek bile aklına gelmiyordu şimdi.. sadece yorgundu.. hatta bitkindi.. sonunda kendisini yatağına zor attığında saat kaç olmuştu bilmiyordu.. henüz gece başlamış mıydı?, yoksa sabah mı olmak üzereydi? .. gerçekten hiç bir fikri yoktu.. Uyku! sen nelere kadirsin.. hiç böyle içten istememişti uyumayı uzun zamandır.. bu kâbus gibi düşünceler, huzursuzluk, sırtındaki ağır yük, ancak uyku sayesinde uzaklaşacaktı ondan.. işte bundan emindi..  kesinlikle..





                                                   *                *               *







Yorumlar

  1. Düşünce sarmalı insanı yorar.. şimdiye kadar kullanılmamış, öylece duran bir parçamızı çalıştırmak böyle bir şey herhalde.. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke