5-Aydınlanma

 



                         ''Filozofların aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır''

                                      Marquis de Condorcet (1743-1794.. Fransız filozof,matematikçi ve bilim tarihçisi) 



     Geldik çok hassas bir konuya diye iç geçirdi acar muhabirimiz.. hassas olduğu kadar tehlikeli, bir o kadar anlaşılamamış, daha doğrusu anlatılamamış olan şu aydınlanma meselesi... aydınlanan kim, aydınlan(a)mayan kim, kim kimi aydınlatacak?.. niçin ve nasıl aydınlatacak?.. bir de bunlar yetmiyormuş gibi aydınlanma çağı diye bir şey var.. bu çağa ulaşamayan veya ulaşmamakta direnenlerin her türlü belayı baştan hak ettikleri -ve iyi de olduğu- gibi bir görüş de dolaşır ''aydın''larımız arasında.. tabi bunu bu kadar açık söylemezler de neredeyse 300 sene kadar önce kibarca söylemiş Fransız düşünürden medet umarlar.. aslında halkımız bunu çok güzel özetlemiş yüzyıllar içinde; ''kızı gönlüne bırakırsan, ya davulcuya, ya da zurnacıya varır'' diye.. burada kızımız aydınlan(a)mamış toplum, ebeveyn de filozoflar oluyor galiba.. ama gönül filozof milozof dinlemiyor heyhat..


     Peki, haksız da değiller mi bu aydın takımı?.. sen oku yaz, düşün taşın, herkes laylaylom keyif çatarken, bazı önemli sonuçlara ulaş, sonra da bunlardan bîhaber zavallı toplumu aydınlatmaya çalış.. ama onlar ne yapsa beğenirsin? seni dinlememişler, gidip şarlatanlara inanmışlar, sonra da aldanmışlar.. ne olacak şimdi?.. oh olsun! mu diyelim, müstehaksınız, beter olun diye söylenelim mi?.. yoksa hiç bir şey olmamış gibi aydınlatmaya devam mı edelim?.. ''sen yanmasan, ben yanmasam...'' yanalım mı yani Bruno gibi...


     İşte bütün mesele bu... bir tarafta aydınlatmak isteyenler, öbür tarafta bu işin a'sından bile habersiz zavallı topluluklar.. işin kötüsü ne halleri varsa görsünler! de diyemiyorsun.. başlarına bir şey gelince -ki gelmemesi sürpriz olur- neticede o topluluğun içinde sen de -ne yazık ki!- yaşadığın için, sen de etkileniyorsun belalardan, sıkıntılardan.. sonra bir de, sen niye bize bildirmedin madem bunların başımıza geleceğini, demek ki bunları -belki de- dış güçlerle yani düşmanlarımızla birlik olup sen yapmışsın demezler mi.. ayıkla pirincin taşını.. konuşsan bir türlü, sussan bir türlü.. hani şair demiş ya ''sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok'' aynen o durum.. aydın olmak da ne zormuş.. cehalet ne güzel şeymiş deme gel de...


     Acar muhabir/düşünür Fahrettin bunları tefekkür ede ede bir demlik çayın neredeyse dibini boylamak üzereydi.. aklı başına iyice gelmişti artık.. ya da öyle hissediyordu.. şimdi; ''kendini bil, kendini tanı, kendini tanıyan alemi bilir, yaratanını bilir'' gibi çeşitlemeleri de olan sözü bir şekilde cevapladığını düşünüyordu.. ama her cevap gibi bu da eksiği çok, alelacele verilmiş intibaı veren bir cümle olmuştu işte.. olsun, başlangıç için bu kadarı kâfi dedi.. arkası zaten bu konuda derinleştikçe gelecek.. koskoca filozoflar bile o kadar düşünme çabasından sonra söyleye söyleye ''bir bildiğim varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir!'' gibi bir inci yumurtluyorsa benim gibi bir amatör ne derse affedilir dedi ve ilerideki düşünce hayatını ve bu aleme katkısını düşünerek bir süre hayale daldı...


     Sonra; böyle hayalle plansız programsız, çala kalem yazıp söylemeyle bu işler yürümez Fahrettin efendi! diyerek uyardı kendisini.. bu iş metodlu, planlı programlı olmalı.. onun için de yarısı yanmış kağıtla sana ihsan edilen yol haritasından faydalanmalısın.. orada neler diyordu bir daha oku.. birbirinden ilgisiz cümleler mi? yoksa seni büyük bir yola yönlendiren bir yol haritası mı bu kağıt parçası, bir düşün hele.. elbette ikincisi.. o yüzden felsefe tarihi, ilk çağ felsefecileri ve özellikle yunan filozoflarının ne dediklerini, ne gibi yollardan ilerlediklerini incele önce.. piramit nasıl yapılır bir düşün.. önce temelden başlanır her şey gibi.. belki mimar bile tam bitirmemiştir kafasında ana planı, ama çalışan işçiler hiç bilmez ne yaptıklarını.. ustalar biraz anlar yapılan işi, ama onlar da ancak bilecekleri kadarını ve akıllarının alabilecekleri kadarını.. 


     Belki ana mimar bile tam bilmiyordu ne yaptığını diye düşündü birden, bu yapıya başlarken.. ancak büyük bir yapı ve içinde gizli dehlizler ve odalar.. hepsi bu mu acaba?.. amaç ne?.. asıl bir mimar vardı mutlaka.. her şeyi önceden bilen ve görünürdeki mimarlara ''ilham'' eden.. acaba bu asıl mimar kimdi?.. İnsanlık! dedi aniden, büyük bir buluş yapmış gibi.. düşüncelerden oluşan felsefe piramidi çağlar boyu tüm insanlığın daha doğrusu tüm düşünürlerin ortak mimarı oldukları ve henüz bitmemiş -belki de bitmeyecek- büyük bir eser değil miydi?.. evet! düşünce tarihi de hep bir önerme ve onu red eden başka önermeler tarihi değil miydi? ana bir akış vardı kuşkusuz.. daha doğru, daha güzel, erdemli, tüm insanlığın eseri olan bir düşünce akışı.. yüz yıllar boyu her filozof bir şeyler katmamış mıydı bu ''esere''.. zaman zaman yanlış ve çıkmaz yollara sapsa da ana akış hep güzele, doğruya olmamış mıydı?.. güzel ve doğru neydi o zaman? işte o, insanların zihinlerinin ta derinlerinde olan, adeta doğal bir yetenekle bildikleri, onlara yaratılıştan verilmiş olan şeyler değil miydi? her zaman neyin iyi ve güzel olduğunu ayırdeden insanlar ancak insanlığa bir şeyler katabilmişlerdi.. gerisi ne yazık ki ya yapılanları yıkmışlar, yıkmaya çalışmışlar, ya da yıkanları izlemiş, korku kaos ve kuşku içinde hayatlarını sonlandırmışlardı.. demek ki filozof diye adlandırdığımız insanlar hiç bir şeyden korkmadan doğruyu ve güzeli anlatan ve öneren, çevresini aydınlatan insanlardı.. geri kalan toplum da ya aydınlanıyor ve ileriye doğru az da olsa gidiyor, ya da aydınlarına yüz çevirip şarlatanların peşine takılıp aldatılıyorlardı.. mesele buydu...


     Peki insanlar nasıl oluyor da aydınları bırakıp şarlatanlara inanıyor ve peşlerine düşüp aldanıyorlardı? neydi onları bu duruma sokan sebepler? aydınların onları aşağı görmesi miydi? onların seviyesine inememesi miydi? ya da toplumdaki sıradan insanların aydınları tuhaf insanlar, bunak -veya daha kötüsü- düzen bozucular olarak görmeleri miydi?.. Doğruyu söyleyen niçin dokuz köyden kovuluyordu? insanları doğru sözde rahatsız eden neydi? sonra biraz düşünceye daldı düşünür muhabirimiz.. İnançları! dedi yine bir büyük buluş yapmış gibi kendisinden gurur duyarak.. İnanç dediğimiz şey neydi o zaman? insanın iç dünyasında geliştirdiği, dışarıdaki insanlardan veya güvendiği kimselerden, çocuklukta büyüklerinden duyup aklında kalanlar veya tavırları hoşuna giden kişilerin sözlerini fikirlerini taklit yoluyla ''içselleştirdiği'' düşünceler yapısı dedi.. ''Bütün akıllar pazara çıkarılmış, herkes kendi aklını beğenip satın almış'' diye bir atasözü hatırladı.. burada beğenilen kendi oluşturduğu inanç yapısı idi galiba diye düşündü.. öyle ya şu yaşa kadar gelmiş, iyi kötü bir inanç yapısı kurup benimsemiş insana senin inancın yanlış, doğrusu şu demek ne kadar acıtıcı ve aşağılayıcı gelir değil mi.. aynen senin deri rengin, adın, saç rengin yanlış demişler gibi gelir.. bunlar zaman içinde değiştirilemez şeylerdir.. hoş biraz değişirler yıllar içinde ama ana karakter değişmez.. dünyaya gelirken o kodlarla gelinmiştir.. ben niye İsviçrede gelmedim de Senegalde geldim gibi saçma bir soru olur bu.. her neyse konuyu dağıtmayalım, inançlar da bu kadar işlemiştir iç dünyamıza.. söküp atmak büyük çaba, acılar, hayalkırıklıkları ile dolu bir zorlu yol gerektirir.. bunu ancak çok az insan başarabilir.. işte onlara filozoflar, aydınlanmış insanlar diyoruz.. İnsan genellikle iç huzurunu, alıştığı yaşama şartlarını, gelenekler dediğimiz doğru yanlış demeden kabul edilen davranışları benimsemek eğilimindedir.. bunların doğru mu yanlış mı olduklarını sorgulayıp huzurunu bozmak istemez çoğu.. '' icat çıkarma başımıza!'' diye hatta kızar bile sorgulayanları, sonunda köyden de kovar eğer çok rahatsız ederse.. ama bütün insanların bir de düşüncelerini yaymak, taraftar toplamak, birlikte hareket etmek böylece güçlü ve sözü dinlenir olmak gibi de bir isteği vardır.. aydınlarda da vardır bu (hatta daha kuvvetlidir, çünki haklı olduğunu bilir) sadece inanç duyarak yaşayanlarda da.. yazı bile bu yüzden icat edilmemiş midir.. niçin boyuna fikirlerimizi, duygularımızı yazıp duruyoruz.. bu bir kişi veya grup da olabilir ''İnsanlık'' dediğimiz en büyük topluluk da olabilir.. önce taşlara çamur tabletlere yazmışız, sonra kağıtlara el yazmalarına yazmışız.. matbaa icat edilince artık tüm insanlığa yazıp yaymaya başlamışız.. İletişim artık her yerde ve her an karşımızda.. herkes fikirlerini, duygularını, buluşlarını hatta aklına gelen her şeyi yazıp bu büyük nehire niçin atıyor.. birileri görüp beni anlasın ve beraber bir topluluk olalım diye.. inanç sistemleri de böyle gelişmiş.. önce masallar hikayelerle başlamış.. sonra Mitoloji adında bir külliyat olmuş.. sora bunları reddeden başka inanç sistemleri ve dinler ortaya çıkmış.. hepsinin amacı birlik olmak beraber hareket etmek.. gerçi felsefe yapanlar da bir bakıma aynı şekilde davranıyorlar ama onlar temelde inanca değil de şüpheye dayandıkları için düşünce sistemleri rahatlamaya değil de sürekli sorgulamaya, dolayısıyla da hep diken üstünde ve huzursuz bir ruh haline sokuyor insanları.. gerçi bazı filozoflar işi eğlenceye hayatı ciddiye almamaya hatta keyif peşinde koşmaya yönlendirmeye çalışmışlar ama ah o şüphecilik yok mu.. keyif alırken bile sorgulama, şüphe.. keyif bunun neresinde?


     İşte inanç sistemleri hep bu yüzden felsefe sistemlerine karşı daha çekici, -daha doğrusu- daha rahat,  konforlu ve huzurlu olduğu için hep avantajlı konumda diye iç geçirdi muhabir/düşünürümüz.. o yüzden filozof görünce kuşku ve korku ile bakan insanlar, din adamı, kanaat önderi, şeyh deyince elini öpmek, bir şeyler öğrenmek, hayır dualarını almak için sıraya giriyorlar ne yazık ki diye hayıflandı.. sıradan insanın iç dünyasında geliştirip kendi rotasını ona göre düzenlediği kutup yıldızını; bir filozof çıkıyor, her şey gibi kutup yıldızı da aynı yerde durmuyor, o da yer değiştiriyor, ama bu onbinlerce yıl içinde olduğu için farkedilmiyor..  her şey belli bir yörüngede akıp gidiyor, fikirler de öyledir.. taşlaşmış, yeniliğe gelişmeye uyamayan fikirler ve inançlar da sonunda yolunu kaybeder, her an tetikte olmamız lazım rotamızı takip ederken.. gibi huzur bozucu şeyler söyleyince elbette susturuluyor ve kovuluyor, hatta öldürülüyor diye acı acı gülümsedi.. 


     Dinler, inanç sistemleri ve felsefe acaba bağdaştırılamaz mı? Toplumun anlayacağı ve benimseyeceği şekilde bir sentez yapılıp insanlığın hizmetine sunulamaz mı? neredeyse insanlık tarihi boyunca süren bu anlamsız savaşa bir son verilemez mi? insanlığa yeni bir yol aydınlık bir gelecek sağlayacak bir yeni düşünce sistemi lazım.. diye düşündü ve birden rüyası aklına geldi.. ''Fahrettinizm''!!!... evet cevap buydu işte.. bütün soruların cevabı, bütün ihtiyaçları karşılayacak ilaç, insanları barış ve huzura ulaştıracak çare işte bu!.. ve onu da ben gerçekleştireceğim!, diye birden heyecanlandı.. gözlerinin ışıldadığını hissetti.. ama kimse görmemişti henüz ışıltıyı....


     





                                                       *                    *                    *








          

Yorumlar

  1. :))) ya çok güzel gidiyordu ama fahrettinizm’de çöktüm! :))))

    YanıtlaSil
  2. Uzun zamandır izinizi kaybetmiştim. Sevgili Momentos'un blog tanıtımı sayesinde yeniden size ulaşma imkânını yakaladım. Sadece C. gibi ben de doğru yol üzerinde acar muhabirimiz diyordum, acaba ne çıkacak bakalım bu tefekkürün sonunda. Derken "Fahrettinizm!" çıktı ki umarım muhabirimiz birbirine taban taban zıt iki görüşü sentezlemenin boşa kürek çekmek olduğunu er ya da geç anlayacaktır. Tespit kolay, çözüm imkânsız:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz.. tesadüfen sizin tanrı ile konuşma yazınızı yazdığınız zamanlara denk gelmiş benim yazım da.. insanlar bu konulara kafa yormaktan kendini alamıyor .. bence Fahrettinler sanıldığından çok memlekette.. ben de onlardan birini anlatmaya çalışıyorum işte...

      Sil
  3. Buralarda bir yerlerde benim yorum olacaktı kaybolmuş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ilk mesajınızı okudum ama sonradan silinmiş nedense.. başlıklara rakam koymuştum o esnada silinmiş olabilir..

      Sil
    2. Sıkıntı yok ama hatırlıyorum yazdım buraya :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke