10- Hak, Hukuk, Adalet

    




     Yerel gazetenin hem matbaa hem de idarehanesi olarak kullanılan merkezindeki küçük odada gazete idarecileri ve sevilen köşe yazarı Cevdet beyle bir süre daha sohbet eden acar muhabirimiz, sonunda başta Cevdet bey olmak üzere onun çevresini kuşatan tüm çalışanlar muhabirler ve gazetenin idarecilerinden izin istedi ve onlara kısa bir süre sonra İstanbula dönmesi gerektiğini, oradaki gazeteden beklendiğini belirten bir mesaj aldığını (aslında tam da böyle değildi, Sacit Sami bey telefonla aramış, başsağlığı dilemiş ve yapacak bir şey olup olmadığını sorduktan sonra da her zaman yanındayız, ne zaman geleceksin gibi birşeyler söylemiş ve cevabı da beklemeden geldiğinde görüşmek üzere, seni özledik oğlum! diyerek konuşmayı sonlandırmıştı.. gencimiz bunu samimi bir mesaj ve aynı zamanda bir çağrı olarak almakta pek de haksız değildi..) söyledi.. tüm matbaa personeli hep birlikte ayağa kalkarak gencimize tekrar başsağlığı dilediler ve; -sen bizim İstanbuldaki temsilcimizsin, her zaman seni takdir ve sevgi ile takip ediyoruz.. bizlerin orada sesi ve koruyucusu ol, bizimle irtibatı kesme ve bizi unutma lütfen.. dediler.. kapıya kadar bu şekilde bir sevgi hâlesi içinde uğurlanan gencimizin yanına Cevdet bey de oradakilerden izin isteyerek katıldı.. beraber sokağa çıktıklarında delikanlımız Cevdet beye dönerek -Cevdet amca, böyle bir ortamda da olsa sizinle tanışmaktan çok memnun oldum, daha önce sizinle tanışmadığım için beni affedin.. şimdi son kere babamı ziyaret etmek ondan sonra da yavaş yavaş İstanbula dönüşümü planlamak istiyorum dedi.. Cevdet bey de, -izniniz olursa beraber gidelim mezarlığa, zaten yolumun üzeri, ben de babana bir fatiha okumak isterim dedi.. gencimiz de bu teklifi sevinçle karşıladı.. mezarlık bir zamanlar şehrin hemen sınırlarında iken artık neredeyse şehrin ortasında gibi kalmıştı.. ama bu sakin orta Anadolu şehrinde mezarlık hep aynı duvarlar içinde kalmış, sanki hiç dolmuyor gibiydi.. eskiden mermerle süslü kabirler yapmak, gösterişli kat kat lahitimsi mermer veya betondan soğuk görünümlü kabirler yapmak adeti olmadığı için, mezara gömülen kişiler için her zaman yer oluyor, daha önce ölenler aradan onbeş yirmi sene geçtikten sonra yanlarına gelen yakınlarını da koyunlarına kabul ediyorlar, böylece mezarlıkta yer arama derdi de kalmadan aynı yerde hemen hemen tüm aile fertleri huzur içinde uyuyorlardı.. son zamanlarda bu güzel adet de bozulmaya, ölenlerin yakınları eğer zenginse gösterişli kat kat mermerden, daha mütevazı olanlar da betondan mezarlar yapmaya başlamışlardı.. her neyse, moda dediğimiz veya gösteriş merakı mı, görgüsüzlük mü desek, böyle yeni adetler burada da almış başını gitmişti.. 


     Kabire doğru yaklaşırken delikanlımız biraz da sessizliği bozmak istercesine, -Cevdet amca, babamla ben ne yazık ki çok beraber olamadık, okul iş derken bir türlü babamla şöyle oturup gelmişten, geçmişten, insanlık hallerinden, özel hatıralarımızdan bahseden sohbetler yapamadık.. ama ölüm haberini aldıktan sonra onun ne kadar iyi bir insan, dürüst ve saygıdeğer biri olduğunu hemen herkesten dinledim.. ben de bunlardan gurur duyup sevinmekle beraber, babamla daha çok beraber zaman geçiremediğime hayıflandım, bu vakitsiz gelen ölüme daha da üzüldüm.. keşke onunla daha çok vakit geçirseydim, öğrenecek çok şeyim varmış, onları sorsaydım, dertlerimi anlatsaydım, alacağım kararlarda fikrini sorsaydım diye çok üzülüyorum.. babam hayattayken sizden çok bahsederdi, görüyorum ki birbirinize de bir çok açıdan benziyormuşsunuz.. acaba bundan sonra bana bir baba gibi yakın olabilir misiniz?.. ona soramadığım bir çok şey kaldı.. bunları size sorabilir miyim? zor zamanlarda babamı arayıp fikrini almak istediğimde sizi arayıp hem sohbet edip hem de yardımınızı isteyebilir miyim? dedi.. gencimiz o sırada bir şey fark etti; Cevdet beyin gözleri sanki hafif dolmuş gibiydi.. onun çok naif ve duygusal bir insan olduğunu babası bir çok kerelerde bahsetmişti.. o an bu sözlerinden pişman oldu, ve ne diyeceğini bilemez bir durumda yere bakmaya başladı.. Cevdet bey, -bu sözlerinden çok memnun ve mütehassis oldum oğlum.. tabi ki arayıp her zaman aklına takılan veya sırf sohbet için konuşabilir ve sorular sorabilirsin, bundan ben de çok memnun olurum.. İstanbuldaki genç meslekdaşım beni aramış, sohbet etmek bir şeyler sormak istemiş diye gurur duyarım.. bu sözlerine çok sevindim.. dedi.. zaten o sırada da mezarın başına gelmişlerdi.. küçük bir testi ile mezarın üzerine ve yeni dikilmiş çiçeklere biraz su verip bir de fatiha okuduktan sonra yine bir süre sessizlik oldu.. gencimiz babasını toprağa vermiş ve kendi babası olmasa da bir şekilde bir ağabey, amca, hatta baba gibi hissedeceği yeni bir dost kazanmanın sevinciyle babasına veda etti ve yavaş yavaş dönüş yoluna koyuldular..


     -Cevdet amca! size bir şey sormak istiyorum diye içinde bir türlü cevaplayamadığı bir konuyu açtı genç muhabirimiz.. -Babam da siz de çok sevilen ve sayılan insanlarsınız.. ama neden sessiz ve mütevazı bir hayatı seçtiniz? politikaya atılmayı, çevreden gördüğünüz takdir ve desteği arkanıza alıp meclise seçilmeyi, mevki ve umur peşinde koşmayı hiç düşünmediniz mi? bakıyorum da ikiniz de orta halli bir memur olarak hayatınıza devam etmişsiniz.. kendi işinizde bile terfi ve yükselme peşinde koşmamışsınız.. o kadar sevilen, saygı duyulan, dürüstlükleriyle tanınan iki arkadaştınız.. bu halde siz istemeseniz bile sizin layık olduğunuz mevkilere yükselmeniz, ne bileyim bir müdür veya bürokratik kademelerde daha yükseklerde olmanız gerekmez miydi? herkes haktan hukukdan falan bahsediyor.. sizin hakkınız böyle yükselmek değil miydi? adalet bunun neresinde? hakkınızın yendiğini, daha yüksek makamları hakkettiğinizi hiç düşünmediniz mi? böyle yükselmek için neler yapmak gerekiyordu da siz yapmadınız? bunları hep merak etmişimdir.. ne yazık ki babama sormak kısmet olmadı.. size sorabilir miyim bu soruları? eminim ki babam da aynen sizin gibi cevaplardı bu sorularımı.. dedi.. 


     Mezarlıktan çıkmış ana caddeye doğru yürümeye başlamışlardı.. hafiften bir ikindi rüzgarının serinliği yüzlerine vurdu.. Cevdet bey düşünceli bir tarzda yavaş yavaş yürüyordu.. neden sonra hafif bir sesle, şurada sevdiğim küçük bir kahve var, bahçesindeki asmanın gölgesinde biraz oturalım.. ne dersin? dedi.. gencimiz de -tabi amcacığım, bir kahve de içeriz değil mi? dedi.. kahvenin bahçesine girdiler.. altı yeni sulanmış asma gölgesinde boş bir masanın etrafına oturdular.. içeriden gelen çocuğa az şekerli kahvelerini söylediler.. Cevdet bey bir süre suskunlukla uzaklara dalmış bakışlarla bekledikten sonra; -bak Fahrettin oğlum.. hayatta her şey istemekle olmaz.. bazen bir şeyi çok istersin, bir türlü zamanı ve zemini uymaz.. bazen de başına öyle şeyler gelir ki, bunlar niçin beni buldu, ben müstehak mıydım buna? dersin.. nasıl doğduğumuz yeri ve zamanı seçemiyorsak, bazı olay ve kişilerle karşılaşmayı, muhatap olmayı da seçemeyiz.. sen ne kadar kaçsan olaylar gelir seni bulur.. talih kuşu öyle bir şeydir ki sen kovalarsan kaçar, kaçarsan da başına konacağı tutar.. artık talihinde ne varsa bahtına o çıkar.. hele bizler gibi alçakgönüllü ve gösterişten şatafattan uzak yetişmiş insanlar başa gelene razı, hak ettiğinden fazlasında gözü olmayan, istemekten çok vermeye, haktan çok sorumluluğa önem veren bir yaşantı sürdüklerinden başkasına dönüp bakmazlar.. makam mevki için onun bunun hakkını yemeyi bırak, kendi hakkı olanı bile istemeye o yolda çabalamaya utanırlar.. zaten bu memlekette liyakate hemen hemen hiç bir devirde önem verilmemiştir.. bakma sen hak her şeyin üstündedir, liyakatsiz kişilere mevki verilmez, her şeyde adaletle hükmedilir sözlerine.. bunların hepsi olanı değil olması gerekeni söyleyen, temenni kabilinden sarf edilen sözlerdir.. zaten gerçekten bu sözler herkesce geçerli olsaydı bu memleketin hâli böyle mi kalırdı?.. yıllardır ülke olarak ileri gidemediğimize, bırakın ilerlemeyi gittikçe geri gittiğimize, sürekli gelen gideni aratır diye bir ata sözünü haklı çıkarırcasına idarenin gittikçe bozulmasına, adaletten doğruluktan sürekli uzaklaşılmasına sebep, işte bu sorduğuna verilecek cevaplarda gizli.. rızkımızı temin için yaptığım memurluk dışında, sırf içimdeki heves ve istekten dolayı, ben acizane bir yerel gazete köşe yazarıyım bu küçük Anadolu şehrinde.. yazdıklarıma bakarsan ne politika, ne haksızlıkların gözlere sokarcasına ortaya dökülmesi, ne kişilerle gereksiz polemikler, boşu boşuna sonuçsuz tartışmalar vardır.. ben sadece benim gibi düşünenlere bir şeyler söylemeye, onların toplumda başına gelen can sıkıcı olaylar ve hayal kırıklıklarına karşı bir nebze olsun uzaklaşma, hayatta güzel şeyleri de olduğunu, mesela bir çiçeğin en olmadık yerde tutunup büyüdüğünü, bir ağacın o kendince duruşu ve mevsimlere verdiği tepkileri, tabiatın geçen bu sıkıntılı günlerden habersizce kendi bildiği gibi işini yaptığını, küçük bir çocuğun saf ve içten gülüşünü, kuşların neşe içinde ötüşlerini anlatmaya ve hatırlatmaya çalışıyorum.. bak oğlum; Hak, Hukuk Adalet sözleri çok güzel ve çekicidir, ama ne yazık ki içi boş şeylerdir.. Hak için çabalıyorum diye insanları arkasına takıp da onlardan yetkiyi aldıktan sonra yapılan haksızlıkları bile aratır hale gelen çok politikacı gördüm ben.. Hukuk her şeyin üstündedir! dedikten sonra etkili bir yere gelince de ''Hukuk siyasetin köpeğidir'' diyen nice insan vardır.. gerçi onları da bu samimiyetlerinden dolayı kutlamak lazım.. diğerleri hukuk adalet diye diye her türlü hukuksuzluğu adaletsizliği yapıp yine de sureti haktan gözükmüyorlar mı? hiç olmazsa adam doğruyu söylüyor.. Hukuk siyasetin, daha doğrusu siyasetçinin köpeği durumunda değil mi günümüzde?.. nerede kaldı Hak Hukuk Adalet Liyakat her şeyin üstündedir lafları? evlenene kadar her türlü yalanı, boş iltifat ve vaatleri yapan, evlendikten sonra da her akşam karısını döven aşıklar aklıma gelir sık sık.. bu adamların yalancı, sahtekar ve soysuz olduğunu bilmez mi bu zavallı kızcağızlar bu pis adamları dinlerken derim içimden.. içi boş cilalı ve güzel lafları vicdansızca sarf eden o çirkin insanların gerçekte ne mal olduğunu niçin göremezler bu zavallılar.. evlenip bir yuva kurmak hayali ne kadar acı sonuçlanır, içim sızlar bunları gördükçe.. ama bir yandan da bunu kadere, içinde bulunulan şartlara bağlayanlar da çok haksız değiller gibi geliyor.. içinde bulundukları şartlarda ve bu cahil kafayla o zavallı kızların karşısına nasıl çıkacak doğru insan? peki biz doğru insan yetiştirebiliyor muyuz her şeyden önce? bırakın hakkı hukuku, cilalı boş lafları, dürüstlük nedir, yalan nedir, emeğe insan onuruna saygı nedir onu anlatıp öğretebiliyor muyuz evlatlarımıza acaba? bazı şeyleri inşa etmek, bir ev veya yol inşa etmek kadar kolay değildir.. Dinler hep dürüstlüğü, kötülük yapmamayı öğretir, ama sonuç ne oluyor? suç dinde mi, dinsizlikte mi, içinde  bulunulan cemiyette mi, öğretim ve verilen aile terbiyesindeki eksikliklerde mi, hatta son zamanlarda adı sık sık kullanılan ama ne olduğu tarif edilemeyen dış güçlerde mi?.. ne yazık ki, insanlar suçu her yerde arıyorlar ama bir türlü akıllarına kendilerinin sorumluluğu gelmiyor.. başkasının gözünde çöp ararken kendi gözündeki merteği fark edememek diye bir deyim var.. kısacası sonunda geliyor iş ferdin kendisinde düğümlenip kalıyor.. üstelik sen ne kadar iyi yetişsen de, dürüst olsan da, çalışkan ve fedakar olsan da neticede bir toplum içinde yaşamak ve diğer insanlarla beraber ve çoğu zaman da karşı karşıya olmak zorundasın.. bence bu durumda yapacak şey; önce zarar vermemek, sonra başkasından gelecek zararlardan kendini ve aileni elden geldiğince uzak tutabilmek.. ancak ondan sonradır ki vicdanını ve çevreni de rahatsız etmeden, karşına fırsatlar çıkarsa onların peşinden dürüstçe ve erdemlice gidip sonunda bir şeyler başarmak.. şimdi babana ve bana başarısız insanlar olarak bakıyor olabilirsin.. ama sana sorarım; bütün bu şartların altında bir aile geçindirebilmek, namusu ve onuruyla yaşayabilmek ve sizler gibi evlatlar yetiştirip topluma değer kazandırmak da az buz bir başarı değil midir sence oğlum? .. 


     Bu sözlerden derin bir utanç duyan gencimiz de, -Asla böyle düşünmedim hakkınızda amcacığım.. ben babamla sizin aranızda bir çok bakımdan benzerlikler ve paralellikler olduğunu gördüğüm için babama soramadığım bu soruyu size sormak münasebetsizliğinde bulundum.. sizi üzdüm ve kırdıysam çok özür dilerim.. ama lütfen beni yanlış anlamayın.. ben aklıma takılan bu soruyu sizi babam gibi görerek size sordum.. ve cevabımı da sanki babam vermiş gibi oldu.. eminim ki şimdi babam verdiğiniz bu ders gibi cevaptan ötürü sizinle bir kez daha gurur duymuştur.. tekrar özür diliyorum sizden.. babamın elini öpmeyi şu an çok isterdim.. onun yerine sizin elinizi öpebilir miyim? lütfen affedin beni.. dedi.. son sözleri sırasında sesi titremeye başlamıştı bile..


     Cevdet bey babacan ve sevgi dolu bir tavırla delikanlıya öpmesi için elini uzattı ve o da delikanlımızı alnından öperek, -kat'iyyen böyle düşünme evladım.. belki ben de sana cevap verirken kendi halimi ve durumumu bir kez daha ölçüp biçtim ve sadece sana değil şu anda senin gibi bir düşünce içinde olanlara kendimi tanıtma ve müdafa etme amacıyla bu sözleri sarf ettim.. bir sürç i lisan ettiysem affola!.. dedi.. o sırada önlerinde nerdeyse soğumuş olan kahveleri akıllarına geldi ve ikisinin de eli gayrı ihtiyari kahve fincanının kulpuna gitti.. artık bundan sonraki konuşmalar ve sözcükler sadece sessiz bir lisanla yani eskilerin lisanı hâl dedikleri bir şekilde, şairin; ''bu bir lisan ı hâfidir ki ruha dolmakta/ kızıl havaları seyret ki akşam olmakta'' dediği haldeki gibi devam etti aralarında...






                                              *                              *                           *






     

Yorumlar

  1. Fahrettin’i özlemiştik..
    Cevdet bey gibi olmak ne büyüklük aslında, benim de sık sık gözlerim dolar ama ya konuyu değiştirir ya yüzümü döner geçmesini beklerim dakat belki de salmak en insancası en güzeli. Geçen kasapta adamcağız oğlunun ölümünü anlattı ben de ağladım valla adamla ağlaştık karşılıklı. Adam dedi ki işte görüyorsunuz hepimizin içinde bir hikaye, yüzeysel tanışıyoruz selamlaşıyoruz da kimse kimsenin içini bilmiyor…
    İçimizi göstermek lazım belki de.
    Hakikaten “başarı” nedir diye düşününce insan yani önü topu ortalama 80 senelik bir hayatta hakikaten nedir önemli olan, insan içine sormalı dışına değil.. Cevdet bey kendi hayatı içinde güzel çözümlemiş doğrusu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cevdet bey içinde bulunduğu ortam ve kaderin karşısına çıkardığı olaylarla bir çeşit başa çıkma çabasını göstermiş ve kendince sanat edebiyata sığınmış.. evet her insanın ayrı bir hikayesi, acıları, açmazları var.. kimi gösterip paylaşmayı, kimi de başka yönlerde uğraşlarla alışmayı, yaratıcı enerjiye dönüştürmeyi seçiyor.. başarı izafi bir şey, mutluluk ve tatmin hissi de öyle gibi...

      Sil
  2. Cevdet Bey gibilerin sayısı son derece az. Kaldı ki, insan fıtratı gereği bazı olumsuz özelliklere sahip olması hasebiyle doğuştan ya da yaşamı sırasında önüne çıkan rollerde ortama ayak uydurup şaşırtıcı davranışlar sergileyebilir. Bahsettiğiniz gibi hak, hukuk, adalet gibi pek çok kavramın boş olduğunu, bu kavramlara sahip çıkma gayreti ve niyeti olanların söz konusu sözcükleri dile getirmeden davranışları ve yaptıklarıyla kendilerini göstermesi gerektiğine inanıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru.. ama bu kavramların içini de bizler boşaltıyoruz gibime geliyor.. bu kavramları bilmeden de iyi bir insan olan, bilgece bir hayat süren nice kişiler vardır.. çoğu ile karşılaşmışızdır hayatımız boyunca.. hiç biri bu kavramları gözümüze sokmamıştır, belki kendileri bile farkında olmamıştır...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke