6- Dünya nedir?

 




     Orhan hoca bozdu yine uzunca bir aradan sonra sessizliği.. -Evet Fahrettin; Dünya dediğimiz o kainatın içinde bir toz parçası kadar bile yer etmediğini öğrendiğimiz yerküreyi kastetmiyorum tabi ki.. içinde milyonlarca senedir milyonlarca çeşit canlının doğup büyüyüp sonra da tekrar koynuna geri döndükleri toprağı da kastetmiyorum.. ben dünyanın hayatımızdaki anlamını ve nasıl bir sahne olduğunu sormak istiyorum.. zaten tarih boyunca tüm şuurlu benlikler de sanırım içinde yaşayıp durdukları bu sahneye bir anlam vermek istemişler.. kimi felsefe yolu ile, kimi sanat yolu ile geleceğe onlardan sonrakilerin bu konuda üzerinde düşünüp devam ettirecekleri bir fikirler silsilesi bırakmışlar.. ben de işte böyle, çoğu zaman düşünürüm bu dünya nasıl bir ''hane''dir diye.. bilirsin hane ev ,içinde barındığımız yer anlamındadır.. netice olarak bizler de dünya içinde sınırlı bir süre barınıyoruz.. acaba derim Dünya bir Cambazhane midir?, yoksa bir Hayâlhane midir, ya da bir Tımarhane midir.. acaba -bir şeyler kazanma kâr etme anlamında-  Kârhane midir, Meyhane midir, yoksa dervişlerin girip kendilerini aradıkları bir Çilehane midir, ya da bir yerden bir yere giderken kısa süreliğine kaldığımız bir Misafirhane midir, yoksa içine atıldığımız ve cezamızı çekmekte olduğumuz bir Mapushane midir, ya da kimilerinin -haklı veya haksız- kabul ettikleri gibi bir Tembelhane midir, vs. vs.... yerine veya zamanına göre, daha doğrusu kişinin o andaki ruhsal durumuna göre hepsi veya bazıları olabilir.. sence bunlardan hangisi daha mantıklı geliyor sana?.. diye yine bir hocanın imtihan ettiği talebesi gibi karşısında suskun ve şaşkın duran acar muhabirimize baktı..


     Bir süre gencimiz ne diyeceğini bilemedi, Orhan hocayı hiç bu haliyle düşünmemişti doğrusu.. onun ve sınıf arkadaşlarının gözünde o her şeyi bilen, sözleri neredeyse itirazsız kabul gören Orhan hocası, şimdi ona Dünya nedir?.., diye başkalarınca absürd veya gülünç karşılanabilecek bir soru soruyordu.. biraz düşündükten sonra, aklına son hafta içinde başından geçenlerin de getirdiği bir ilhamla gelen cevabı hocasına vermek üzere ferahlayarak derin bir nefes aldı.. ama biraz daha cesaretlenmek için olsa gerek, masada önünde duran ve henüz ancak bir yudum alınmış rakı kadehine gitti gözleri ve denize düşmüş adamın atılan cam simidine sarılması gibi büyük bir arzu ve heyecanla kadehe hücum etti.. ve hocasına da utangaç gözlerle bakarak, sanki, birlikte şundan bir yudum alırsak saha kolay konuşacağım der gibi bir ifadeye büründü.. anlayışla gülümseyen hocası da kadehini kaldırarak afiyet olsun! dedi, birlikte birer yudum daha aldılar.. acar muhabirimiz boğazından inen yakıcı sıvıyı bir anda unutarak sözüne başladı; -Hocam siz de kabul edersiniz ki bu sorunuza hemen bir cevap vermem çok zor, ama size önce son bir hafta içinde başıma gelen olayları kısaca özetlersem ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız, hatta içinde çabaladığım ve çözümünü aradığım bazı sorulara cevap vermek üzere sanki tanrı tarafından karşıma çıkarıldığınızı düşünmekle ne kadar haklı olduğumu kabul edeceksiniz dedi.. ve arkasından da elinden geldiğince kısa ve tutarlı cümlelerle son bir kaç gün içindeki olayları ve onda yarattığı ruh ve fikir fırtınalarını özetledi.. sonra da o anda aklına gelen bir başka parlak fikirden de cesaret alarak, bir gece önce Sacit Sami beyle birlikte kararlaştırdıkları projelerini de anlattı ve hazır hocası da emekli olmuşken ve böyle felsefi konular içine dalmışken bu emeklerinden yararlanmak amacını da belirterek gazetelerinde tefrika edilecek bir felsefi ve ansiklopedik yayın için yardım da istedi... böylece hem hocasının sorusuna kaçamak bir şekilde bir karşı teklifle cevap vermiş hem de bu sıkıntılı durumu bir kazançla çözüme kavuşturmuş olmanın verdiği rahatlama ile tekrar kadehine uzandı.. bu sırada hocası da ilgiyle ve düşünceli bir halde onu dinlemekteydi.. onun da gözü tekrar kadehe uzandı ve bu defa iki dost ve iş ortağı gibi kadehleri tokuşturdular..


     Bu defa soru sorar gibi bakma sırası acar muhabirimize gelmişti.. Orhan hoca bir süre daha düşündükten sonra tekrar konuşmaya başladı; -Oğlum, bana yaptığın teklif için öncelikle teşekkür ederim.. emeklilikten sonra, artık hiç bir şeye bağlı olmadan keyfimce yaşamak ve kimseye de bir söz vermemek, tamamen çalışma hayatındayken hayalini kurduğum kontrollü bir avarelik içinde bulunmak ve bu şekilde yaşarken de bir zaman ve görev kaydı olmadan bir şeyler yapmak ve ortaya çıkarmak arzusundayım.. bu prensiplerime uyduğu sürece sizi de desteklemek ve ortaklaşa sonuçlar almak isterim tabi ki.. insan çalışma hayatındayken ve bir çok görev ve sorumluluklar üstlenmişken hayatının anlamını, dünyayı ve içinde yaşadığı ülkeyi, insanlarını, onların gündelik hayatlarını ve ''küçük'' dertlerini pek önemsemiyor veya aklına bile getirmiyor sanki.. ama benim gibi emekli olup, ya da içinde bulunduğu ortamı terk edip de yeni ufukların da farkına vardığında böyle meseleler dikkatini çekmeye başlıyor.. tâ gençlik zamanımdan aldığım bazı kitapları, dergileri, fotoğrafları, albümleri bir elden geçireyim dedim ilk emeklilik günlerimde, o zaman anladım bir çok şeyi ihmal ettiğimi, ertelediğimi, unuttuğumu.. çalışma hayatı insanı çocuklarından bile ayırıyormuş, o fotoğraflara baktığımda gözlerim doldu, hatta ağladım biliyor musun.. küçücük çocuklarımızın o masum sevimliliğini, hiç bir şeyden habersiz tertemiz bakışlarını tekrar yaşamak, o günlere geri dönüp o ilgi ve sevgi bekleyen yavruları hatta annelerini hiç bırakmamacasına kucaklamak, onların hayatlarına daha da sıcak ve yakın olarak dokunabilmek için her şeyimi vermek isterdim.. ama, entropi yasası da matematik olarak ispat etmiştir ki, zaman daima tek taraflı ilerler, geçen hiç bir şey geri döndürülemez, kırılan bir bardak ve içindeki su tekrar eski haline getirilemez.. olan olmuştur.. bazıları bunun bilinciyle olsa gerek, olan biteni unutup, yoluna hiç bir şey olmamış gibi devam etmeyi tercih edebilir, ama -belki de ne yazık ki- insanın bir de hafızası vardır.. en olmadık zamanlarda, hatta rüyalarında bile bir anda seni uyandırır, rahatsız eder, dürter.. ne yaparsan yap anılar peşini bırakmaz, her şey kayda geçmiştir.. değiştiremezsin, yüzleşsen de yok saysan da o oradadır.. işte dünya böyle bir şeydir oğlum, bazen bir hayalhanedir, bazen bir dershanedir, bazen bir ameliyathanedir -operasyon evi anlamında-, bazen de bir cambazhane hatta tımarhanedir.. işte bu sebeplerle kimisi de bütün bunları yok sayıp kendisini işine, hedeflerine, ihtiraslarına odaklar ve geçmişi unutacağını, her şeyi her an yeniden yaratacağını sanır.. ama Heyhat! geçmiş ve anılar oradadır ve en ufak bir mola verişinde ya da yoruldum biraz nefesleneyim derken seni yakalayıverir.. onlardan kurtulamazsın, yapacağın tek şey hepsiyle barışman, onları yani bütün başına gelenleri ve senin başkalarının başına getirdiklerini, yani her şeyi, her şeyi kabullenmek, bağışlamak, benimsemek ve derin bir tevekkülle rıza göstermektir.. belki kader dedikleri de budur, alın yazısı dedikleri de budur.. bunun bilincine vardığın zaman pişmanlıklarının da, başarısızlıklarının da, başarılarının da, başkalarından gördüğün ihanetlerin de, başkalarına senin yaptığın ihanet ve yanlışların da bir farkı veya önemi kalmaz artık.. olan olmuştur.. herkes gibi sen de kişisel maceranı gideceği yere kadar götürmeye, yani deveyi gütmeye devam edeceksindir.. bu diyardan gidene kadar..  bütün bunların bilincine vardığında da, artık okyanuslarda gelişigüzel sürüklenen bir gemide bulunan bir kişinin çok uzaklarda belli belirsiz de olsa bir kara parçasını farketmesi üzerine Kara göründü! diye bağıracak yerde Eyvah! kara göründü!.. dediğindeki ruh hali gibi bir haldesindir.. evet kara görünmektedir şimdi, ama artık orada neler beklemektedir seni?.. gemide başıboş veya belli belirsiz bir rotada giderken bir amaç var gibiydi.. şimdi artık önüne çıkan, ama henüz ulaşmak isteyip istemediğini de bilmediğin bir kara var, bir akıntı da var artık gemini oraya sürükleyen onu da fark ediyorsun.. ama şimdi başka bir şey var; o kara nasıl bir yer acaba?.. orada neler olduğu belirsiz.. seni çiçeklerle ve danslarla mı karşılayacaklar, yoksa altında odunların yandığı bir kazanla mı karşılayacaklar.. hani kâşifler grubu bir adaya çıkmış ve burada yamyamlık var mıdır diye sorduklarında, -Hayır! son yamyamı da dün yedik! cevabını almışlar ya, o hesap.. işte oğlum hayat böyledir ve bundan sonra ne olacak sorusu her zaman olacaktır bu dünyada.. ve her zaman şaşırmaya, yeni şeyler görmeye ve öğrenmeye devam edeceğiz.. o bakımdan da bu dünya her zaman bir ibrethane, semahane ve meyhane -görüp yaşadıkça sarhoşluğun arttığı, bir türlü ayılamadığımız, hatta ayılmak istemediğimiz yer anlamında- olmaya devam edecektir.. işte gördüğün gibi ben de artık okuldaki günlerimden sonra başka sulara yelken açmış durumdayım.. tabi ben de önümüzdeki günlerde gazete idarehanenize uğrayıp Sacit beyle de tekraren tanışıp görüşmeyi ve yapacaklarımızı orada bir kez daha konuşup kararlaştırmayı isterim.. dedi.. gencimiz de bu uzun ve düşündürücü sözleri,  -çok teşekkür ederim hocam, şeref verirsiniz, çok sağolun sözleriyle cevapladı ve gerekli adres bilgilerini hocasına söyledi.. bu konuşmaları  en iyi tamamlayan da kadehlerindeki son rakı yudumları oldu tabi ki...


     Kısa bir süre sonra genç muhabirimiz ve hocası meyhaneden çıkmış ve geleceğe dair umut ve planlarını bir kez daha yeniden güncellemiş halde evlerinin yolunu tutmuşlardı bile.. tüm şehir olmasa da hemen hemen herkes bu günü de bir şekilde tamamlamış olmanın yorgunluğu, dertlerinin sıkıntılarının artık bu saatten sonra girecekleri yataklarında veya sığınacak köşelerinde bir ara vereceği umuduyla hanelerine ulaşmaya çalışıyorlardı.. belki uykularında dertlerini, yenilgilerini, hayalkırıklıklarını, yenilmişliklerini unuturlar, uykunun o esrarlı sıcaklığında yaralarının iyileşmesini sağlarlar umudundaydılar.. her şeye rağmen Dünya dönmeye devam ediyor, üzerindeki insanlar da yorulan umutlarını tazelemeye,  gelecekten beklentilerinin eninde sonunda gerçekleşeceğine inanmaya, yorgun ruh ve bedenlerini yarın kaldığı yerden devam edecek mücadeleler için birazcık da olsa dinlendirmeye, içinde bulunduklarını zaman zaman hissettikleri zavallı acınası hâllerini kısa bir zaman için de olsa unutmaya, umarsız çabalarını devam ettirecek umut ateşini bir şekilde canlandırmaya harlamaya, hiç olmazsa aynı geminin yolcusu oldukları bilinciyle çevrelerine daha dostane ve anlayışla bakmaya, ve aynı şekilde -bundan biraz umutsuz da olsalar-, çevrelerinden de anlayış ve gülümseme, hiç olmazsa azıcık hoş görü kırıntıları beklemeye, içinde bulundukları bu sonsuz umut ve hayal gemisini yürütmek için küreklere yeni bir güçle asılmaya devam ediyorlardı.. 






                                                  *                       *                        *





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke