11- Evde

 



     -Jülide! biz geldik, bak yanımda kim var! diye seslendi Sacit Sami bey büyük bir sevecenlik ve neşe ile tek katlı evlerinin kapısını çalarken..Ev, bu gecekondu mahallesinin içinde çevresindekilerden apayrı bir karakter sergileyen, bahçeli şirin bir yapıydı..bahçenin dış kapıya giden ufak yolu kayrak taşları ile döşenmiş, iki tarafı da petunyalar, yıldız çiçekleri, menekşeler gibi çeşitli renklerde, kimi kokulu, kimi kokusuz çiçeklerle bezeli bir kısa yoldu.. yolun eve ulaşan son bölümü de yanda bahçeye açılan ufak bir giriş ve kapının önündeki mermer döşeli bir ufak açıklığa bakıyordu.. ev kapısının her iki yanında büyük saksılarda ekilmiş mevsim çiçekleri vardı.. anlaşılan Jülide hanım bahçecilikten anlayan, daha doğrusu bahçeyle uğraşmayı seven bir hanımdı.. bahçeye ilk bakışta bu kanaat hemen oluşuyordu insanda.. giriş kapısının sol tarafında büyükçe bir veranda vardı, tüm yaz boyunca patron ve eşi günlerinin büyük bölümünü burada geçiriyordu kesinlikle.. çünki verandada iki tane rahat bahçe koltuğu ve üzerindeki minderler sanki gelin oturun da rahat edin der gibi davetkar bir görünümdeydi.. verandadaki masanın da eski ve zevk sahibi bir usta tarafından güzel bir demir işçiliği ile yapılmış olduğu hemen anlaşılıyordu.. üzerinde güzel bir beyaz mermer olan masa, bu haliyle bir antika masa havası vermiyor, ama yılların hatıralarını da üzerinde taşıdığı hemen hissediliyordu.. masanın üzerindeki küçük bir vazoda bahçeden yeni kesilmiş gül ve karanfillerden yapılmış bir çiçek demeti, sanki çiçekçiler tarafından düzenlenip oraya yeni yerleştirilmiş gibi taptaze duruyordu.. patronun neden hemen evine gitmek ve günün stresini eşiyle beraber iki kadeh eşliğinde atmak istemesinin sebebi bu verandaya bir bakış atınca kolayca anlaşılıyordu.. 


     Daha patronun eli zile gitmeden kapı açıldı ve Jülide hanım arz-ı endam etti.. kapıda kendisine sevgiyle bakan eşine, aradan geçen bunca uzun yıllara rağmen hala eskimemiş sevgi dolu bir bakışla gülümsedi ve sonra acar muhabirimize döndü bakışları, ve -hoş geldiniz Fahrettin bey, adınızı Sacit'ten sürekli duyuyordum, sonunda sizi görmekten çok memnun oldum, buyurun içeri girelim.. dedi.. acar muhabirimiz ne yapacağını ne diyeceğini bilemez halde heyecandan dili tutularak hemen Jülide hanımın kendisine uzatılmış eline sarıldı ve aynen bayramlarda büyüklerin elini öpen çocuklar gibi öpüp alnına koydu.. bu ani ve hesapsız hareketinden hemen de çok utanarak kıpkırmızı kesildi, ama Jülide hanım beklediği gibi bir tepki vermedi.. hatta hoşlandığını belirtir gibi -berhüdar ol evladım! bile dedi.. Jülide hanım ilk bakışta her ne kadar asil bir eski İstanbul hanımefendisi gibi görünüyorsa da Kafkasya kökenli fizyonomisi hemen dikkati çekiyordu.. duruşunun zerafetinden ve sakin gülümsemesinden o coğrafyalarda insana saygının, büyüklere gösterilen hürmetin ne kadar önemli ve değerli olduğunu bilerek yetiştiği hemen belli oluyordu işte.. çerkezlerde, ev sahibi yaşlı bir adamın bile evine gelen insanlara, hatta çok küçük yaşta bile olsa çocuklara dahi, ayağa kalkarak ve son derece saygılı bir şekilde selam verdiğini ve hoş geldiniz dediğini olaya şahit olan bir arkadaşından dinlediğini hatırladı o anda.. bu hanımefendi de işte o anda, o kadim geleneği ne güzel ifade etmişti duruş ve davranışı ile.. bu ufak tefek, ama siyah gözleri son derece zeki ve anlayışlı bir  ifade veren bakışlarıyla hemen insanı etkisine alıyordu.. tamamen ağarmış ve çok güzel parlak gümüş rengini almış düz ve uzun saçları, zevkli bir biçimde taranarak arkadan bağlanmıştı ve bu da ayrı bir ifade vermişti bu asil başa.. üzerinde de son derece sade ama yine çok yakışmış güzel bir elbise vardı.. eve bizim geleceğimizi bilmiyordu ama sanki misafir gelecekmiş gibi hazırlanmış.. ne güzel bir alışkanlık ve asalet, diye bir kere daha hayranlıkla evin hanımına baktı.. o da ona gülümseyerek bakıyordu o anda ve;  -geleceğinizden haberim olsaydı size güzel bir masa hazırlardım, Sacit işte hep böyledir, beni zor durumda bırakmaktan hoşlanır, ama mesele yok, şimdi siz biraz verandada dinlenin, ben hemen masayı hazırlayayım.. kusura bakmazsınız umarım, dedi.. bu söz üzerine ikisi birden atıldı, Sacit bey, -aman hanımcığım, beni biliyorsun, böyle merasimleri sevmediğim için özellikle haber vermem, benim dostlarım da benim gibidir, şimdi hemen el birliği ile masayı da yemekleri de hazırlarız.. önemli olan masa ve yemekler değil, sohbet etmek ve hoşça güzel zaman geçirmek, onun için de gönüllerin bir olması zaten yeter de artar.. değil mi Fahrettin? dedi.. acar gazetecimiz de tabi efendim, sizi görmek ve tanışmak, sohbet etmek benim için her şeyin üzerinde zaten, siz kusuruma bakmayın patronum eve gidiyoruz deyince sevinçle hemen kabul ettim, umarım sizi rahatsız etmemişimdir.. dedi.. Sacit bey bunun üzerine, -oğlum, burada bana patron diye hitap etme, unutma ki biz hayatımız boyu patronlara karşı olduk, şimdi bütün ömrümüzü verdiğimiz ülkü bir anda yıkılmasın.. ben patronun değil, ağabeyin hatta baban sayılırım..bana bu şekilde hitap et artık.. dedi.. muhabirimiz de yine utanarak af edersiniz efendim, ağzımız böyle alışmış işte, sizin o bildiğimiz patronlarla hiç bir benzerliğiniz olmadığını biliyorum.. özür dilerim dedi.. Sacit bey delikanlının omuzuna sevecenlikle okşama ile vurma arası bir dokunuş ile -tamam anlaştık o zaman..haydi hep beraber masamızı hazırlayalım.. kerahet zamanı gecikti bile, dedi.. bu kısa tanışma merasiminin arkasından, üçü birden güle konuşa masayı ve yiyecekleri hazırlamaya koyuldular.. Sacit bey; -Jülide, sana çok komik bir şey söyleyeceğim, eve bizi her zamanki gibi Osman getirdi.. yolda adama, daha doğrusu devlete ve düzene epeyce laf soktum, gık bile diyemedi.. ne de olsa o da artık aileden sayılır değil mi?..ama doğrusu Fahrettin, sen de iyi idare ettin vaziyeti.. nasıl anladın onun hafiye olduğunu söyle bakalım.. dedi.. acar muhabirimiz de; - arabaya bindiğimizde pek anlamadım, ama bana bakışlarından ve sırada başka taksiler de olduğu halde hemen onun öne çıkarak bizi almasından bir şeyler fark ettim.. ama asıl sizin sözleriniz ve onun utana sıkıla sizi tasdik etmesi bende aradaki bağlantıyı sağladı.. bu sefer de gülmekten zor tuttum kendimi, dışarıya bakar gibi yaparak ve renk vermemeye çalışarak zar zor idare ettim durumu.. siz de adamı iyi sıkıştırdınız doğrusu.. ama dediğiniz gibi o da bu düzenin mağduru.. burada siz olağan suçlu rolündesiniz, ama o da sizin nasıl dürüst ve değerli bir insan olduğunuzu gördüğü halde görev gereği bunu yaptığını, bu arada da yaptığı işi ikinizin de bildiğinin farkında olduğunu, buna rağmen sizin ona adeta bir arkadaş, eski dost gibi davrandığınızı gördüğü halde bu pis işe kerhen de olsa devam etmenin huzursuzluğunu ve ezikliğini duyuyordu.. halinden tavrından bu kesinlikle anlaşılıyordu..o adama ben de çok acıdım doğrusu.. aslında o bir bakıma da şanslı biri, çünki sizin gibi değerli bir insanı tanımış ve gizli bir koruması olmuş adeta.. nice aşağılık adama korumalık yapan devlet memuru polisler var, nice şerefsiz insana hizmet eden gariban memurlar var.. onların yanında Osman kendisini çok şanslı görüyordur gerçekten.. sizin sağlığınıza ve varlığınıza dua ediyordur eminim dedi.. o anda da kırdığı potu anlayıp yine kıp kırmızı oldu.. Sacit bey ve Jülide hanım kahkahayı patlattılar bu söz üzerine, ve -merak etme delikanlı, bu memlekete güzel günler gelmeden bizim öte tarafa gitmeye hiç niyetimiz yok.. dediler.. mesele böylece tatlıya bağlandı ve acar muhabirimiz de bundan sonra bu iki muhterem insanın karşısında daha dikkatli konuşmaya bir kere daha karar verdi içinden..


     Bu arada verandadaki masaya içeriden bir rahat sandalye daha eklenmiş, üzerine tertemiz beyaz bir örtü serilmiş, küçük meze tabaklarına beyaz peynir, evde her zaman bulunan kavun, turşu ve üzerine zeytinyağı dökülmüş ufak bir siyah zeytin tabağı, birer tutam taze soğan maydanoz roka konmuş bir kayık tabak, bir küçük kasede de beyaz leblebi masanın üzerinde yerlerini almıştı.. Jülide hanım hemen dolaptan önceden hazırlanmış el yapımı köfteleri çıkarıp yağsız tavaya koymuştu bile.. anlaşılan masada her akşam bunlar yer alıyordu, bu nedenle olsa gerek çok kısa zamanda ortaya çıkarılmışlardı.. hemen buzdolabından çıkarılan küçük bir sürahi içinde soğutulmuş rakı, yanında küçük su bardaklarında soğuk su da yerini aldı.. nedense buz yoktu.. gerçek akşamcıların rakıya buz koymadıklarını hatırladı o anda muhabir delikanlı.. ne kadar güzel bir birliktelik ve huzurlu bir ortam, ben de böyle bir ailem olsun çok isterdim dedi, içini çekerek.. o anda anladı, işte bu birlikteliktir ki hayatın tüm zorluklarına, eziyetlerine, meşakkatlerine katlanma ve dayanma gücü vermiş bu iki sevimli insana.. ne mutlu ve özenilesi bir hayat.. bu sevgililer hayatta çok sıkıntı çekmişler ama hala dayanma direnme güçlerinden bir şey kaybetmemişler.. demek işin sırrı buymuş dedi..gıptayla bu ikiliye bakarken...


     Mutfak ve veranda arasında bir şeyler taşımak için gidip gelirken oturma odasını da meraklı bakışlarla gözlemlemeye devam etti muhabirimiz.. odadaki baş köşede yılların izini taşıyan mermer üstlü bir sehpanın üzerinde iki gencin mezuniyet fotoları vardı zarif çerçeveler içinde.. tipik robert koleji keplerini ve cüppelerini giymişler, geleceğe güven ve gururla bakıyorlardı bu kız ve oğlan çocuk.. bu çerçevelerin yanında da bu kez her ikisinin aile fotoğraflarının bulunduğu çerçeveler vardı.. bu fotolar artık ortalama bir amerikalı aile ve amerikalı çocukların gülümseyen pozlarıydı.. bu gecekondu mahallesinden çıkmış, ama artık bambaşka bir dünyada yollarını çizmiş bu iki genç acaba buraları ve bu toplumu unutmuşlar mıydı?.. bu iki sevimli ihtiyarı üzmeden bunu öğrenmenin yollarını düşünmeye başladı gencimiz bir gazeteci merakıyla.. sanki içinden geçenleri okumuş gibi kendisine baktığını gördü bir anda Jülide hanımın ve yine kıpkırmızı oldu acar muhabirimiz.. ama yine Jülide hanım o anlayışlı ve zeki bakışlarıyla gülümsedi ve -yemekte çok konuşacağımız şeyler olacak, ben de seni merak ediyordum..bildiğim kadarıyla yalnız yaşıyormuşsun bu koca şehirde.. epeyi sorgulayacağız seni hazır ol.. dedi şakacı bir bakışla.. bakalım biz mi iyi gazeteciyiz, sen mi dedi hafifçe gülerek.. sonra da -artık hemen her şey tamamlandı, sofra da hazır buyurun lütfen Fahrettin bey dedi, kibarca verandayı göstererek.. Sacit bey çoktan masaya kurulmuş ve rakı kadehlerini doldurmaya başlamıştı bile..anlaşılan sabrı kalmamıştı artık..


     -İlk kadeh mecburi, sonrasında israr yok.. konuşma tartışma var, kavga yok.. haydi şerefe! dedi herkes eline kadehleri aldığında ve devam etti.. -hayatımın anlamı, sevgili eşim senin şerefine ve sağlığına, Fahrettin oğlum hoş geldin, sağlığına..hepimizin ve memleketin mutluluğuna.. dedi, ve büyük bir keyifle ilk yudumu aldı.. biraz dilinin ve damağının arasında gezdirdikten sonra da keyifle yuttu ve  yemek borusundan aşağı doğru ilerleyen sıvıyı zevkle takip ettikten sonra da, -oh be! ne mübarek şey şu meret! kim bulduysa mekanı cennet olsun! dedi.. kendisini keyif ve gülümseyerek izleyen Jülide hanım da; -Sacit bu seremoniden ve bu sözleri söylemeden duramaz.. cennete inanıyor mu bilmem ama duasının samimi olduğuna eminim.. dedi.. Sacit bey altta kalır mı.. -Jülideciğim, senin olduğun her yer, hele bir de bu masa olursa benim için cennettir.. dedi.. acar muhabirimiz kendini tutamadı ve alkışlamaya başladı.. ama yine utanarak başını önüne eğdi.. bu kez iki sevgili birden, - yok böyle utanma sıkılma, içimizden geldiği gibi konuşup sohbet edeceğiz bu gece.. biz zaten hep böyleyiz.. alış artık, rahat ol oğlum! dediler.. ve buyurun afiyet olsun sözü ile yemeği başlattılar.. bu sade ama harikulade yemek masası, şüphesiz ki bu gecenin ana konusu değildi, önemli olan sevgi saygı, hoş sohbet, anlayış ve keyifli zaman geçirmekti ve bu güzel yemek de işte böyle başladı ve devam etti..


     Sacit bey; - aslında bu yaşa kadar gelmiş eski tüfek bir yazar olarak devletin beni hala önemsemesi, adım adım takip etmesi hoşuma da gitmiyor değil.. demek ki diyorum, gizli servis yani o kocaman  teşkilat-ı mahsusa hala benden çekiniyor, ama yaramaz oğlunu ne kadar kızsa da yine de seven ve başına bir şey gelmesinden korkan bir baba gibi, beni kollayıp gözetmeye devam ediyor.. rahmetli babam bu hali görseydi eminim memnun olurdu dedi gevrek bir kahkaha atarak.. Jülide hanım, -aman eksik olsun böyle ilgi.. ben sade bir vatandaş olarak yaşamayı, geleceğe güvenle bakmayı, polisten korkmaktan çok ona güvenmeyi isterdim.. ama ne yapalım, oyunun kuralı böyle konmuş dedi hafifçe gözlerinden bir buğulanma geçerken.. Sacit bey durumu toparlamaya çalışarak, -sevgili karıcığım, biliyorsun ben kinaye yapıyorum.. kim ister takip edilmeyi, kontrol altında olduğunu hissetmeyi.. zaten oğlumuz ve kızımız sırf bu yüzden memleketi terk etti.. sonuna kadar da haklılar.. onları mücadele etmekten kaçmakla hiç bir zaman suçlamadım.. bu memleketin şartları böyle işte ve bu mazlum halk hep acıları bal eylemiştir -başka da çaresi yoktur ya- , ben de işte halkımın yaptığı gibi bu acınası durumdan kendime övünecek bir pay çıkardım .. yanlış mı diyorum oğlum! diye bir kahkaha daha attı.. her kadın gibi Jülide hanım da ne kadar dayanıklı da olsa bu kadar acı ve baskının etkisinden erkekler kadar kolay sıyrılamıyordu işte.. erkeklerin o çocuksu tarafı, belki de acılara gülüp geçmeyi, en azından acılara dayanma için mizahı kullanmayı kolaylaştırıyordu.. erkekler sanki her şeyi oyun gibi alabiliyorlar hayatta.. bu onların belki zayıf ama bir bakıma da güçlü yanları.. yoksa bu acımasız mücadele, sonu gelmeyen eziyetli hayat, nasıl yok etmez bir bedeni.. işte araya mizahı sokarak böyle ufak nefes alma molaları bile direnme gücünü yeniliyordu demek.. bizde neden mizahın, hicivin geliştiğini, fıkraların hatta küfürlerin neden bu kadar zengin olduğunu işte bu halimiz çok güzel açıklıyordu.. ama her zaman ailesinin geleceğini düşünen ve kendi yuvasını her şeyin önüne alan doğası ile kadınlar en mağdur olan taraftı bu savaşta.. ama doğa da onlara zorluklara direnme için daha dayanıklı bir beden ve ruhsal durum bahşetmişti şükür.. belki de neslin devam etmesi içindi bu bağış, ya da rüşvet, ama olsun, netice olarak kadınlar da başka yönden aldıkları güçle direniyorlardı işte..


     Bunları düşünürken ev sahiplerinin kendisine merakla baktıklarını fark etti gencimiz.. ve gülümseyerek -ne kadar mutlu bir birlikteliğiniz var.. size çok imrendim efendim, dedi patronuna ve eşine utanarak bakarken.. bu söz iki sevimli ihtiyar delikanlının hoşlarına gitti kuşkusuz ama onlar anlayış ve soru dolu bakışla onu süzmeye devam ettiler.. Jülide hanım sessizliği bozdu sonra ve, -Fahrettin bey, Sacit sizi çok seviyor, konuşmalarından ve anlattıklarından bunu çıkardım.. söyleyin bakalım, bu eski tüfek sizin neyinizi beğenmiş olabilir? dedi.. delikanlı ne diyeceğini düşünürken de hemen araya girdi patron.. -gençliğini ve benim o yaşlardaki halimi çok benzetiyorum ondan tabi ki diye cevabı o yetiştirdi.. delikanlımız da; -çok sağolun efendim, sizin yanınızda yetişerek sizden bir şeyler öğrenip, sizin yaptıklarınızın onda birini yapabilsem bana yeter de artar bile.. tecrübesizliğim ve cahilliğimden başka bir sermayem yok ki benim.. dedi.. Sacit bey hemen; -işte şimdi tam benim diyeceğimi söyledin.. ben de senin yaşlarında aynen senin gibiydim.. okul hayatında tanıyıp gördüklerim, sonra Jülide ile beraber omuz omuz mücadelemiz ve yaşadıklarımız bizi eğitti.. hoş, şimdi bu kadar zamandan ve mücadeleden sonra ara sıra, bütün bunları boşa mı yaptık, akıntıya kürek çekerek ömrümüzü heder mi ettik, bir hayalin peşine takılıp olmayacak hedeflere ve yel değirmenlerine mi saldırdık diye düşünmüyor değilim.. ama sevgili eşime baktığımda, geçen o yılları düşündüğümde, mağlubiyetlerimizi bile gurur duyarak hatırlıyor ve iyi ki bu mücadeleyi vermişiz, iyi ki bu acıları çekmişiz diyorum.. galiba biz biraz mazoşistiz ne dersin Jülide? dedi ve bir kahkaha daha attı.. kahkaha ıssız gecekondu mahallesinde yankılandı.. sanki bütün mahalle, bahçe, ağaçlar, çiçekler, gökteki yıldızlar, hava, bulutlar, kuşlar... her şey onları hüzünle dinliyor ve sessizce alkışlıyorlardı bu iki sevimli ihtiyar genci....





                                                 *                            *                           *








Yorumlar

  1. Julide hanım'da Betûl Mardin'in genç dönem yaşlılığını hissettim sanki?
    Aslında gerçekten doğru yakalanmış, bu takip edilme ve bundan gurur duyma, kendine "hala beni önemli ve riskli biri olarak görüyorlar demek ki" psikolojisi eski solcularda çok var. Çok ilginç sanki bir karşılıklı dans bu, tehlikeli ve alışılmış.

    YanıtlaSil
  2. Aydın kişi her zaman önemsenmek, sözü merak ve ilgiyle dinlenilen biri olmak, özellikle de kitlelere önder olmak hayalindedir.. böyle düşünüyorum. aynen "senin için saçımı süpürge ettim" diyen anneler gibi biraz da :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke