10- Teşkilat-ı mahsusa

 



     Aşiyan sözü geçince bir an için acar muhabirimiz herkesin bildiği, Tevfik Fikret'in evinin ve şimdi de mezarının olduğu yere yakın bir yere gidiyoruz sandı..Bir yandan da kendisini dikiz aynasından tarassut altına almış olan şoför Osman beyin bakışlarından rahatsız olduğu için bakışlarını başka yerlere kaçırmaya çalışarak, en kolay çare olan çevresine bakıyor gibi görünmeye karar verdi..ama birden Sacit Sami bey sessizliği bozarak -bu arada biraz da sesini yükseltmişti sanki- değişik bir tonda konuşmaya başladı; -Yaa işte böyle Fahrettin bey oğlum! bizim ömrümüz hep böyle yarı serbest yarı göz altında geçti.. dedi.. Acar muhabirimiz bu sözlerden önce bir şey anlamadı, ama sanki patron da "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!" der gibi konuşuyordu.. vaziyetin farkına yavaş yavaş varmaya başlamıştı ki, patron sözlerine devam etti.. -oğlum, bizde adettir, devlet babamız bizi hep koruyup gözetmiş, yavrularının yanlış işler yapmaması, kötü yollara düşmemesi için adeta üzerlerinde titreyen bir baba gibi, çocukları biraz palazlanıp etraflarına bakmaya başlayınca onları gizli gizli arkalarından takip edip; ne yaptıklarını, kimlerle arkadaş olduklarını, kötü niyetli kişilerin ellerine düşüp düşmediklerini sürekli bir merak ve tecessüs içinde gözlemlemeye başlar, mümkünse kimseyle konuşup görüşmeden, sadece kendi çizdiği doğrultuda yürümesini, mesela okula mı gidiyor, sadece belli yol ve güzergahlardan, etrafına hiç bakmadan, -ve mümkünse sadece önlerine bakarak- gidip gelmelerini, bakkala veya bir arkadaşına mı gidecek en kısa ve bilinen yollardan gidip yine sağa sola bakmadan ve fazla da oyalanmadan dönmelerini, sokakta arkadaşlarıyla mı oynayacak -mümkünse oynamamaları daha iyi olur tabi- belli saatlerde ve bilindik arkadaşlarıyla, ve büyük bir ciddiyet içinde, kavga falan etmeden, bağırıp çağırmadan büyük bir sakinlik içinde oyunlarını oynayıp yine çabucak eve dönmelerini vs. vs. isteyen kıskanç ve vesveseli bir baba gibidir devletimiz.. ne kendine güvenebilir, ne de evlatlarına güvenebilir.. hep korku ve endişe içinde; ne olacak bu yavrularımın hali, kurtlara mı yem olacak, tilkilerin mi tuzağına düşecek, acaba beni dünyaya rezil rüsva mı edecek, yoksa başka babalara mı evlat olacak?.. diye gece gündüz kuruntular vehimler içinde yaşar.. o yüzden de taa Osmanlı devrinden beri bu böyle olmuştur; devletimiz yavrularını hep takip eder, nefeslerini bile dinler.. hatta Abdülhamit devrinde bu iş o kadar ileri gitmiştir ve sistematik hale gelmiştir ki, herkes birbirini devletine ispiyonlamaya, hatta baba evladını, evlat babasını padişaha rapor etmeye o zamanın deyimiyle jurnallemeye başlamış, sarayın mahzenleri gizli mektup ve raporlarla dolup taşmış, bu işlerle ilgilenmek için devlet sonunda Teşkilat-ı mahsusa yani bugünün diliyle özel kuruluş, gizli servis diyebileceğimiz büyük bir örgütlenmeye gitmiştir.. her şeyi yozlaştırmakta çok yetenekli ve becerikli olan halkımız bu işi de sonunda çığırından çıkarmış, çılgınca bir jurnalleme yarışı başlamış, ama artık jurnallemeler iyice zırvalaştığı için inandırıcılığını git gide kaybetmekle, saçma ve anlamsız hale gelmekle ve eski önemlerini yitirmekle beraber, yine de ne olur ne olmaz kabilinden devlet bu işi sürdürmüş ve kurduğu gizli teşkilatı aracılığıyla vatandaşlarını adım adım takip etmeye başlamıştır..ne yazık ki cumhuriyet devrinde de bu gibi müesseseler aynen devralındığı için bu hastalık devam etmiş, bu gibi gizli servisler  aynen ve hatta daha da güçlenerek çalışmalarına devam etmeye,vatandaşlarını adım adım takip etmeye devam etmiş, özel hayatın dokunulmazlığı,  kişi haysiyeti gibi kavramlar sadece kağıt üzerinde ve sözde kalmış, sonunda adeta devletimiz yavrularının rüyalarında bile ne gördüğünü merak eder hale gelmiştir.. her potansiyel suçluya en az bir tane devlet ajanı gerektiği için de devletimiz muazzam bir kadroyu bu işlerde istihdam etmeye başlamış, bu yüzden de asli görevlerini ihmal etmeye, vatandaşlarına daha güzel bir hayat şartları sunmaya çalışmak şöyle dursun git gide elde olanları bile kaybetmeye, zaten zayıf olan ekonomileri sık sık buhranlara girmeye başlamıştır.. aynen bir ailede olduğu gibi huzur ve güven ortamı gidince kimse mesut olmamaya, bir an evvel bu cehennem hayatı yaşanan aileden kaçmayı planlamaya, bu amaçla yollar, çareler aramaya başlamıştır.. paranoyak devletimiz bunu hissedince daha da celallenmiş, öz evlatlarını nankörlükle, hainlikle suçlamaya başlamıştır.. kadim bir gelenektir: devletimiz kendisini her zaman kutsal, dokunulamaz, hesap sorulamaz olarak gördüğü için istediklerine, dediğine uymayan herkesi hainlikle, düşmanlıkla suçlamış, bu "çıban başlarını" hep ezmeye, cezalandırmaya, kovuşturmaya, hapislerde çürütmeye çalışmıştır.. benim hayatımın en güzel yılları ya hapislerde, ya davalardan davalara koşup adalet aramalarla, devletimizin her türlü işkencesi altında ezilip inlemekle geçmiştir.. zaman içinde bakıyorum da, aslında ben, beni her zaman takip edip ne yaptığımı ne yapmak istediğimi anlamaya çalışan devletimize alıştım artık.. o yüzden, benim peşime taktıkları memurlarına bile neredeyse eski bir arkadaş gibi bakmaya, sanki onları anlamaya başladım.. hatta bu kişiler benim gibiler yüzünden ekmeklerini kazanıyorlar diye onlara bir akrabam, hatta gölgem gibi yakınlık duymaya başladım - bu arada Sacit Sami bey biraz da utanmış gibi gözlerini dikiz aynasından kaçırmaya çalışan yaşlı şoför Osman'a doğru bakıyordu-, zamanla adeta onlarsız edemez oldum, tıpkı onların da bensiz edemedikleri gibi.. dedi.. hatta onların da çoluk çocukları evde babalarını fazla beklemesinler diye, işten erkence çıkıp eve de fazla orada burada oyalanmadan gitmeye başladım.. ne de olsa onların benden çok işi var.. beni eve bırakacaklar, biraz bekleyip bir yere gidip gitmediğime bakacaklar, sonra da adeta çocuklarını huzur içinde yataklarına yatırmış, yorganlarını üzerlerine örtmüş bir ebeveyn huzuruyla günlük raporlarını yazmak üzere evlerine gidecekler.. onları da düşünmek lazım değil mi oğlum!.. dedi hafif bir alaycı gülümseme dudaklarında belirirken..


     Bu arada bindikleri taksi Bebek sırtlarına gidecek yerde Arnavutköy yoluna doğru ilerlemeye başlamıştı.. şoför Osman, patronun evini, emektar aracı büyük bir maharetle kullanarak, emekçi halkımızın yaşadığı gecekonduların arasındaki eğri büğrü yollardan kıvrak bir şekilde geçirerek sonunda eliyle koymuş gibi bulduğunda aracın içinde oynanan bu üçlü tiyatro oyunu da bitmiş oldu.. patron her zamanki babacan haliyle şoföre bolca da bahşiş ekleyerek ücretini ödedi ve onu da fazla bekletmek istemediğini belli ederek küçük bir bahçeye açılan demir kapıya yöneldi, hafif bir hareketle kapıyı itti ve, bu gecekondu mahallesinde bir pırlanta taşı gibi görünen şirin evin taşlığına doğru acar muhabirimizin koluna girerek ilerledi.. -fakirhaneye hoş geldin oğlum, nasıl buldun bakalım evimizi.. sen Aşiyan deyince Bebek sırtlarındaki yeri düşündün değil mi?..  ama eminim Tevfik Fikret de bu zamanda yaşasaydı orasını değil, halkımızın içinde, koynunda yaşamak için burasını tercih ederdi.. dedi.. acar muhabirimiz de doğru söze de denir dedi içinden, ve -haklısınız hocam, ayrıca burası ne kadar şirin bir yermiş.. eviniz de ne kadar hoş.. tam sizin karakterinizi yansıtıyor her şey.. sizin ve Jülide hanımın.. hanımefendi ile tanışmak için sabırsızlanıyorum.. dedi.. bu sözü gerçekten de içtenlikle söylemişti.. bu kadın hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmiyordu ama fırtınalı, çoğu zaman acıklı, ama onurlu ve çetin mücadelelerle dolu bir hayat içinde, patronuna en yakın kişi, hayat arkadaşı, mücadele yoldaşı, kısacası patronun artık her şeyi olan bu saygıdeğer ve müthiş kadını görmek ve onunla konuşmak, gözlemlemek ne kadar heyecan verici bir şey olacaktı gerçekten...





                                               *                                  *                                  *





Yorumlar

  1. Kendisini dikiz aynasından tarassut altına almış olan :)) muhteşem!
    Şöför meselesini şimdi anladım! Çok güzel bir buluş!!!
    Bu bölümde de mit konusunda konuştuklarımızı düşündüm.. bu yaz çocukların biraz daha büyümüş ve bizim de gerçek anlamda konuşabilecek zaman bulabilmeye başlamış olmamıza çok seviniyorum......
    Jülide güzel oturmuş, ismi aradığını hatırlıyorum :) Jülide Coşkun :)) Ihtiraslı bir kadın adı ama dur bakalım o nasıl biriymiş.

    YanıtlaSil
  2. :) en azından blog üzerinden konuşabiliyoruz ya buna da şükür :)
    Jülide aynen Halide Edip, Sabiha Sertel gibi bir kadın bence.. ama pek ihtiraslı değil galiba.. yumuşak ve sakin güç :)

    YanıtlaSil
  3. Bu bölüm hayli kısa oldu. Kendimi tutamıyorum, bir bölüm daha okuyacağım:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke