11- Darwin

 




     Akşam serinliği hafifçe bir rüzgar şeklinde gelip tatlı bir fısıltı ile bu kahve bahçesinin kuytu bir köşesinde  -yaşlı olanı geçmiş zamanda, genç olanı da gelecek zamanda geçen - kendi iç dünyalarında hayallere dalmış bu iki sessiz insanı hafifçe okşayınca, ikisi birden daldıkları alemden içinde yaşadıkları zaman ve mekana dönüverdiler.. sınıfta hülyalara dalmış bir öğrencinin öğretmenle göz göze geldiğindeki gibi utangaç bir şekilde birbirlerine gülümsediler ve yine sessiz dil aracılığıyla mutabık kaldılar düşüncelerini anlatmak ve birbirlerine ne demek istediklerinde.. şimdi ikisi de sohbete nasıl devam edeceklerini düşünüyorlardı sanki..


     -Biliyor musun Fahrettin bey, ben bir zamanlar, -tabi o zamanlar çok eskidi artık, ama ben sanki hâlâ o zamanlarda kalmışım fakat oradan bir türlü çıkamıyorum-, hoş; bu halimden şikayetçi de değilim ama etrafım benim zaman zaman böyle düşüncelere daldığımı görünce başka hallere yoruyor durumumu, kimi mutsuz olduğumu, hayatta istediği ve hak ettiği yerlere gelememiş ve bu yüzden de kırgın ve karamsar olmuş bir adam gözüyle üzülerek hatta acıyarak izliyor durumumu (ya da ben öyle hissediyorum kim bilir?) kimileri de edebiyata ve şiire düşkün biri olarak hayattan ve toplumdan kopmuş, boş hülyalara dalmış sonunda da bir çeşit münzevi hale gelmiş bir zavallı olduğum kanaatine varıyor.. her neyse bunların benim gözümde pek de değeri yok, ama ne yazık ki ailem ve yakınlarım da bazen bu tür düşüncelere kapılır gibi oluyor ben bu defa onları üzdüğüm veya mahcup ettiğim için gerçekten yeise kapılıyorum.. şairin dediği gibi ben bu halimden memnunum ama etrafım memnun değil.. en mutlu olduğum anlar gençliğimden beri biriktirdiğim kitaplarımın arasında; onları seyrederek, bazılarını elime alıp sayfalarını çevirip gelişigüzel okuyup kağıt kokusu ve dokusunu hissettiğim zamanlar oluyor.. böyle zamanlarda her şeyi unutup onların içindeki kelimelerin, söz oyunlarının, çağrışımların, çeşitli ton ve tarzdaki seslerinin sanki hafızamın içinde tekrar tekrar canlandığını, eski dostlarımın bana o sayfaların arasından seslenip benimle sohbet ettiklerini, o müthiş zamanlarda benim de onların arasına dalarak hep birlikte zamansız ve mekânsız bir yerlerde şen şakrak ve serbest ve sermest bir halde uçuştuğumuzu hissediyorum.. hele o şiirlerdeki  sonsuz anlam dünyası.. içinde dolaştığın bir çiçek bahçesi veya balta girmemiş bir ormanda kaybolmuşsun gibidir.. bizim gençliğimizde şiir okumayana şaşırarak ve acıyarak bakılırdı.. herkesin özel bir şiir defteri vardı, beğendiği şiirleri oraya yazarak sık sık onlara bir mücevheri seyreder gibi bakar, heyecanla ilk defa görmüş gibi okur, hatta arasına kendisi de iyi kötü bir kaç şiir yazmaya çalışırdı.. hatta bir deyim bile çıkmıştı o zamanlar, bu millet şiiri sever hatta herkes en az birkaç şiir yazmıştır, o yüzden ''Türk milleti şair bir millettir'' derlerdi.. şimdi bu sözdeki anlamı daha iyi anlıyorum, gerçekten bizler bir yeni kelimeyi, yepyeni bir şiir mısraını, farklı bir duygu veya düşünce ifadesini okuyunca veya duyunca zevkten kendimizden geçerdik adeta.. bize o zamanlarda aşık olduğumuz bir kızın pencereden bir göz süzmesi -o zamanlarda yolda yürürken pencerelere bakmak çok ayıp bir şeydi, ama şeytan bu ya bizi dürter daha başımızı kaldırır kaldırmaz bir kızın bir kaç saniye de olsa bir perde arasından, ya da yoldan geçerken karşıdan -o bir kaç saniye bile sürmeyen ama bize sonsuz gibi gelen o zamanın durduğu anda  o ana kadar onu hiç görmemiş bile olsak- ufak bir göz süzmesi veya hafifçe gülümsemesi bile bize aylarca hayaller kurduran bir büyük olay olurdu.. artık zaten içinden bir türlü çıkamadığımız o şiirler, hayaller dünyamız büyük depremlere sahne olur, o bir anlık bakış kim bilir nelere nelere yorulur, artık o kız bir daha karşımıza hiç çıkamayacak olsa bile bu hayal bize ne şiirler, romanlar yazdıracak duygulara sebep olurdu.. şimdi belki beni hayretle veya istihza ile dinliyor olabilirsiniz, ama size hiç kızmam, hatta bugünkü aklımla hak da verir ve o zamanki halime ben de gülerim, ama lütfen gülmeyin ve şaşırmayın, bizim gençliğimiz gerçekten böyle geçti.. o kızlar şimdi ne oldular, nereye gittiler, mesut olabildiler mi yoksa bir nobran eşe mi düştüler, hayal dünyaları yıkılıp gitti mi acaba diye düşünürüm bazen.. sanırım o kızın bakışı, gülümsemesi değildi önemli olan, o durumun heyecanı, verdiği müphem vaatler, içinde gizli zengin hayallerdi önemli olan.. bizler, ama gerçekten her iki cins olarak tüm yaşıtlarımız kısacası o zamanları yaşayan herkes de bu durumdaydık.. şarkıda da dediği gibi bir çift siyah göz için ömür bile verilirdi o zamanlar.. şimdiki zamanı görüyorum da üzülsem mi yoksa sevinsem mi bilemiyorum doğrusu.. velhasıl başka zamanlarmış bizim zamanımız evladım..


     Cevdet beyin sözlerini biraz şaşırarak, biraz hayretle azıcık da gıpta ile dinleyen genç muhabirimiz nasıl bir sözle araya gireceğini düşünedursun, bir zamanların romantik şair heveslisi şimdilerin mahalli basın köşe yazarı naif ve zarif, aynı zamanda beyefendi kişiliği hemen belli olan baba dostu sözlerini sürdürmeye devam etti; - evet Fahrettin bey oğlum, bizim de başımızda kavak yelleri estiği o zamanlar, dünyada ikinci cihan harbinin patlamasıyla ve bu sebeple biraz gecikerek de olsa memleketimizdeki havanın da değişmesiyle beraber - ayrıca bizim de yaşımızın artık askerlik çağına yaklaşmasının da tesiriyle olsa gerek- gerçekler bizleri de rüyadan uyandırmaya başladı.. hoş, bana öyle geliyor ki biraz önce de bahsettiğim gibi, ben hâlâ o rüyadan tam uyanabilmiş değilim, keşke de hiç uyanmasaydım diyorum bazen.. o sıralarda tam bir kitap kurdu olamasam da elime geçen kitapları ne tür olduğuna bakmaksızın, sırf kitap olduğu için, aynen yere düşen bir ekmek parçasını öpüp başımızın üstüne koyup yüksek bir yere koyduğumuz gibi, ben de elime geçirdiğim her tür kitabı bitip tükenmez bilmeyen bir iştihayla okumaya devam ediyordum.. bu minvalde bir gün elime ''Darwin'in safsataları ve bu saçma teorisine karşı bir layiha'' gibilerinden bir küçük risale geçti.. belli ki böyle bir teoriden az buçuk haberdar olmuş dindar bir Müslüman vatandaş -sanırım o teoriye karşı çıkan bir Hristiyan âlimin teorinin yanlışlarını ve saçmalığını isbat etmek için yazdığı bir makalenin bozuk bir tercümesinden de ilham alarak- eşeğin aklına karpuz kabuğunu getirmek tehlikesini de düşünmeyerek- anlamsız ve anlaşılamaz bir dille bir şeyler karalamış.. böylece ben dünyada Marksizm den sonra bir de Darwinizm diye yanlış ve saçma bir teorinin de tedavüle girdiğinden haberdar oldum.. işin komik tarafı; tam bülbülden gülden, gonca fem/sim ten edebiyatından Darwinizm diye bir saçmalığa balıklama atlayışın garabetine bir bakın.. neyse ki bu teori, komünist manifestoydu, kapitaldi, proleter ihtilaliydi gibi tehlikeli sularda dolaşmıyor, papatyaların, kelebeklerin, dinozorların -ilk orada duymuştum- hatta sirke sineğinin vesaire yer yüzünde nasıl hasıl olduğunu, bir canlının nasıl ve nereden hangi başka bir canlıdan tevarüs ettiğini, böylece düşünerek meselenin biz en üst sınıf(!) insana doğru geldiğini bizim de bu şekilde bir alt sınıftan yahut da bizlere çok benzeyen maymunlardan gelmiş olabileceğimizi, belki de atalarımızın maymun şebek gibi bir şey olduğunu, hadi o kadar ileri gitmesek bile bunların amcalarımız olabileceğini falan anlatıyordu.. işte çocukluğu ve gençliği hep hayal kurmakla, tabiatı hayran hayran seyretmekle, tüm yaratılanları olduğu gibi sevmekle geçen benim gibi biri için tam biçilmiş kaftan.. gerçi ben tersten daha doğrusu onu çürütmeye çalışan, ama bu arada reklamını da yapan küçük ve beceriksiz bir risaleden böyle bir teori olduğunu öğrenmiştim ama, olsun.. demek ki tüm canlıların hatta bitkilerin aynı kökten, daha doğrusu aynı malzemeden yapılmış ama her yönden birbirinden başka tablolar gibi, her bir canlının bir öncekinden biraz daha ileri vasıfta ama yine de onunla akraba olduğunu, müzede bir meşhur ressamın eserlerini seyredene bu düşünceleri ihsas eden bir gücün veya bir sistemin varlığını, evrim denen şeyin türlerin gelişiminin veya yeni terimle kökeninin mekanizmasının mükemmel olmasa da mükemmelliğe doğru belirli bir yönde ilerleyen birer sanat eseri olduğunu keşfetmiştim kendimce.. öte yandan da bütün medeni milletlerin nasıl olup da böyle saçma ve temelsiz olduğu söylenen teorilere inanıp büyük kıymet verdiğini, bunların üzerine bir çok ilim adamının nasıl ciddi ciddi çalışmalar yapıp ikramiyeler hatta Nobel mükafatları aldıklarını da hayretle düşünmüştüm.. acaba bize anlatıldığı gibi saçma ve tehlikeli hatta şeytani bir fikir miydi bunlar, yoksa tam tersi dünyada içtimai ve tabii olayların nasıl cereyan ettiklerini açıklamaya çalışan ciddi ve sağlam temelli zihni gayretlerin ilmi semeresi miydi? aklım ikinci şıkkı daha doğru olarak gösteriyordu bana.. ama bu arada, bu Darwin bozguncusu ve ondan etkilendiği aşikar olan Marx şeytanı peşlerine neredeyse tüm medeni alemi ve onların filozoflarını fareli köyün kavalcısında olduğu peşlerine takmışlar, uçuruma doğru uygun adım koyun sürüsü gibi götürmekte idiler.. daha doğrusu bizim ilim adamlarımız ve mütefekkirlerimiz böyle söylüyordu bizlere.. onlara göre birinci ve ikinci cihan harbi de bu bozguncular yüzünden çıkmıştı.. neymiş efendim kuvvetli olan zayıfı yener, gücü olan hukuk hak tanımaz, dünyada doğru, haklı, adaletli bir şey yoktur, her yerde ve her şeyde gücün ve sermayenin daha doğrusu paranın sözü geçer, en iyi savaş aletlerini ve imha silahlarını kim yaparsa galibiyet onun hakkıdır, bunları icat edemeyip sonunda güçlüye yenilen milletler yenenlerin kölesi ve sömürgesi olur, hatta bir adım daha ileri gidenler, sadece insanlar değil canlısı ve cansızıyla tüm dünya, medeni insanın gücünün ve aklının önünde eğilmeye, onun istediği şeyleri yapmaya mecburdur, gücü ve aklı olan her şeyin efendisidir, istediği her şeye sahip olur vs. vs. gibi bir çok kişiyi ikna eden 'mantıklı' ve 'inandırıcı' zırva almış yürümüştü dünyanın her yerinde.. zannımca sadece bizim mütefekkirlerimiz değil tüm dünya filozoflarının çok büyük bir yekunu da bu zihniyetteydiler.. yani hemen hepsi güçlünün önünde eğilmiş ve onların cinayetlerine kılıf üretmekle meşguldüler.. dış dünya hercümerç içinde birbirini boğazlarken, bizim memlekette de komünistleri ve onların düşmanlarını, faşistleri ve onlara karşı çıkanları, velhasıl her tür fikrin peşinden giderek elinde silah belinde kılıç, karşı fikirdekileri boğazlayarak yok etmeye çalışanların fikrinde ve peşinde olan muharrirler ve hatipler gazetelerde, mecmualarda, hatta radyolarda birbirlerini fikren çürütmeye, ellerinden gelse bedenen de yok etmeye uğraşıyorlardı.. bense çok şükür tüm bunların dışında kalmayı becerebildim.. bunda şair ruhum mu etkili oldu, hayalperest dünyam mı, yoksa çiçek böcek kuş velhasıl tüm tabiata olan hayranlığım mı galip geldi bilemiyorum.. ama bunların arkasına takılmadığıma çok da memnunum doğrusu.. beni galiba sevgi korudu bütün kötülüklerden.. ne yapayım ben böyle birisiyim, herkese ve her şeye tabiatımdan gelen bir sevgi var zannederim.. biraz daha ileri gideyim, ben 'kötü' bir insana hatta katile bile şiddetli bir nefret duyamıyorum nedense.. bu zavallı niçin bu hale düştü acaba, kim bilir derdi neydi, neler onu böyle kötü yollara, yanlış istikametlere sevk etti acaba diye düşünürüm.. okuduğum romantik eserler mi, şiirler mi, yoksa ailem mi beni böyle yetiştirdi bilmiyorum.. inanır mısın oğlum ben çocukluğumda mahallede kimseyle kavga etmedim, dövüşmedim.. hayret verici bir şey değil mi?.. bu yaşa kadar böyle geldim, inşallah böyle de gideceğim.. babanla ben belki de bu sebeple çok iyi dosttuk.. belki de birbirimizi hemen hemen aynı duygu ve düşüncelerde olduğumuz için iyi anlamış ve sevmiştik.. dedi...


     Genç muhabir böyle bir sohbeti beklemediği için midir, yoksa bu mahalli gazete yazarından kendisini bu kadar şaşırtan sözlerini duymasının verdiği hayret ve hayranlıktan mıdır, nasıl bir karşılık vereceğini bilemedi uzun süre.. en iyisi galiba yine dilsiz konuşma yani hal dili ile anlatma idi.. suskunluğun ne kadar etkili bir dil olduğunu şaşırarak görüyordu şu anda...





                                                   *                                *                                      *










Yorumlar

  1. Aslında insan istede tam o şiirle dolu ruh haline her yerde girebiliyor. Koşturmayacaksın, etrafı eleştirmek için değil incelemek için bakacaksın, bol da hayal kuracaksın tamam. O kızlar o çiçekler hala orada :)
    Darwinizm de aslında dindarlara uyar çünkü hepimiz biriz diyor ama dincilere uymuyor çünkü insan herşeyden üstündür diyorlar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru.. Cevdet bey geçmişinin muhasebesini yapıyor, Fahrettin bil(e)mediği geleceğinin düşünceleri ve hayalleri içinde kararsız.. bakalım nereye varacak bu iş..

      Sil
  2. Darwin evrim teorisinde güçlünün ve şartlara kendini kolay adapte edebilenin türünü devam ettirdiği gerçeğini ortaya koyarken bu döngünün böyle olmasını istediğini düşünmüyorum. Onunki sadece bir tespit ve milyonlarca yıldır devam ettiği kanıtlanmış bir husus. Dindarların bu teoriye karşı çıkmalarındaki sebep, insanı maymun türüyle akraba yapması. Dinlere göre insan, ve özellikle erkek cinsi, önünde meleklerin bile secde ettiği olağanüstü kıymeti olan bir varlık. Darwin amca evrim teorisinde insanı ayrı tutup onun çamurdan ve tanrının ol demesiyle yaratıldığını dile getirseydi, kimse itiraz etmedi sanırım. Sevgi, dostluk, kardeşlik diyoruz ve hep güzel şeyler olduğundan bahsediyoruz ama reel olan bir şey varsa güçlünün her zaman kazandığı bence. İyi ki insanın özünde bencilliğinin yanı sıra vicdan diye bir şey var. Bazılarında az bazılarında çok. Vicdandan nasibini almamış olanları zaten insan sınıfının dışında tutuyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, realite ve vicdan sürekli çatışma içinde.. İnsan bu dalgalı denizde pusulayı şaşırmadan nasıl yol alacak onun tedirginliğinde.. hayat böyle bir şey.. Darwin gerçekleri açıklayınca (veya kendisine göre izah edince) eşrefi mahluk olduğuna inanan İnsan tahtından düşmenin verdiği öfke ile ne diyeceğini bilemez hale düşmüş...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke