7- Gazetede

 




     Birkaç durak sonra indiğim iyi olmuş, yoksa bu ruh hali ile gazete idarehanesine girmek benim için imkansızdı diye düşündü yazıhanenin bulunduğu apartmanın girişine yönelirken.. kapının zilini çalmasıyla birlikte neredeyse içeriden otomatik olarak kapının kilidinin açılması aynı anda oldu.. patron adeta telaş içinde, yüzü heyecan ve öfkeden kızarmış bir halde masasına kurulmuş sorgulayan gözlerle bakıyordu ona.. ve sanki -konuş bakalım ne diyeceksin!.. der gibiydi.. patron çabuk sinirlenen  ve bir o kadar da yelkenleri kolayca suya indiren bir adamdı.. galiba yaşadığı o çalkantılı yıllar ona bu ruh halini kazandırmıştı.. Sacit Sami Coşar bey;  - o kavga yıllarında sağcı gazete yazarı ve muhabiri düşmanları ona bu isminin baş harflerinden buldukları SSCB adını takmışlardı, ve bu büyük buluşları(!) ile çok mutlu olur ve gurur duyarak yazılarında özellikle belirtir, onun böylece Sovyetlerin ajanı olduğunu anlattıklarından dolayı da büyük keyif alırlardı- şimdi artık o kavga yıllarının yorgunluğu ve kalenderliği içinde sığındığı bu küçük gazete idarehanesinde, masasının başında artık savaş yıllarının bitmesi sonucu birbirlerine düşen ve iç çatışmalar ve didişmeler sonucunda da merkez tarafından gözden düş(ürül)müş eski bir kuvvet komutanı tavrı ile, adeta elinde kalan son kalesini tahkim eden ve sancağı teslim etmemekte direnen bir komutan edasında oturuyordu.. yılların yorgunluğunu taşıyan başı, kapakları sarkmış ve kırışmış mavi gözleri, tepede ağarmış ve oldukça seyrelmiş olmasına karşın özenle geriye taranmış saçları, hâlâ gür ve yanları eski tüfek solcular için alameti farika olan tipik şekilde sarkık pos bıyıkları ile adeta bir Stalin bulunuyordu masanın arkasında.. ne yazık ki Stalin ihtişam içinde, yarattığı korku imparatorluğunun başındayken ölme talihine sahip olmuşken, Sacit Sami ise hâlâ savaşmaya devam eden ama artık köpeklere oyuncak olmuş yaşlı bir kurt gibi, kaderinin ona ördüğü bu son oyununa katlanmaya devam ediyordu.. gerçi bu halinden pek de şikayetçi olduğu   söylenemezdi.. onun dava arkadaşları ve içinde tüm hayatını şekillendirdiği o nesil, çok istedikleri ve hemen geleceğini, kendiliğinden kuruluvereceğini zannettikleri kardeşçe toplumu bir türlü kuramamışlar, bu uğurda nice yoldaşlarını yitirmişler, nice kalleşlikler acılar yaşamışlardı ama ''son tahlilde'' Sacit Sami, yine de kavgasından ve yaşadıklarından gurur duymakta, sancağı tek başına da olsa azim ve iman ile dik tutmakta devam ediyordu.. ve son kurşunu yiyip de kahramanca direniş gösterdiğini cümle aleme ispatlayan ve bayrağına tutunarak son nefesini vereceği günün görüntüsünün artık yaklaştığını hisseden bir bayraktar haleti ruhiyesi içinde, o son zafer ve onur anının artık iyice yaklaştığını hissediyor, her şeyiyle gücünü, emeğini verdiği, uğruna nesi var nesi yoksa son damlasına kadar sarfettiği davasının o son kişisel anını yaşamak ve bu sahneden artık gururla ve alkışlarla uğurlanmak istiyordu.. anlıyordu ki; her toplumda en büyük zekalar sıradan kişilerce mahkûm edilmiştir; Buda, Sokrates, İsa... nice örnekler vardır daha.. bu memlekette de aydın olmanın, duyarlı namuslu davranmanın kaderi buydu işte.. kimseye yaranamamış da olsan, her şeyini uğrunda harcadığın proleter sınıf tarafından bile bir türlü benimsenememiş de olsan, o çok sevdiğin mazlum ve mağdur halkın tarafından bir saat bile can kulağıyla dinlenmeye bile layık görülmemiş olsan, hatta omuz omuza savaştığın veya seni en çok anlaması beklenen diğer aydınlar, dostların ve hatta en yakınların tarafından bile destek görmemiş de olsan en nihayetinde sırf kendin için. ilkelerin için. küçücük de olsa bu yolda bir iz bırakmak için bütün bunlara değer diye düşünüyordu.. az biraz da, artık bu oyun bitse de gitsem yatsam diyen yorgun aktörler gibi, perdenin kapanmasını ve sahne ışıklarının sönmesini neredeyse özlemle bekliyordu.. hattâ, açıkçası artık alkış seslerini bile istemiyordu.. sadece huzur...hepsi o kadar...


     Fahrettin; işte biraz utangaç, biraz öğretmeninden ceza bekleyen haylaz bir öğrenci gibi içeri girip karşısında patronunu bu halde görünce biraz da vicdan azabı ile karışık özür dileme isteği duydu içinden.. ama şimdi bunun sırası değildi; önce patronun en hassas olduğu konu olan, matbaaya gazetenin klişelerini yetiştirelim, zaten sonra işler yoluna girince ve sohbet ederken patron rahatlar, o zaman anlatırım son 24 saat içinde olup bitenleri, diye düşündü ve hiç bir şey olmamış gibi hemen bilgisayarının başına geçti.. yaklaşık yarım saat sonra da haber ajanslarından, sosyal medyadan, hatta o gün çıkan gazetelerden derlediği küçük başlıklarla çatılmış mütevazı gazeteleri işte önlerinde hazır duruyordu.. konuyu biraz da açmak için olacak patronun baş yazısını da hızla okudu.. hemen hemen artık patronun hangi konu olursa olsun nasıl bir ''günün başyazısı''nı kurgulayacağını öğrenmişti.. hatta bir oturuşta onun üslubu ile beş ayrı konuda beş tane başyazı attırıvereceğini bile düşünmüştü sık sık.. o kadar basmakalıp bir sistem olmuştu onun için bu başyazılar.. çoğu zaman, bütün başyazarlar böyle midir acaba diye düşünmüş, hatta bazı uyanık muhabirlerin sonradan bu eski kurtları sarakaya almak için yaptıkları acı bir şakaya çok gülmekle beraber (o meşhur yazar, son 3 sene içinde her 19 mayıs bayramında neredeyse aynı yazıyı yazmıştı gazetesine, sadece bir iki kelime yer değiştirmişti ama kimse fark etmemişti, uyanık muhabir takımı bunu fark edip de kendi gazetelerinde büyük puntolarla durumu ortaya çıkaran yazılar yazmışlar, ama kimseden de büyük bir reaksiyon görülmemişti garip bir şekilde, ve o başyazar hâlâ çok okunan ve fanatikleri de oldukça çok ve oldukça da tepkili insanlar olan bir yazar olarak yazmaya devam ediyordu) bu olgunun bir gerçeklik olduğunu ve insanların -yani bu vakadaki yeminli okurların- siz isterseniz ne derseniz deseniz bile, insanların sizde sadece kendi fikirlerini destekleyen, tekrar eden, adeta bir amentü okur gibi anlamını bile düşünmeden sadece onu ''orada'' görüp rahatlamak isteyen bir ruh durumu içinde olduklarını anlamıştı.. işte Sacit Sami'nin de -artık çok azalsa da- bu tür bir tiryaki okur grubu vardı ve o da onlara günlük dozlarını şaşırtmadan ve zamanında, uygun sıcaklık ve tatlılıkta vermeye devam ediyordu.. ben de böyle biri mi olacağım ileride acaba? diye düşündü.. hayır böyle olmayacaktı, ama nasıl biri olacağını da şu an için tam bilemiyordu.. çünki artık zaman değişmişti, ''Din, halk için afyondur'' diyen Marx bile artık çok gerilerde kalmıştı (acaba?).. zaten o zamanlar için bile ''her şeyin teorisi'' olarak sunulan fakat devrinde bile o kadar da rağbet bulamayan Marxism teorisi, diğer düşünürlerin saldırıları yüzünden, daha çok da bu teoriyi ''pratiğe'' geçirenlerin yapıp ettikleri yüzünden gözden düşeli çok olmuştu.. hatta o zamanlar bile Rusya'dan daha çok komünistin Avrupa ve Amerika kıtasında olduğu söylenirdi.. bekara karı boşamak kolaydır diye bir atalar sözü aklına geldi, Avrupalı Amerikalı düşünürler teoride çok tutarlı görünen Marksizmin uygulamasını yaşamamışlardı kuşkusuz.. bu nasıl bir teoriyse artık, pratiğe girmeyen bir pişman, girenler de bin pişman vaziyetteydiler.. ama işte Sacit Sami ve artık çok az sayıda kalmış dinozorlar henüz bu sevdadan pes etmemişlerdi ve artık etmeleri de beklenemezdi.. çünki onlar, bu saatten sonra fikir değiştirmeye kalksalar önce kendi fanatikleri tarafından tel'in edilirler, hatta ya ortadan kaldırılmaya çalışırlar, ya da ''ademe mahkum edilirler'', hiç olmazsa adları ''dönek'', ''oportünist'', hatta yalaka, bunak gibi ''seviyeli'' tanımlamalara dönüştürülür, ne kendi kamplarına ne de zaten ölümüne didiştikleri karşı kamplardakilere yaranamazlardı.. çünki karşı kamptakiler de kendi kampları içinde aşağı yukarı aynı durumdaydılar.. onlar da birden manevra yapamaz, yılların birikimini ve zihin konforunu bir kenara bırakamazlardı.. oyunun kuralı böyle konulmuştu.. ''davadan döneni vurun, ben dönersem beni de vurun'' diyen ünlü bir faşist liderin dediği bu söz meşhur olmuştu ama aslında bu söz her cephe için geçerliydi.. bu sahnede herkes kendi rolünü oynayacaktı, hatta okurlar, sıradan halk ve münevverlerimiz bile bu sahnede olduklarından onlar da bu kurala tabiydiler.. bu çorak iklim başka bitkilere hayat tanımazdı buralarda...


     -Tamamdır patron! gazetemizin baskısını mail ile gönderdim, deyip Sacit Sami beyin yüzüne bu defa daha bir güvenle baktığında, patronun iç dünyasına kapanmış, geçmiş günlerin anılarıyla, kavgaları ve acı tatlı didişmeleriyle meşgul olduğunu hissetti dalgın halini görerek.. ve içinden büyük bir merhamet ve sevgi duydu bu baba gibi gördüğü adama karşı.. mutfağa gidip patronun sevdiği şekilde bir sütlü kahve yaptı, kendisine de daha sert bir kahve hazırladı.. burada kolay ve çabuk yapıldığı için çay yerine kahve içerlerdi.. çayın o nazlı nazlı demlenişi, sürekli ilgi istemesi, bir seremoni gibi bardağa konulup rengini seyrede ede içilişi bir başkaydı ama, artık modern zamanlardaydılar.. sürat ve pratiklik çağındaydılar.. yemekler fast food, içecekler fast food, hatta dostluklar, sevgiler bile fast food tarzındaydı artık.. kimsenin 15 dakika bile bir şeyler okumaya, dinlemeye, düşünmeye (en önemlisi buydu aslında) vakti yoktu artık.. herkes birbirine laf yetiştirmeye, kısa ve acıtıcı darbelerle karşısındakine laf sokmaya çalışıyordu sadece.. savaşların bile eski tadı yoktu.. her şey ekranda ve düğmeyle, joystickle halloluyordu.. İHA'lar, SİHA'lar çıktıktan sonra, sıra diğer robotlara da gelmişti artık.. günümüzde savaşları bile bizim adımıza başka taşaronlar, hatta onların da alt yüklenicileri paralı askerler (katiller) ve ölüm makinaları yapıyordu.. biz muhabirler neyin haberini verecektik ki artık.. TV' lerde, gazetelerde her gün kaç uçak, kaç siha, kaç tank vs imha edildiğinden başka savaş haberi de yok gibiydi.. anlaşılan artık insanlar da ölmüyordu.. ''kayıp'' tı artık onların adı da.. ekranlarda sadece mülteciler, kaçan çocuk ve kadınlar, ev hayvanları ve yaşlılar vardı savaş haberleri olarak.. bir de bol bol lider sözleri, meydan okumaları.. böyle bir zamanda, her şeyin teorisini bırak, teoriye bile yer kalmamıştı.. bir de ben her şeyin teorisini buluyordum az daha diyerek kendisine güldü.. patronu bu gülümsemeyi yakalamıştı.. -ne o oğlum, keyiflisin bugün.. -anlat hele merak ettim şimdi, derken gerçekten Sacit Sami beyin o yorgun mavi gözlerinde azalmış, sönmekte olan bir mum alevi gibi de olsa ufak bir meslek heyecanı, adeta bir ışıldama hissetti acar muhabirimiz....




                                                 *                            *                               *










Yorumlar

  1. SSCB çok iyiydi :)
    Her şeyin teorisi, bu kuantum ile diğer teorileri birleştirecek olan, mesih gibi beklenen teori değil mi? Fizik ile felsefenin ortak alanı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, her şeyi açıklamak, tüm teorileri bir araya getirmek bilim adamlarının uğraşısı, ama sıradan insanlar de kendilerince hakikati anlamaya ve formüle etmeye çalışıyorlar..

      Sil
  2. Gerçekleri güzel bir şekilde resmetmişsiniz yazınızda. Ne kadar bilinse de arada hatırlayıp üzerinden geçmek gerek. Şaşırmadım ama büyük bir zevkle okudum. Şimdi diğer bölüme geçiyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekleri algıladığım şekilde yazmaya çalışıyorum.. bende kalan izleri ve duyguları yansıtabiliyorsam ne mutlu.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke