27- Durum Vaziyet

 



     Aniden gerginleşen ortamı biraz yumuşatmak, biraz da dikkatleri dağıtmak amacıyla olsa gerek Jale boşalan çay bardaklarını alıp mutfağa gitme hamlesine girişmişti ki aniden Fatma hanım, -Yerinden kıpırdama! burada bu işler bana aittir, egemenlik alanımdan uzak dur! dercesine olaya müdahil oldu ve Jalenin elinden çay bardağını kaptı ve diğer bardaklara da yönelerek çayını henüz bitiremeyenlere de çay yavaş demlenir, ama hızlı içilir, bilmiyorsanız öğrenin! dercesine sert bir bakış fırlatarak bu bakışların neyi meram ettiğini hemen anlayanların bardaklarına hamle edip kalan çayları da son ve büyük bir yudumla içmelerini müteakip bardakları belli bir sıra ve karışmaması için özel önlemler alarak ve alışkın ellerle tepsiye dizerek muzafferane bir tavırla mutfağa yöneldi. Şimdi salonda dört kişi konuşmanın hangi biçime tahvil edeceğini merakla bekliyordu sanki.


     Fahrettin konuşmaya başladı sonra ve daha çok Osman beyi muhatap alırcasına ve ona doğru bakarak sözlerine oldukça sert bir tonda devam etti; -Devlet, devletimiz deyip duruyoruz hepimiz, neredeyse beşikten başlayan, ilkokulda temeli tamamlanıp birinci katın inşasına geçilen bu Devlet kavramımız genlerimize işlemiş sanki, ana babamızdan, atamızdan çok devletimize güveniyor ve her şeyimizi ona borçlu olduğumuzu bilincimize işliyoruz elbirliği ile; ata sözleri, deyimler, her cuma günü hutbeden tekrarlanan sözlerle, bayramlarda düğünlerde hatta mezarlıklara ölülerimizi gömerken bile devletimize dua ile bitiriyoruz sözlerimizi, hatta herkes pür dikkat duada neler eksik söylenmiş, neler atlanmış, bilerek mi yapılmış, hangi dış güçlerin tesiriyle böyle davranılmış diye diye, ne bayramdan, ne yas tutmaktan, ne de törenlerden zevk alır olduk, herkes birbirini kontrolle, söyledikleriyle ne demek istediğini, neleri ima ettiğini anlamaya çalışmakla meşgul. İnsanlar doğru dürüst gülmekten, eğlenmekten, coşmaktan, ağlamaktan bile çekinir hale gelmiş, öte yandan Devletinin bu ceberrut tavrından bıkanları; bana oy verdiğinizde Sizi devlete karşı savunacağım, sıkıntılarınızı çözüp rahatlatacağım, gerçekten özgürleştireceğim, sizleri devletin karşısında değerli kılacağım, artık sahici vatandaş ve el üstünde tutulacak insan muamelesi görecek vatandaşlar yapacağım! söylemleriyle aldatarak oylarını aldıktan sonra devletin bu defa idareyi ele geçirmiş olan tarafına geçmiş, devletin içeriden, gerçek ve resmî yüzü ile hesaplaşıp onu daha güler yüzlü, daha candan bir yönetim şekline dönüştürecek yerde, sonunda başaramayıp, -ya da kendisi de öyle olmak işine geldiği için, bu gücü kendi amacıyla kullanma hevesine kapılarak-  neticede iş birliğine girerek ve benzeşme yoluyla başkalaşım geçiren iktidar; bütün bu mücadelenin sonunda memleketi; düşünen ve aklı başında insanlar için bir tımarhaneye, çaresizlik içinde ne yapacağını bilemeyen geniş kitleler için ise bir açık hapishaneye dönüştürdü maalesef; bu muydu yani sonunda devletin vatandaşına reva göreceği muamele?, bırakın dış düşmanlarla mücadele etmeyi, sonunda neredeyse tüm vatandaşlarıyla düşman haline gelmek miydi devletin muradı?, elin oğlu uzaydan neredeyse elimizdeki gazetede yazılan yazıları bile okuyabiliyorken nedir bu vatandaşını adım adım takip etmek, üstüne utanmadan bir de ''nefes alışlarını bile izliyoruz'', ''ayakkabı numaralarını bile biliyoruz'', ''biri bizi gözetliyor evi gibi izliyoruz onları'' diye böbürlenmek?. Peki bütün bunları yaptınız ettiniz de sonunda ne oldu?, ne kazandınız?, sahip çıktığınız ve kem gözlerden, kirli ellerden koruduğunuz vatan evlatları mutlu mu oldu?, görmüyor musunuz ilk fırsatta buraları, bu sıkıcı ortamı, cenderede tutulma hissini terk edip, neresi olursa olsun, oraya gitmek isteyen gençleri?. Bir de, ''giderlerse gitsinler!'' diyorsunuz utanmadan. Sonunda karanlık ve bomboş odanızda, sizi artık kimsenin aramak sormak istemediği, hatta yüzünüzü bile görmek, sesinizi duymak istemediği; huysuz, yaşlı, aksi ihtiyarlar olarak kaldığınızda mutlu mu olacaksınız? İnsanların birazcık yüzünün gülmesi, geleceğe güven ve inançla umutla bakması, azıcık da arada bir yaramazlık, haylazlık yapması çok mu kötü? yahu siz hiç çocuk olmadınız mı? çocukluğunuz hep dayak atarak ve dayak yiyerek mi geçti? evlatlarınızın birazcık, dışardaki dünyada neler olup bitiyor, insanlar nasıl yaşıyor, nasıl eğleniyor, gelecek tasavvurları nasıl, hayalleri rüyaları nasıl acaba diye merak edebileceklerini hiç düşünmüyor musunuz? Varsa yoksa iç ve dış düşmanlar, bölücüler hainler, soyu kanı bozuklar, şahadet şerbeti içmeye hazır vatan evlatları, iblisler, cibilliyetsizler, vurulup tertemiz alnından uzanıp yatan vatan evlatları, canını vermeye hazır kıtalar, vesaire vesaire. Emin olun gençler bıktı bu teranelerden, bozuk plak gibi hep tekrarlanan hamaset nutuklarından. Ben bir haftadır memleketimdeydim, insanlar sizin korkularınızdan ve evhamlı konularınızdan çok uzak inanın. Herkes kendi küçük meseleleriyle, günlük hayat ve geçim dertleriyle, hükümetin yaptığı saçma sapan icraatlara karşı kendilerini nasıl koruyacaklarıyla, bu aptalca işlere karşı nasıl çareler bulacaklarını aramakla meşguller, kimsenin başkasını ötekileştirdiği, düşmanlaştırdığı yok. İyi ki de yok, oralara da bir sirayet ederse bu kargaşa, işte o zaman halimiz harap, asıl o zaman ne yapacağını düşünsün devletimiz, hükümetimiz, burada plazalarına kurulmuş, gerçeklerden kopmuş ve bir bardak suda fırtına koparmakla meşgul matbuat ehli, ve, bundan gizli bir zevk alıp böylece insanları hizaya getirip birbirine kırdırarak ve boş konularla oyalayarak sürü güder gibi güdeceğini, memleketi böyle idare ettiğini düşünen politikacı esnafı. Bak Osman bey beni birazcık tanıyorsunuz, ama Jale hanımı yeni gördünüz ve onu merak ediyorsunuz, şimdi soralım ona; -Jale hanım, siz memleketin en güzide Üniversitelerin birinde okuyan, en iyi şartlarda ve ailesinin üzerine titreyerek yetiştirdiği, geleceğimizi size emanet etmeyi ve sizinle gurur duymayı düşündüğü pırıl pırıl bir gencimizsiniz; huzur içinde ve özgürce bilim yapmak için girdiğiniz okulunuzun bugünkü halinden memnun musunuz?, Hükümet sizden ne bekliyor, ne istiyor?, niçin sizin okulunuzda huzursuzluk çıkarıyor?, bundan neyi amaçlıyor olabilir?, siz memleket düşmanı mısınız? hükümeti devirip komünist bir düzen mi kurmak istiyorsunuz?, -bu arada komünizm Rusya'da bile kalmadı artık-, siz bozguncu musunuz?. Oysa bence hiç öyle değilsiniz, hatta sizler memleketin batıya açılan penceresisiniz, Tevfik Fikret sizin hocanızdı, mezarı ve müze evi şimdi çok yakınınızda, o müthiş insan ülkeyi parçalamak, geriye götürmek mi istiyordu, yoksa tam tersine ülkesini medeni ülkelerin gıpta ile baktığı, kendilerinden biri, hatta daha ilerisinde bir ülke olarak tanınmasını mı istiyordu?,  peki şu anda sizlerin arasında gerici, yobaz ve kafası medeni aleme çalışmayan, ve ancak hocasının veya şeyhinin dediğini papağan gibi tekrarlayan kaç öğrenci, hoca vardır acaba? ya da öyle biri aranıza girse bile siz mi onu dönüştürürsünüz, o mu sizleri? Ne kadar saçma bir soru oldu bu değil mi? bu zihniyette biri sizin aranızda ya rehabilite olur, ya da kaçıp gider. Bir de şöyle sorayım; aranızda okuyup mezun olan kaç kişi ülkede kalıp buraya hizmet edebiliyor? kaç kişi bu şartlara adapte olup idarecilerin dümen suyunda kalıyor, kaç kişi de kendisine yol açmayan, onu anlamayan, hatta sevmeyen, hatta hatta nefret eden insanlarla çalışmak yerine; kendisine kucak açan, en güzel şartları sunup onların enerjisinden, zekasından ve birikimlerinden yararlanmak isteyen ülkelere göç ediyor, ya da göç etmek zorunda kalıyor? Osman bey; siz ve devletimiz acaba bu konularda neler düşünüyorsunuz çok merak ediyorum, sizce bunlar önemsiz şeyler mi, peygamberimiz ''bir alimin mürekkebi bin şehidin kanından daha mukaddestir'' dememiş midir?, bu alimlerin, ya da alim adayı gençlerin, bu parlak yeteneklerin sizin gözünüzde zerre kadar değeri yok mudur? Kusura bakmayın hep sizin sizin diyorum, ama artık burama geldi, hep siz biz, düşman dost, bizden onlardan laflarından gerçekten bıkıp usandım, inanın tüm gençler ve hatta tüm halkımız bundan usandı, devletimiz ne zaman anlayacak bunu, hiç düzelmeyecek mi bu işler? diye sorarak sustu, o anda gözleri dolu dolu ve neredeyse yalvarırcasına Osman beye dönmüştü bakışları, ama öte yandan da Jale'ye ve Sacit Sami beye bakıyordu acar muhabirimiz ve çiçeği burnunda gazete muharirimiz. Sanki onlara; nasıl? iyi konuştum değil mi? dercesine bakarken özellikle Jale'nin tepkisini merak ediyordu bir yandan da.


     Gencimiz maşallah açılmış, adeta bir tirad okurcasına, neredeyse nefes almadan duygulu ve dokunaklı bir konuşma yapmıştı. Tevekkeli değilmiş, kafeste ötmeyen erkek kuşların yanına bir dişi kuş konunca bülbül gibi şakımaya başladıklarını bilen kuşbazların yaptıkları..


     Osman bey söyleyecek bir şeyler ararken, Jale'nin yumuşak ama bir o kadar da kararlı sesi girdi araya; -Evet aynen anlattığınız gibi maalesef bizim okulda olup bitenler, ben bu sene okula başladım, ama hep buraya girmeyi hedeflemiştim ve hatta bu okulun özgür akademik havasını teneffüs ederek bir  bilim insanı olarak burada da  kalmayı düşlerdim hep, o yüzden uzun süredir de burada olup bitenleri takip ediyordum, hep oradaki havayı ve tüm kampüsteki hayatı gıpta ile izlerdim. Ama ne yazık ki, bana da okulun bu kötü günlerini görmek düştü, bu duruma tüm hocalarımız ve arkadaşlarımız çok üzülüyoruz, ama çok da kızıyoruz öte yandan, sanki iktidar her şeyi bırakmış da bize karşı savaş açmış gibi. Onları bu kadar kızdıracak, hışımlarını üzerimize çekecek ne yaptık acaba diye düşünüyorum, bu sorunun cevaplarının bir kısmını sizin deminki konuşmanızda bulmak mümkün, ama ben şunu da düşünüyorum; geçen seneler içinde bana göre spontane biçimde gelişen, hükümet ve devlet katında ise hesaplı ve programlı olarak çıkarıldığına inanılan; başta çevrecilerin başlattığı ve bir anda tüm toplum katlarından destek bulan protesto gösterilerinin ve sonrasında aralarına giren maalesef kötü niyetli kişi ve grupların -hatta bence büyük oranda gizli servis elemanlarının da işin içinde olduğuna inanıyorum- bambaşka mecralara saptırdıkları, hatta polis ve hükümetin de olaylara adeta benzinle müdahale ettiği neticede masum protesto ve toplumsal muhalefet hareketleri olarak başlayıp sonunda vandalizme dönüştürülerek çığrından çıkarılan sokak olaylarının baş müsebbibi ve beyin takımı olarak bizleri, daha doğrusu hocalarıyla, öğrencileriyle Boğaziçi Üniversitesinin tüm camiasını gördüğünü ve o yüzden de intikam hissiyle harekete geçip bizleri cezalandırmak, kontrolleri altına alıp susturmak ve muhalif yanımızı törpülemek isteği ile çalıştıklarını düşünüyorum. Aslında hükümet ve genelde de devlet; gençlerinden, onların baş kaldıran ve çabuk reaksiyon veren taraflarından, bunun arkasından da  yanlarına toplumu da alarak kendilerini istifaya hatta görevi bırakmaya zorlayacaklarından, hükümeti düşüreceklerinden korkuyor bence. Bu korku nedeniyle de gözünü hırs bürümüş vaziyette ve her şeyi göze almış bir tavırla bizleri harcamaya, dağıtmaya, gerekirse de susturmaya, sonunda da çoğumuzu ülkeden dışarıya kaçırtmaya, kaçırtamadıklarını da elinden geldiğince bastırıp susturmaya, bunu başaramadığı kişileri de gerekirse hapislerde çürütmeye kararlı gibi görünüyor. Ben kendi payıma bu durumdan hiç memnun değilim tabi ki, ama öte yandan bizler toplumda yeterince desteklenmediğimizi, hatta anlaşılmadığımızı da düşünüyor ve bunun hayal kırıklığını da yaşıyoruz. Bırakın iktidarı, muhalif partiler bile, basının -neredeyse tamamı iktidarın dümen suyunda ve bize düşman tavırlı zaten- çoğu arkamızda değil ne yazık ki, artık muhalif basında bile sesimizi duyan, bizi dinleyen kalmadı gibi geliyor bize, bu da üzüntümüzü artırıyor, ülkeden umudumuzu hepten kesmemize yol açacak sonunda, diye korkuyorum. Bu vesileyle benim burada bir önerim ve isteğim var; bizim gazetemiz okulumuzun ve öğrencilerin sesini duyursun hiç olmazsa, gazete olarak biz arkadaşlarımızın çığlıklarına kulak verelim, ne istediklerini anlatalım buradan, ne dersiniz? Gerçi ''onların gözleri kördür görmezler, kulakları sağırdır işitmezler'' diyen bir ayette olduğu gibi bir durumdayız toplum önünde şu anda ama, hiç değilse buradan sesimiz duyulsun, sözümüz tarihe geçsin, az da olsa insanlarımız duysun anlasın bizleri istiyorum. dedi. ve Başta Sacit Sami bey olmak üzere Fahrettin ve arada da Osman beye bakarak sözlerini tamamladı. Anlayana çok kısa ama anlamayana çok uzun bir süre gibi gelen bir sessizlik girdi tekrar araya...


     -Çok iyi bir fikir Jale hanım! en kısa zamanda yapın bunu lütfen!, hatta ben götürür getiririm sizi oraya! dedi Osman bey, ondan beklenmeyen bir kararlılık ve coşkuyla..


     Bu çıkış karşısında Sacit Sami bey, ve Fahrettin kendilerini tutamayıp kahkahaları koyuverdiler. Vaziyetten pek bir şey anlamayan Jale, şaşkın şaşkın bu adamları izliyordu o an...





                                                                    *                              *                           *







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

16- Veda

19- Öfke