9- Teorinin çöküşü

 



     Sacit Sami bey, sanki başka bir dünyadan gelmiş de çevresini yeni tanımaya çalışıyormuş gibi bakıyordu etrafına.. ama gördüğü ve anlamaya başladığı bu dünya artık o eski idealler dünyası değildi.. -hiç bir şey görüldüğü gibi değildir evlat! dedi.. hele bu dinine yandığım memlekette.. ne yazık ki bunu ben neden sonra anladım.. ama, eşimle beraber varımızı yoğumuzu harcayıp Robert Kolejde okuttuğumuz biri oğlan öbürü kız iki çocuğumuz bizden çok önce anlamışlardı bu gerçeği.. bu arada çok ilginçtir, nedense solcusu olsun, sağcısı, dincisi olsun, neredeyse hepsinin, çocuklarını Robert Kolejde okutmak en büyük hayalleridir.. Sacit Sami bey, -evlat! işte bu da bizim yaman çelişkilerimizden biridir.. diye acı acı gülümsedi.. nasıl ben babama inat, solcu olup memleketten ailemden kaçmışsam, onlar da dünya vatandaşı olup memlekette devrimi gerçekleştirmek görevini de bizlerin omuzuna yükleyip kendi hayatlarının kaptanı olmayı tercih ettiler.. şimdi düşünüyorum da asıl doğru olanı onlar yapmışlar diyorum.. bizim nesil ve ondan sonraki bir iki nesil anlamsız ve faydasız hayaller içinde ömrünü heder etmiş.. işte bunu anladığımda asıl büyük itirafımı yapmanın zamanı gelmişti...


     Bak evlat! sana bir şey söyleyeceğim, bu memlekette bir aydın sorunu olmuştur hep.. aydın, içinden çıktığı toplumu beğenmemiş, onu değiştirmeye çalışmıştır.. aslında burası zaten olması gerekendir.. tersi olsa o kişi aydın olmaz... ama burada ters giden bir şey var.. aydınımız da gerçek aydın değil bence.. neden dersen, o da dışarıdan yani Avrupadan ithal bazı fikir akımlarını, pek de enine boyuna düşünüp tartmadan, olduğu gibi kabul edip hazırcılığa kapılmıştır hep.. alman aydını alman medeniyetini kurmuştur, ingiliz amerikan hatta rus aydını bile öyledir.. tamam, ortak yönleri çoktur hepsinin, içinde doğup neşvünema gösterdikleri dünyadan, orada geçerli fikir akımlarından, batı  medeniyetinin gidiş yönünden haberleri vardır, ama öğrendiklerini ve bunlardan geliştirdikleri  düşüncelerini kendi öz doğrularıyla sentezleyebilmişlerdir bir şekilde.. senin çocukça diyebileceğimiz, ama aslında bir özlem ve hedefin bir dışa vurmuş görünüşü olan ''her şeyin teorisi'' fikrin, aslında her aydında mutlaka bir dönem de olsa etkili bir düşünce olmuş ve sonraki düşünceleri için bir ilham vermiştir.. zamanında neredeyse her derde çare olmuş olan aspirin gibi, her hastalığa iyi geleceğini düşündüğümüz nice ilaçlar, bir salgın esnasında ortaya çıkıverir.. simyacılar, şarlatanlar ortalığa dökülüp ilaçlarını, çare diye sundukları fikirlerini döküp saçarlar.. sıkıntı içinde çare arayanlar denize düşen yılana sarılır misali hemen uygulamaya kalkar bunları, ama hemen hepsinin bir yan etkisi, istenmeyen reaksiyonları, hatta salgından bile fazla ölüme sebep olduğu görülür.. bilim böyledir işte, bir çare düşünür ve üretirsin, biraz da kullanır, denersin denersin, yanılırsın, sonra başka şey denersin.. yanılgılarından da bir şeyler öğrenirsin.. aynen fikir akımları da buna benzer.. toplumun problemlerine dertlerine çareler düşünür ve sunar.. denemeler sonucu ya geçici, ya daha uzun süreli düzelmeler olursa ne âlâ.. olmazsa bu defa bu fikri çıkaranlar lanetlenir, yerin dibine geçirilir.. işte aydın dediğimiz kişi bu lanete uğramayı göze alan, çoğunda da lanetlenen kişi olmuştur hep.. Marx alman toplumunun sıkıntılarını açıklamak için Kapital'i yazmış, yazı ve tartışmalarıyla ünlü marksizm teorisini kurmuştur.. gerçi öngördüklerinin hemen hemen hiç biri doğrulanmamıştır ama her sözü de yanlış değildir.. işin daha ilginci aydın dediğimiz kişilerin böyle fikirlere hemen sarılıp hayata geçirmedeki iştah ve hevesleridir.. o zamanlar Avrupada da bir çok ülkede komünist fikirler etkili olmuş, toplum pratiğinde denenmeye çalışılmış ama başarılı olunamamış, Marxizm teorisi çökmüş, ama bu teoriden faydalanarak günümüzdeki sosyalizm fikri ve sistemi gelişmiştir.. ne yazık ki bu teoriyi bazıları hem de Almanyada milliyetçi sosyalizm haline çevirerek uygulamaya geçirmiş, dünyayı ateşe atmışlar, çok büyük bir yıkıma ve milyonlarca insanın ölümüne yol açmışlardır.. Rusya'da devrim için şartlar daha uygun çıkmış ve komünizm uygulanmaya çalışılmış, kitleler çözüme kavuşma rüyasının gerçek olduğuna inan(dırıl)mış, ama rejim ne yazık ki kısa zamanda diktatörlüğe (proleter diktatörlüğü diye bir yalanı da kullanarak) dönüşmüş, sonunda acımasız bir polis rejimi haline gelmiş, savaştan çok insan bu rejim tarafından ve onun takipçileri ve taklitçileri olan rejimlerce yok edilmiştir.. suç teoride midir yoksa uygulayanlarda mı?.. suç kasapta mı bıçakta mı sorusu gibidir bence bu soru.. her yerde olduğu gibi burada da insan faktörü ve zamanın akışı, toplumun gelişme düzeyi burada rol oynamıştır.. sosyalizm neden geri toplumlarda idareyi bir şekilde ele geçirmiştir de daha ileri, halkı daha medeni ve tahsilli, yani burjuva sınıfı gelişmiş ülkelerde başarılı olamamış veya kendisini oradaki şartlara uydurarak söylemlerini yumuşatmak zorunda kalmıştır?.. demek ki bütün bu uygulamalar hep içinde geliştikleri toplumların düzeyinden etkilenen olaylar ve gelişmelerin etkisi sonucu olmuştur..


     Bize gelince; biz de bu memleketin marksistleri, -hatta demokrat ve aydınlarını da katalım bu memleketin entelektüelleri diyelim-, bunun içine bazı sağcıları da katalım hatta, ama sadece fikir düzeyinde sağcı, yani muhafazakar olan, kurumları yıkmaktan ziyade düzenlemeye ve restore etmeye çalışan sağ entelektüelleri kast ediyorum bu sağcılar derken.. faşistleri değil.. -o faşistlerden bizim cenahta da var ne yazık ki-.. ama ben Allaha şükür o faşistlerden olmadım hiçbir zaman.. dürüst, namuslu muhafazakarlara bir diyeceğim yok.. onları yaşım ilerledikçe daha çok anlamaya başladım hatta.. derler ya gençken sosyalist olmayanın kalbi yoktur, olgunlaştıktan sonra da sağcı olmayanın aklı yoktur diye.. benimki de biraz o hesap oldu galiba.. ama ben akıllanmadım hiçbir zaman.. her neyse sadede gelelim, bizim aydın takımı da ne yazık ki aynı hastalığa, yani toplumundan kopma hastalığına, hatta halkını hor görme, aşağılama hastalığına batı aydınlarından daha şiddetli yakalanmıştır.. kendilerini dinlemeyen, peşlerine takılmayan, o gün yiyeceği ekmeğinin peşinde koşmaktan ve küçük hayalleri dışında beklentileri bile olmayan ortalama insanları, yani içinden çıktıkları halkı cahillikle, gericilikle, hatta faşistlikle bile suçlamışlar, sonunda da uzaklaştıkları, bir türlü meramlarını anlatamadıkları halklarına küskün olarak köşelerine çekilmişlerdir çoğu.. bu da faşistlerin, demagogların daha çok işine yaramış, kötü para iyi parayı kovar düsturu gereği halk kitleleri iyice şarlatanların eline düşmüştür.. aydın, sonuna kadar doğruları savunan kişi olmalıdır.. ama savunduğu fikirleri de her an yeniden sorgulamalı, güncellemelidir.. yoksa o da muhafazakar cenaha geçer, hatta yobazlaşır.. 


     İşte ben de yıllar içinde mücadeleye devam ederken bir yandan da kendimi sorgulamaya başladım.. kalabalığa kapılıp akıntıyla istemediğim yerlere gittiğimi gördükçe önce kendimi sonra çevremi uyarmaya çalıştım yapabildiğimce.. sonunda geldiğim noktadan ne kadar başarılı olduğum hakkında bir fikrin olmuştur sanırım.. olsun, doğru bildiğin yolda tek başına da kalsan devam et, tabi ki pusulanı ve yönünü hep sorgula ama doğru yolda olduğuna inanıyorsan yönünü başkalarının arzusuna uyarak değiştirme.. isterlerse dönek desinler, isterlerse bunak desinler.. ben elimden geldiğince bir avuç ta kalsa fikir ve eylem yoldaşlarıma kol kanat germeye, yol göstermeye onları yanlış yönlere karşı uyarmaya çalıştım.. bizim sosyalistlerin, daha geniş konuşursak aydınlarımızın hayat hikayelerini incelersek, başta Tevfik Fikret, Halide Edip ve Adnan Adıvar, Sabiha ve Zekeriya Serteller, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve daha nice aydınımızın şimdilerde ya bir kenara atılmış ve unutulmaya terk edilmiş olduğunu, ya da bambaşka düşünceleri hedefleri olanlarca kullanılmak üzere bazı yönlerinin ve sözlerinin öne çıkarılıp, bazı yönlerinin de karartıldığını ve görmezden gelindiğini göreceksin.. onların hepsinin hatırasına saygı duyuyorum.. mekânları cennet olsun.. bak sen! bu adam da cennetten bahsediyor artık! diye düşünüyorsundur şimdi, biliyorum.. benim cennetim de kendime göre.. işte oğlum Fahrettin, kısaca yaşamımın hikayesi ve görüşlerim bunlar.. şimdi geldiğim nokta her ne kadar arzu ettiğim yer olmasa da memnunum yaşamımdan ve çizgimden..


     -Bu arada sana ufak bir sır da vereyim, diye devam etti patron.. Tevfik Fikret'ten bahsettim biraz önce de.. onu ve hayatını okumuşsundur mutlaka.. o büyük bir hürriyet aşığı ve vicdan sahibi bir insandı.. üst sınıftan doğmuş ve en iyi şartlarda yetişmiş nice aydınımız gibiydi o da, ama hayatında hiçbir zaman hümanist kişiliğinden, dürüstlükten taviz vermedi.. ne padişaha ne de İttihatçılara yanaştı.. herkes onu Galatasaray Sultanisinin müdürü olarak bilir, ama asıl vaktini Robert Kolejin sevilen sayılan bir hocası olarak geçirmiş ve topluma, insanlara küskün bir halde öldüğü zaman da, uzun zamandır sığındığı Aşiyan adını verdiği sığınağına gömülmüştür.. daha ilgincini söyleyeyim, oğlu Haluk'a yazdığı mektuplar adını verdiği şiir şeklindeki öğüt ve hayallerini bilirsin.. ama ne büyük bir sürprizdir ki zaman içinde oğlu ne yapmıştır biliyor musun? Robert Kolejde okuduktan sonra ABD ye gitmiş, türk vatandaşlığından çıkmış ve oranın tabiyetine geçmiş, dinini değiştirmiş -hoş Fikret kesinlikle ona din baskısı yapmamıştır-, hatta bir kilisede rahip olacak kadar bizden kopmuştur.. aslında biz demem yanlış.. şimdilerde sayıca artık çok azalmışlarsa da bizim milletimizin bir kısmı hristiyandır.. kopma sözümü yanlış anlama.. o kendi seçimidir.. babası zaten mevcut müslümanlık ve uygulamalarından nefret etmiş, en çok riyakarlık, yalancılık ve sahtekarlıkla mücadele etmiş olduğu için belki de oğlu o yüzden hristiyanlığı seçmiştir.. bilemem.. şimdi kendi hayatımı düşünüyorum da benim babam da gerçek müslüman olsaydı -ki ben bu hayatımda gerçek müslümanları pek görmedim ama gerçekten onlar vardır ve yaşamışlardır, benim bu alanda idolüm Yunus Emre dir- belki ben de dindar biri olabilirdim, hatta şimdi biraz daha ileri gideyim, ömrümün bu deminde gerçekten inançlı bir insan olmayı, ama Spinoza gibi, Yunus Emre gibi, Muhammet İkbal, Aliya İzzetbegoviç ve niceleri gibi bir müslüman, daha doğrusu iç huzuru ile ve ruhunda tanrı sevgisini hisseden, yaratılmışları tanrı yarattığı ve asıllarında iyi olduklarını bildiğimiz için seven bir gönül adamı olmayı çok isterdim.. bunun da ta çocukluktan başlayarak annemden gördüğüm insan ve tanrı sevgisi ve daha sonraları kendimi yakın hissettiğim sosyalizmle de çelişkili olmayacağını düşünüyorum, belki sana bile garip gelebilir ama..


     Ooo! kerahet vakti de oldukça yaklaşmış, hatta geçmek üzere.. sohbete evde devam edelim dedi Sacit bey kolundaki baba yadigarı, sünnet düğünü hatırası saate bakarak.. Haydi toparlan evlat, bu akşam bizim evde misafirimsin.. Zaten Jülide de seni merak ediyordu uzun zamandır.. hep bu çocuktan bahsediyorsun, getir bir eve de tanışalım diyordu.. bu akşama nasipmiş.. fakirhanede hem sohbete devam ederiz hem de iki tek atar, memleketin halini konuşur dertleşiriz.. bizim milli adetimizdir milli içkimiz ve memleketi kurtarma hayallerimiz..


     Onbeş dakika sonra dışarıda ve gazete ofisinin hemen yakınındaki taksi durağının önündeydiler.. durağın en eskilerinden olan şoför Osman bey, Fahrettini hiç görmemiş gibi dikkatle süzerek konuştu; -Sacit hocam, iyi akşamlar.. nereye gidiyoruz bu akşam?.. bir yandan da delikanlının da gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordu.. Sacit bey; -İyi akşamlar Osman, bu akşam Fahrettin bizim davetlimiz.. Aşiyan'a gidiyoruz tabi ki dedi.. Aşiyan'ın patronunun evi olduğunu yalnızca acar muhabirimiz bilmiyordu tabi ki..





                                                      *                        *                        *





Yorumlar

  1. Çok harika, dolu dolu bir bölümdü. İki defa okudum.
    Aklıma seninle tartıştığımız Marksizim ve kaynakların ve hammaddenin sonsuz bereketi konusu geldi :) Bunu sanırım o dönemlerde yazıyordun.. Sermet amcayı ve çocukları robertte okuyan bazı aile dostlarımızı da hissettim bu karaktere ruh verirken :) Bilmem yanılıyor muyum
    Tevfik Fikret'in RC yönünü ben de bilmez, hakikaten sadece Galatasaray'la sınırlanmış müdürlüğünü bilirdim, ona da şaşırdım. Fransa ekolü gibi gelir bana hep, Amerikan ekolüne nasıl adapte olmuş onca yıl sonra, nasıl ikisi çok çatışan ekollerken..
    Son olarak SSCB'nin şöförü mü var yahu, ben de Hrant Dink gibi ellerini ardına kavuşturmuş, siyah ayakkabı kalın ve uzun kışlık palto ve atkıyla ikisi yanyana, Aşiyan yokuşunu tırmanacaklar gibi (hoş mezarlığın ordan geçiyorlarsa inecek de olabilirler?) hissetmiştim. Kahramanlarımıza yürümek yakışır :)) Yürüyen adam düşünür hem. Fazla düşünür genelde ama.....

    YanıtlaSil
  2. Evet, Tevfik Fikret'in hayatı hem çok ilginç, hem de çok acıklı..her iki okulda da çok sevilmiş.Galatasaray Sultanisinde kısa süre müdürlük de yapmış.neden kısa sürdüğü karakterinden ve ülkenin şartlarından kolayca anlaşılıyor.ama Robert College'de yöneticilik yapmamış.oradaki demokratik ortam ve özgürlük havası en güzel yılları olmuş belki de.ama ülkenin içinde olduğu durum, önce istibdat rejimi, arkasından gelen İttihat Terakki yönetiminin kısa sürede istibdatı aratır hale gelmesi şairin umutsuzluk karamsarlık yani kısaca yeis içinde ömrünü tamamlamasına sebep olmuş.Atatürk de hayranmış Fikret'e, ama yazık ki kurtuluşu görememiş.ben şair yaşasaydı ve bu genç yönetimi de görseydi kısa süre sonra yine hayalkırıklığına uğrayacağını düşünürüm.çünki son derece idealist bir adam ve politikanın "inceliklerine" kesinlikle vakıf değil..

    YanıtlaSil
  3. Evet, bu bölüm hayli bilgilendirici. Aydınlarımızın taklitçi olmasına şaşmamak lâzım. Zira Osmanlı'dan beri gerçek manada bir aydınlanma yaşamadık bu topraklarda. Dinin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Rönesans ile birlikte Avrupa kilise ile araya mesafe koymasını bildi, sanat ve kültür alanında olduğu gibi bilim ve teknolojik gelişmelerin önü de açıldı. Bizde Atatürk sayesinde, cumhuriyetin ilk yıllarında benzer bir aydınlanmaya yelken açılsa da, çok kısa sürdü bu dönem. Köy Enstitülerinde yakılan çıranın ateşi sadece on yıl aydınlatabildi ülkeyi.
    Bu arada kerahet vakti gibi eskimiş kelimelerin kullanılması zamanın dokusunu güzel veriyor. Teşekkürler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, katkılarınız için çok teşekkür ederim.. eski kelimeleri kullanmayı seviyorum.. sağolun :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke