13- Hürriyet mücadelesi

    


     Başta acar muhabirimiz, merakla Sacit beye bakan Jülide hanım onun arkasından, eski tüfek delikanlının şimdi ne diyeceğini dinlemeye hazır bakıyorlardı.. Sacit bey gözlerini kapatarak ağır ağır bir şiir okumaya başladı;

                                                  SABAH OLURSA

                                  Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Halûk

                                  Eğer bu memleketin sislenen şu nasiye-i

                                  Mukadderatı, kavî bir elin kavî, muhyî

                                  Bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk,

                                  Şu paslı çehre-i millet biraz gülerse...

                                             -O gün

                                  Ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün

                                  Bir irtibatım olur şüphesiz; -O gün benden

                                  Ümidi kes, beni kötürüm ve boş muhitimde

                                  Merâretimle unut; çünkü leng ü pejmürde

                                  Nazarlarım seni mâziye çekmek ister; sen

                                  Bütün hüviyyet ü uzviyetinle âtisin:

                                  Terennüm eyliyor el'an kulaklarımda sesin!


                                                        ***


                                  Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler

                                  Tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,

                                  Bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma,

                                  Hayâta neş'e güneştir, melâl içinde beşer

                                  Çürür bizim gibi... Siz, ey fezâ-yi ferdânın

                                  Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!

                                  Ufukların ebedi iştiyâkı var nura,

                                  Tenevvür.... Asrımızın işte rûh-i âmâli;

                                  Silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli,

                                  Ziyâ içinde koşun bir halâs-i meşkûra

                                  Ümidimiz bu: ölürsek biz, yaşar mutlak

                                  Vatan sizinle, şu zindan karanlığından uzak!


     Bir süre verandada hiç ses çıkmadı.. Sacit Sami bey şiirini bitirdiğinde kendisinin ve Jülide hanımın gözlerinin kenarlarında birer küçük parlak ışıltı gördü muhabirimiz ve en az yarısını anlamadığı, ama neredeyse hepsini gönülden hissettiği bu şiiri hakkıyla bilemediği için çok hayıflandı.. Halûk'a hitap ettiği, ve bundan da daha çok Sacit beyin müthiş hayranlığını bildiği için bu şiirin Tevfik Fikret'e ait olduğunu daha ilk mısralardan anlamıştı.. aradan yüz yıldan çok zaman geçmiş, ama maalesef bazı şeyler hiç değişmemiş! diye düşünüyordu ki, sessizliği yine Sacit bey bozdu.. ve, -görüyorsun oğlum, benim ve benden en az 3 kuşak öncesinin, ve ne yazık ki benden sonraki kuşakların da hürriyet ve insanlık onuru için, insan hakları için mücadelesi hiç hız kesmemiş.. korkarım, daha uzun yıllar bu mücadele devam edecek bu coğrafyada.. başka ülkelerle özellikle bazen kızdığımız, bazen bütün dertlerimizin sebebi diye kolayca suçladığımız, ama her zaman gizli bir hayranlık ve hatta haset duyduğumuz batı dünyasında bu konularda bir çok şeyi halledilmiş, çok mesafe kat etmişler.. ama görüyoruz, onlarda bile zaman zaman şaşırtıcı geri dönüşler oluyor.. keşke biz de onların yarısı kadar bu meseleleri halledebilseydik şu son yüz yıl içinde.. bu kadarına bile razı olurdum ben kendi hesabıma.. Jülide! sende de böyle bir his oluyor mu? bazen seksen yılı geçen şu hayatımı bir düşünüp acaba ben bu kadar zamanı bir hayal, bir olmaz ve onmaz sevda peşinde boşa mı tüketmişim? bu kadar acıyı, sıkıntıları, kahırları boşa mı çekmişim? ben de amaaaan! bana ne!.. dünyayı değiştirmek bana mı düştü.. herkes layığı ile idare edilir, hak ettiği muameleyi görür, bana mı kaldı bu bozuk düzeni değiştirmek? diye düşünüyorum.. çölde serap peşinde sürünen bir kayıp adamdan farkım ne oldu bu hayatta! dediğim oluyor.. böyle umutsuzluk anları sende de oluyor mu ? diye eşine sorar gibi baktı.. ama yine kendi kendine konuşur gibi, -Fahrettin, bir de işin şu tarafı var.. acaba inandığımız bu teori tek gerçek miydi? her şeyin teorisi miydi? biliyor musun ben hiç yurt dışına çıkamadım.. maddi sebeplerden değil.. devletimin ''beni çok sevdiği için' bana pasaport vermekten kaçınmasından dolayı.. hani bazı anneler babalar vardır ya, biricik evlatları kendilerini bırakıp da okumaya, kendi yollarını çizmeye büyük şehirlere gitmesin, ileri tahsiller yapmasın, çünki bir defa giderlerse belki bir daha geri gelmezler, bizi yapayalnız bir başımıza bırakıverirler.. aman! evladımız dizimizin dibinden ayrılmasın, bizim işimizi devam ettirsin, yanımızda yaşasın, elimizle evlendirelim, kocaman ailemiz içinde bizler de çocuk sesleri, torun koşuşturmaları içinde gönlümüz rahat ve huzur içinde yaşayıp öteki dünyaya göçelim.. bu düzenimiz sonsuza kadar böyle sürüp gitsin.. diye düşünen ebeveynler gibi aziz devletim de beni çok sevdi, hep dizinin dibinde yaşayayım istedi.. hatta bana şu yaşımda bile özel koruma gibi de algılanabilecek özel hafiye bile tahsis etti.. ben sevinmeyeyim de kim sevinsin?.. neyse, şaka bir yana ben özellikle sosyalizmin uygulandığı ülkeleri görmeyi çok istedim, ama ne yazık ki oralar hakkındaki bilgim hep ikinci ağızlardan veya karşı cephenin yazdığı karalama amaçlı haberlerden beslendi.. gerçi çok güvendiğim ve dürüstlüğüne kefil olacağım bazı arkadaşlarım oraları gördükten sonra hayal kırıklığı ile döndüler ve bir çok şeyin ters gittiğini söylediler, ama biz bunlara pek inanmadık ve bu başarısızlıklara sebep olarak da kapitalizmin ve emperyalizmin baskılarını ve oyunlarını gösterdik.. öyle ya mâzallah sosyalizm dünyada başarı kazanırsa onların hali nice olacaktı? bu yüzden ölümüne bu sistemin başarısızlığı için savaştılar ve ne yazık ki sonunda görülen o ki başarılı da oldular, tabi maç daha bitmedi, gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar demiş büyük şair Fuzulî.. işte bizim tesellimiz hep bu beklenti ve ümit oldu.. belki bu sebepten, sosyalist sistemdeki yolsuzlukları, insanın insana zulmünü, adaletsizlikleri hep görmezden geldik.. tıpkı şimdi iktidarı ele geçiren sağcıların, din bezirganlarının kendi pisliklerini halının altına süpürmeleri, bütün bu rezillikler olmamış gibi davranmalarındaki ruh hali gibi.. demek ki "o güzel günler" gelene kadar her şey mübahmış.. karşı tarafın eline koz vermemek için bazı şeyleri sineye çekmeliymiş.. kol kırılsa da yen içinde kalmalıymış.. işte böyle oğlum! bu yol öyle bir yol ki ve dünya, insan dediğimiz yaratık öyle bir mahluk ki, peygamberler bile bazı şeyleri önleyememişler.. kendilerinden hemen sonra, hatta kendi zamanlarında bile bazı çürük karakterliler ''davaya'' ihanet etmiş.. bazen de düşünüyorum; acaba Makyavel mi haklıymış?.. yöneticilere halkı idare etmenin nasıl olması gerektiğini kendince anlatırken asıl o mu gerçekçi davranmış? politika gerçekten büyük demagog diye damgaladığımız Demirel'in dediği gibi bir rodeo oyunu muymuş, ne kadar atın üzerinde kalabilirsen o kadar başarılı sayılabileceğin? biz mi saf, hatta biraz daha açık söyleyelim enayiymişiz? akıllı olmak; insanları sömürmek, aldatmak, kullanmak ve kendi keyfine bakmak mıymış? etrafımda ve toplumumuzda hatta dünya toplumlarında olan bitene bakıyorum da kendimi böyle düşünmekten alıkoyamıyorum..


     Acar muhabirimiz bu sözler karşısında ne diyeceğini bilemez halde Jülide hanıma bakmaya başladı.. Jülide hanım her zamanki olgunluk ve asaleti içinde her iki erkeğe bakarak ve gülümseyerek ağır ağır konuştu.. -güzel bir özeleştiri denemesi yaptın Sacit! dedi.. bu düşüncelerini her zamanki rota güncellemesi ve amentünün tekrarı, yaşamının boşa gitmediğinin tersten sağlaması olarak anlıyorum ben.. adım kadar senden ve kendimden eminim ki o talebelik yıllarımıza geri dönsek ve aynı şartlar karşımıza çıksa farklı hiç bir şey yapmaz ve bir an bile gözümüzü kırpmadan savaşımızın içine atılırdık.. sen de biliyorsun ki bizim yolumuz ve yöntemimiz, bize yakışan yol buydu.. biz de isteseydik, sonradan acıyarak baktığımız bir çok yoldaşımızın veya başka insanların yolunu takip eder, onlardan daha bile başarılı (!) olurduk.. ama biz hep kendi seçimlerimizi kendi özgür irademizle yaptık ve başımıza gelenlerin hepsini de gönül rahatlığı ile aldık kabul ettik.. tabi ki bizim inandığımız teori de en ideali, her şeyi açıklayan teori değildi.. bu, bilime aykırı olurdu zaten, ama olabileceğin en iyisiydi zamanında.. bugün de hâlâ geçerli ve düzeltmelere ihtiyacı olsa da insanlara ümit ve heyecan vermeye devam ediyor.. dedi..


     Bu sözlerden büyük bir keyif ve gurur duyduğu yüzünden belli olan Sacit bey; -Yaşşa sevgili Jülideciğim! sen olmasan acaba ben ne yapardım?.. sanırım ilk darbede tırsıp kaçardım... acaba iyi de olur muydu? dedi.. bu sözler üzerine üçü de kahkahaları koyuverdiler..


     Sacit bey rakı sürahisinden kadehine son bir defa rakı doldururken büyük bir keyifle mezelerden de bir kaç tane tabağına aldı.. -Fahrettin! görüyorsun bizde gece daha yeni başlıyor, umarım sıkılmıyorsundur.. şimdi artık yavaş yavaş sana odaklanacağız hazır ol.. dedi.. acar muhabirimiz biraz şaşkınlık ve biraz da merak içinde şimdi ne gelecek bakalım diye dikkatini toparlamaya çalıştı.. belki faydası olur diye rakısının kalanını bir dikişte bitirdi.. ama öksürükten başka bir getirisi olmadı kısa vadede...




                                                             *                       *                         *





Yorumlar

  1. İlginç. Bu sohbetin sonu nereye varacak merak ediyorum, sacit bey sırf sohbet etmek birlikte yemek için davet etmemiştir bence fahrettin’i..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de merak ediyorum, ama tahmin edebiliyorum :)

      Sil
  2. SSCB, Jülide Hanım gibi insanlar vardır mutlaka. Fakat sayıları oldukça az. Zaten seslerini de duyuramazlar artık. Böylelikle yazılmış bölümleri tamamlamış oldum. Elinize, yüreğinize sağlık. Kendinize iyi bakın:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginiz ve yorumlarınız için çok teşekkürler.. ben de gittikçe azalan bu insanları yâdetmek için yazıyorum zâten :) sağolun.. siz de kendinize iyi bakın...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke