38- İş taksimi

 



     

     Yazıhanede ünvan olarak ''Hoca'' olan tek kişi Orhan Hoca olduğu için, üstüne üstelik bir önceki sorusuna patronunun biraz kızdığı intibaı aldığı için, bu ikinci soruyu da yine hocasına sormuş gibi yapan gencimize, onu anlayışla dinleyen hocası cevap verdi; - Haklısın Fahrettin dedi, bu soruyu sormakla iyi ettin doğrusu, bu arada bakın arkadaşlar biz de farkında olmadan şimdiden büyük Filozof Sokrates'in yöntemini kullanmaya başladık bile. Kendisi hiç kitap yazmamakla birlikte bütün amacı insanlara düşünmeyi öğretmek olan bu büyük insan, sorulan hiç bir soruya -cevabını bilse bile- doğrudan cevap vermezmiş, bunun yerine o kişiyi karşısına alır, peş peşe gelen sorularla onu düşündürerek ve yine cevaplarını da ona verdirerek sonucu kendisinin bulmasını sağlarmış. Bizim işimiz de ona benzedi derken tabi biraz nükte de yapıyorum ama, yapacağımız eylemin niçin ve nasıl olacağını böyle adım adım bulmamız benim de hoşuma gitti doğrusu. Ne dersin Sami bey, burada gerçek gazeteci siz olduğunuza göre derdimizi okurlarımıza nasıl anlatacağımızı ve ilacımızı onlara nasıl sunacağımızı siz hepimizden iyi bilirsiniz. Nasıl verelim bu bilgileri halkımıza da en kolay ve en verimli şekilde istediğimiz sonuca ulaşalım?, aslında sonuca ulaşmak o kadar çabuk ve kolay değil bu büyük projede, tıpkı Barselona'daki neredeyse yüzelli yıldan beridir inşası devam eden, ünlü mimar Gaudi'nin La Sagrada Familia Bazilikası gibi bir işe soyunduğumuzu konuştukça daha iyi anlıyoruz değil mi? dedi.


     Biraz da bu öğrenci hoca diyaloguna dönmüş olan konuşmada kendisini adeta dışlanmış gibi hissetmekte olan ve hatta bunu biraz da belli etmeye başlayan patron Sacit Sami beyi de konuya dahil ederek, -adeta son sözün onda olduğunun baştan kabul edildiğini de ihsas ederek- onu da onore etmek amacıyla böyle bir hamle yapmıştı Orhan hoca şüphesiz, ne de olsa yıllardır Üniversite senatolarında, Fakülte yönetim kurulu toplantılarında hatta hatta Profesörler kurulu toplantılarında bu ince diplomasi sanatını pratiğe dökmekte çok mahir olmuştu, şimdi de sadece bu kabiliyetinin ufak bir nümunesini sergiliyordu hepsi hepsi. Biraz da patrona sözü atmakta; hadi bakalım! öyle oflamakla puflamakla, cart curt etmekle olmaz bu işler, halkımıza bu acı ilacı nasıl içirecekmişsin bir görelim! gibilerinden ince bir kılçık da atmıştı, en azından hocasını çok seven ve böyle durumlardaki zeki ve biraz da hınzırca sözlerinden çok hoşlanan gencimiz böyle bir hava hissetmişti.


     Şimdi dört as içinden -briç gibi asil bir iskambil oyununda en değerli renk olan- maça ası olmayı hem patron hem de bu mesleğin duayeni olarak hak etmiş olan Sacit Sami beyin ne diyeceğini merak ederek diğer üç as ona bakıyorken; Patron, yine ondan beklenen radikal bir cevapla meseleye nokta koydu; - Arkadaşlar! dedi, biz bir an önce görevlerimizi taksim edelim ve işe koyulalım, halkımızın bir an önce uyandırılması, bilinçlendirilmesi ve harekete geçirilmesi gerekiyor, bunun için elimizden ne geliyorsa onu yapacağız, bazen güldürerek, bazen ağlatarak, bazen merak ettirerek, her durumda o halimiz neyi gerektiriyor ve neye elveriyorsa o yolla derdimizi anlatacağız, sen Jale; çizimlerin karikatürlerin çok güzeldi çocukken, işte sana güzel bir fırsat; filozofların, devrimcilerin portrelerini, tarihi olayların kolayca anlaşılacak şekilde çizimlerini, savaşların, başkaldırıların ve büyük sosyal olayların canlandırılacağı illüstrasyonlar gibi işlerin altından kolaylıkla çıkacağına inanıyorum, sen Fahrettin; daha memleketinden yeni geldin, Anadoludaki halkımızın, geri bıraktırılmış insanlarımızın, hatta yanlış ve gerici akımların tesirinde kalmış cahil yığınların halini en iyi sen gözlemlemişsindir, onları etkileyen tarikatları, tekkeleri, sahtekar şeyhleri, din tacirlerini, kasaba siyasetçilerini, ufak hesaplar ve çıkarlar peşinde koşan küçük burjuva aydınlarını ve siyaset deyince paradan puldan başka bir şey aklına gelmeyen Zübük tipli fırsatçı siyasetçi mukallitlerini de sen araştırarak ortaya çıkaracaksın ve halkımızı bunların ellerinden nasıl kurtaracağımızı, bu yolda yüz yıllardır memleketimizde masum insanlarımıza doğru yolu gösteren Anadolu düşünürlerini, yani Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli gibi gönül insanlarımızı ve Alevi dünyasının çok tanınmış ama neredeyse unutulmuş, az bilinen tüm ozanlarını, tasavvuf ehlini ve onların halkımıza fayda ve zararlarının neler olduğu gibi şeyleri, kısacası bugünlere gelişimizde rolü olan tüm ''yerli'' etkenleri araştırıp bu konularda yazılar yazmanı, Orhan hocamızın da sizlere yol gösteren ve yönlendiren çalışmalarla birlikte, eğer bize zaman ayırabilirse dünya fikir akımları ve düşün insanları hakkında yazılar yazmasını öneriyorum. Ben de sosyalizm konusunda makalelerle size yardımcı olmayı ve her zaman her konuda yanınızda olacağımı bildiriyorum, ne dersiniz böyle bir görev paylaşımına? dedi.


     Patronun konuşmasını dinlerken ve satır aralarında neler demek istediğini anlamaya çalışırken acar muhabirimiz yine hülyalara dalmıştı her zamanki gibi. Acaba diyordu; bir yerlerde bizim gibi bir kaç kişi de yine aynı düşüncelerle ve amaçlarla, yani hiç bir şeyle ilgisi olmadan sadece gününü kurtarmaya, karnını doyurup bir an önce yatağına yatmaktan başka bir planı olmayan aziz ve necip halkımızı bu durumlarından ''kurtarıp'' uyandırma ve ayağa kaldırma planları yapıyor olabilirler mi şu anda? bence kesinlikle vardır böyle bir hatta bir kaç kare as daha! dedi, sonra da, ama onlar daha çok Fatih Beyazıt taraflarında faaliyet gösteriyorlardır büyük olasılıkla, bu bakımdan ''ortalama halkımıza'' yakın olmak açısından bizden daha avantajlı oldukları kesin. Peki öte yandan, bu ''halkımızın'' böyle emeller içindeki ''aydın'' takımından ne kadar haberi var acaba? Ne kadar tuhaf değil mi, biz de onlar da halkımızı uyarıp bilinçlendirerek onların ''kurtuluşu'' için çabalıyoruz, ülkü ve hedef aynı, ama şu anda  en büyük düşmanlarımız da birbirimiz!. O anda Neyzen Tevfik'in başından geçen bir hadise geldi aklına; Beyoğlu'ndaki sinemalardan birinden çıkan şair küfür ede ede gidiyormuş, onu tanıyan bir arkadaşı sormuş; -Hayrola mirim, ne oldu neye kızdın böyle? diye, şair cevaben; - Ne olacak, sinema seyrediyordum, ona kızdım demiş, adam neye kızdığını sorunca da; - Allah kahretsin! tam kötü adam kıza tecavüz edecekti ki iyi adam geldi kızı kurtardı, tam sevinecekken bu sefer kıza o sarktı!, ben küfür etmeyeyim de ne diyeyim böyle işe şimdi?, demiş. Bizim durumumuz da galiba buna benziyor, kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya kaçar demişler atalarımız diyerekten, biz de o korkuyla, halkın tepesindeki ceberrut baba veya ağabey pozlarında, onu bu saflığıyla ellerine düşecekleri kesin olan kötülerin elinden kurtarma çabası içindeyiz. Halka sorsak; belki de ikimizi de istemeyecek, beni rahat bırakın! düşün yakamdan! diyecek büyük ihtimal, öyle ya dünya tarihine bakalım; Nasyonali olsun sadesi olsun Sosyalistler halkı kurtardı da ne oldu neticede, ya da Milliyetçiler, Dinciler, kırmızısından yeşiline, turuncusuna kadar çeşit çeşit Halk Kurtuluş Orduları, halklarına acı, kan ve gözyaşından başka ne getirdiler sonuçta?, önce bir düşman icat edip halklarına da düşmanları olduğunu inandırdıktan sonra neler neler yaptılar, aslında tarih de biraz böyle olayların tarihi değil midir? Emperyalist aşamaya geçmiş ülkelerin ellerinden kurtulma ve borçlarından, ekonomik köleliklerinden kurtularak bağımsızlığını kazanma çabası dışında kalan bütün savaşlar aslında diğer ülkeleri yağmalama, topraklarını ele geçirme, halkı boyunduruk altına alma, insanları köle gibi kullanma amacıyla yapılıyor, bu yüzden bizim halkımıza karşı asıl görevimiz kışkırtıcı söylemlerden uzak kalarak barıştan yana olmak, başkalarını boyunduruk altına alma hedefindeki savaşlara ve genel olarak başkalarını sömürmeye karşı olmaktır.. gibilerinden düşünceler içine dalmıştı. Şimdi söz alıp bu fikirlerini söylese patron kesinlikle çıldırırdı galiba. Sustu..


     Bu arada sanki Orhan hoca içinden geçenleri okumuş gibi ona bakarak konuşmaya başladı; - İşte böyle gençler! dedi, belki de şimdi içinizden bazı düşünceler geçiyordur, yahu yaşını başını almış adamlar hâlâ nelerle uğraşıyorlar diye şaşırıyorsunuzdur, ki bence de haklısınız, ama buraya gelip de sevgili arkadaşımın konuşmalarını, hayallerini ve enerjisini görünce inanın ben de aşka geldim, daha yeni emekli olup da artık bundan sonra bir yazlıkta oturur, kedimle köpeğimle, bahçemle uğraşır kısacası toplumdan uzaklaşıp adeta çocukluğumda yapamadığım şeyleri yaparak ölümümü beklerim diye düşünüyor ve bu tür bir hayatı da, bu kadar hatıra ve bilgi benimle beraber toprağa mı gidecek? neticede, bütün öğrendiklerim, öğrettiklerim, hayat hakkında tecrübelerim ve görüşlerim bana mı kalacak, benimle beraber yok olup gidecek mi yani diye biraz da üzülerek hayıflanıyordum ki burada gördüklerimden sonra sanki yeniden dünyaya gelmiş gibi hissediyorum şimdi. Ey Orhan! sen ki yıllarca dokunulmaz kürsülerden herkese akıl vererek atıp tutmuş, sorumluluk almadan kitabın ortasından konuşup durmuştun, işte sana bir şans daha! bildiklerini uygulamaya dök bakalım! nasıl olacak kolay mı olacak zor mu olacak bir gör bakalım! diye bir meydan okuma çıktı karşıma, bu bence hayatımın fırsatı gibi geldi, üstelik çocukluktan başlayarak Devlete, yani aslında devletimize dişinden tırnağından artırarak vergi veren zengini olsun fakiri olsun tüm Halkımıza bir minnet borcum var, hep yalnızca aldım bugüne kadar, işte fırsat! şimdi verme zamanıdır diye düşünüyorum, ve bu sefer üstelik beş kuruş maddi kazanç maaş filan beklemeden, elimden geldiğince halkıma bir şeyler vermek, bir şekilde ödeşmek istiyorum. Lütfen bana anlayışla bakın ve bu isteğimi, hevesimi hor görmeyin, karınca kararınca, çam sakızı çoban armağanı misali ömrümün hasılasını, her petekten eylediğim balı bir nebze de olsa halkıma sunmak isteğimi lütfen anlayın, ben hayatın sonucu sıfır olan bir denklem gibi olduğuna inanıyorum, aldıklarım ve verdiklerim sonuçta eşit olmalı mutlaka, eğer borçlu gidersem mezarımda rahat uyuyamam, alacaklarım da vardır belki, ama onları şimdiden helal ederek borçlarımdan düşürmemi sağlamak amacıyla, aldığım her şeyi öldüğümde vermiş ve ödemiş olmayı istiyorum. Tabi ki burada kastettiğim mal mülk para pul değil, parayla pulla ödenemeyecek heyecan, özveri, zihinsel emek, manevi kazançlar gibi şeyler, bunları bu halk ve çevrem bana fazlasıyla verdi, şimdi benim bunları geri vermem lazım topluma, lütfen bu çabamı anlayışla karşılayın çocuklar! dedi. Galiba kare asın hepsinin gözleri dolmuştu o anda...








                                                          *                                  *                             *









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17- Göçmüş Kediler Bahçesi

28- İş bölümü

Mağduriyet