47- Rûyâ
Büyük bir salon veya kalabalık bir gösteri merkezinin geniş bir giriş bölümü gibi bir yerlerdeydi. Soğuk ve soluk beyaz bir ışıkla aydınlatılmış bir yer intibaı veren ve ortada gezinip duran kalabalığa bakılırsa bir tiyatronun giriş salonuna da benzeyen bu esrarengiz yer, bu haliyle kapalı bir spor salonunun veya galiba bir geminin üst kat ana salonunda olduğu hissini de veriyordu insana, evet! evet! duvarlardaki geniş pencerelerden dışarı bakmayı akıl edince ve orada masmavi bomboş bir deniz ve yine denizin ufukla birleştiği yerden itibaren izlenen bulutsuz, masmavi ve bomboş bir gök yüzünü görünce, yine ayrıca yan salonlara iki taraftan da kapanıp açılan bar kapısı modelindeki büyük kapılara ve koridorlardan girip çıkan yolcuların hal ve hareketlerine bakılınca hayli büyük bir geminin üst salonunda olduğunu anladı nihayet. Arada bir hissedilen hafif yalpalamalar bu kanaatini iyice güçlendirse de belki de şu anda yalpalayan ve sallanan şey gemi değil, sarhoşluğu henüz üzerinden atamamış olan kendisiydi kim bilir?
Etrafına dikkatle bakıp gözleri tanıdık bir sima ararken birden karşısına Jale çıkıverdi. Hayret! o da galiba onu fark etmişti ve şimdi onun da yüzü içtenlikle gülüyordu, biraz daha dikkat edince kendisine kesinlikle çok yakışmış olan mavi ve beyaz renklerin hakim olduğu güzel bir elbise giymiş olduğunu ve saçlarını da becerikli bir kuaföre yaptırmış olduğu, birazcık abartılı olduğu hissedilen makyajının da onun burada sanki bir davet veya toplantıya iştirak amacıyla bulunduğunu düşündürüyordu insana. Yüzü gülünce ne kadar güzel olduğu daha da ortaya çıkıyor baksana, yazıhanede hiç mutlu değilmiş demek ki, şimdi o yorgun bezgin halinden eser kalmamış, yüzüne bir renk gelmiş sanki, sürdüğü allık bu güzelliğini daha da artırmış evet ama ruhu da gülüyor sanki, diye düşündü.
Jale de onu görmüş, hatta yüzü daha da mutlu ve güleç bir hal almış olarak ona doğru yürümeye başlamıştı ki, gencimizin de içi büyük bir sevinçle doldu o anda ve bu iki mutsuz genç filmlerdeki o meşhur kavuşma sahnesine benzer şekilde birbirlerine yöneldiler ve bu özel ortamda samimiyetle ve büyük bir sevgi içinde kucaklaştılar. Jale, onu burada görmekten çok büyük bir mutluluk duyduğunu hem sözleriyle hem de vücut diliyle o kısa zaman diliminde o kadar güzel anlattı ki, gencimiz o an kendisini mutluluktan bulutların üstünde uçuyormuş gibi hissetti. Jale de sanki yanındaydı tabi ki, ve kısa bir duraklamadan sonra aynı sevinçli haline devamla; - Gemiye hoş geldin Fahrettin, dedi, seni burada görmek ne kadar güzel, gel seni kaptanla tanıştırayım diye hızla devam etti ve son derece samimi ve kararlı bir hareketle gencimizin elini tutup kaptan köşküne doğru onu götürdü, sonra da teklifsiz ve alışkın bir hareketle kaptanın bulunduğu bölümün kapısını açıp gencimizi içeri buyur etti, evet orada, o herkesin bir bakışta ne olduğunu bildiği meşhur gemi dümenini iki eliyle tutmuş, omuzları altın ibrişimlerle örülmüş apoletlerle süslü, tiril tiril ütülü ve sakız gibi temiz ve beyaz kaptan giysisini giymiş, başında havalı kaptan şapkası -tabi ki şapkanın önündeki siperin üst tarafındaki enlice kısım da aynı şekilde altın ibrişimle örülü- ağzında da kaptanların olmazsa olmazı kalın bir Havana pürosu tütmekte olan ve bu hali ile de tıpkı bir zamanların fantezi tv dizisi Aşk Gemisi'nin yakışıklı kaptanının tıpkısının aynısı olan bu yakışıklı adam yani Kaptan; kendisine yaklaşmakta olan bu iki gence dönerek ve ne tesadüf! o da aynı Jale gibi gülümseyerek - Ooo! Hoş geldiniz gençler! Gemimize şeref verdiniz, dedi. Gencimiz ne söyleyeceğini düşünürken Jale atıldı; - Hoş bulduk Babacığım (!), bak sana arkadaşım Fahrettin'i tanıştırayım; - Fahrettin'ciğim (!!) bak, babam Kaptan Teoman, - Babacığım, onu ana salonda dolaşırken tesadüfen gördüm, gemimize davetli olduğunu bilmiyordum, bu güzel karşılaşma doğrusu benim için çok güzel bir sörprayz oldu, tanışmanız için de hemen size getirmek istedim, dedi.
Kaptan Teoman bey gencimizi sevgi ve tecessüs dolu bir eda ile bir müddet süzdü, bu esnada bile gülümsemeye devam ediyordu tabi ki, ağzında kocaman bir püro olmakla beraber çok güzel bir ses ve anlaşılır bir konuşma ile - Merhaba Fahrettin! seni görmekten dolayı çok bahtiyarım, nasılsın bakalım? dedi. Gencimizin cevap vermesini beklemeden de devam etti; - Gemimizi nasıl buldun? dünyada başka örneği yoktur gemimizin, dost düşman herkes gıpta ve kıskançlıkla ve birazcık da hayret ve korkuyla bakmaktadır gemimize, dostlarımıza gurur, düşmanlarımıza da korku salacaktır daima!, tabi ki bu her zaman böyle olmuştur ve ilelebet de böyle kalacaktır dedi. Sonra da aynı mikrofonik sesle, -Sana kısaca gemimizin bazı özelliklerini tanıtayım diye devam etti; - Her türlü övgü ve saygıya layık ve Lâik olan gemimiz atalarımızdan bize kalan en büyük hazinemizdir. En üstten anlatmaya başlayayım gemimizi kısaca; Güvertemiz dost düşman herkese parmak ısırttıracak kadar harikuladedir, en öndeki Pruva veya Baş kısmında ve en arkadaki Pupa ya da afedersiniz Kıç dediğimiz yerde en yüksek yere monte edilmiş olup, buradan da göreceğiniz gibi Ulu Önderimizin büstleri yukarıdan aşağıya doğru gemimizin güvertesinin her tarafına ışın saçan gözleriyle bakacak ve herkes tarafından da onlara baktığı daima görülecek şekilde düzenlenmiştir ve bu sayede de ebedi Önderimizin gözlerinin daima üzerimizde ve hem geleceğimizde hem de geçmişimizde, yani hem mazimizde hem de istikbalimizde ya da atimizde olduğunu her an hatırımızda tutmamız ve hal ve hareketlerimizi de daima bu kutsal gerçeğin bilinci altında yapmamızı bizlere ihtar etmektedir. Güverteye gelince; ilk bakışta küçük bir yüzme havuzu ve havuzun kenarında güneşlenen mutlu yolcularımızı göreceksiniz. İsteyen kadın yolcularımız burada kendilerini ıssız bir adada kumların üzerinde sere serpe bir halde hissedebilir ve çekinmeden topless veya hatta hatta Havva anamızın kıyafetinde bile güneşlenebilirler, orada onları kimse gözleriyle bile rahatsız etmez, kazara bir erkek onlardan birinin bir yerini bile görse dahi; -Merhaba Beyefendi, nasılsınız? der, şu inceliğe bir bakar mısınız? yine aynı şekilde havuzun bir kenarında aynen Adem babamızın kıyafetinde üryan bir vaziyette uzanmış bir erkeğe gözleri kayan bir kadın yolcumuz da gördüğü şeylere hiç dikkat ve önem vermeden; -Günaydın Hemşirem! der ve bu hitabı duyan erkek yolcumuz da içi son derece rahat bir şekilde ve kelimenin tam manasıyla sere serpe güneşe her tarafını temaşa ettirmeye devam eder, böyle de medeni ve çağdaştır yolcularımız işte. Gerçi arada bir alt kattaki mescitte değil de güvertede namazını eda etmek isteyen yolcularımız da çıkabilmektedir, ama tabi onlar da düşünülmüştür, bayrağın hemen üzerindeki rüzgar gülünü görüyor musun? işte onun daima işaret ettiği kıble yönünü gören yolcumuz koltuğunun altından seccadesini çıkarıp istediği yerde hatta havuzun tam yanında hemen oracıkta ibadetini yerine getirebilir, bundan da hiç bir kimse en ufak bir rahatsızlık hissetmez ve son derece tabi karşılar bu durumu. Gelelim bir alt kattaki restoranlara, oralar da aynı şekilde düşünülmüş ve öyle tertip edilmiştir ki isteyen koşer lokantasına, isteyen avrupa lokantasına isteyen de uzak doğu veya anadolu lokantasına gidip yemeğini yiyebilir, kimse de hoop hemşerim! buraya sen giremezsin diyemez, bazı yolcularımız münavebeli olarak tüm lokantalarımızı dolaşmakta ve her türlü dünya lezzetinin tadını çıkarabilmektedir. Aynı şekilde yolcu kamaralarının bulunduğu diğer katlardan daha aşağıdaki katta bulunan ibadethanelerimiz de aynı anlayışla dizayn edilmiş olup ibadethane olarak cami biraz daha büyük olmak üzere ondan daha küçük bir havra ve şapelimiz, hatta ateist yolcularımız için bir tefekkürhanemiz bile mevcut bulunmaktadır. Aynı şekilde bu katta da tüm yolcularımız istedikleri kısımda ibadetlerini serbestçe yapmaktadır, ama olur ya bir zaman sonra kendi ibadethanelerinden bir sebeple sıkıldıklarında veya diğer yerleri merak ettiklerinde aynı serbestiyet içinde bütün ibadethanelere de sorgusuz sualsiz, teklifsizce girip çıkabilmekte, ibadetlerini istedikleri yerde ve istedikleri şekilde yapabilmektedirler. O katın altında bulunan spor salonları katında da her yer herkese açık olup tüm salonlar her türlü sporu bilen veya bilmese de merak eden herkesin teklifsizce girip çıkabileceği şekilde hizmet vermektedir. Bu katların da altında bulunan eğlence merkezi katı da her türlü meşrep ve anlayışa uygun olarak kurgulanmış olup bir salonda batı müzikleri, bir başka salonda uzak doğu ve latin müzikleri ve hatta bir salonda da türkü evi ağırlıklı halk müziği salonumuz da her türlü zevke hitap etmektedir, hatta görünce şaşacaksınız; türkü evinde belli bir saatte sahnede ölmeden önce kadri bilinmeyen değerlerimizin başlarında gelen ölümsüz sanatçımız Ruhi Su hologramla canlandırılmış olup sazıyla ve o meşhur davudi bas bariton sesiyle ''At martini de bre Hasan! dağlar inlesin, Drama mapusunda bre Hasan, dostlar dinlesin'' türküsünü icra ederek eski ve yeni kuşak devrimcilerimizi coşturmaya devam etmektedir her gece.
Gencimiz ağzı açık ve hayran bir şekilde dinlemeye devam ederken Teoman bey daha da heyecanlı bir yere gelmiş olduğunu hissettirecek şekilde sözlerine devam etti; - Şimdi dedi, bence işin en önemli ve herkesi hayranlıkla parmaklarını ısırtacak kısmına gelelim Fahrettin, dedi, - gemimizde hiç motor sesi ya da pervane titreşimi gibi bir ses veya sallantı hissettin mi? Hissetmedin değil mi? Evet, gemimizde motor yok, pervane yok, gemi aleti olarak sadece çevirmekte olduğum bu dümen tekerleği var ve bu sayede arada bir gemiye ufak yalpalamalar yaptırıyorum ki herkes aynı gemide olduğumuzun bilincinde olsun her an, bu da olmasa bana yani kaptana ne gerek var değil mi? Hahhahhhahahahaaaa!, diye müthiş bir kahkaha attı, o esnada da artık gözleri faltaşı gibi açılmış olan gencimize dönerek, - gelelim zurnanın zırt dediği asıl can alıcı meseleye, dedi, - peki gemimiz nasıl gidiyor, her hangi bir itici güç olmadan?, sonra devam etti; -Thats the problem!.. evet zurnanın zırt dediği yere şimdi geldik işte. - Evet Fahrettin, gemimiz itki gücüyle değil cazibe yani çekim gücüyle hareket ediyor ve dikkatini çekerim nereye doğru çekildiğimiz, daha doğrusu nereye doğru gittiğimiz, yani rotamız baştan belli oğlum!. -Evet! Eureka! O da oğlum demişti gencimize, nedense karşılaştığı herkes kısa süre sonra ona oğlum diye hitap etmekte bir beis görmüyordu, olsun! dedi gencimiz büyük bir memnuniyetle- Kaptan sonra büyük bir ciddiyet ve gururla devam etti; - Gemimizin rotası bizler tarafından değil, bizlerden sayısız kuşaklar önce çizilmiştir, insanlık ırmağında yüzen küçük bir sal gibi bizim bu kocaman ve benzersiz gemimiz de aynı şekilde çok çok öncelerden çizilmiş rotasında süzülüp gitmektedir ve sonsuza kadar da böylece gidecektir! dedi, çok derin anlamları olan ve coşkun bir şekilde adeta bir ayin yönetircesine sarf ettiği sözlerinin sonunda sesi titremeye ve gözleri sulanmaya başlamıştı kaptan Teoman beyin ve bu defa gencimize iyice yaklaşıp gözlerini de gencimizin gözlerinin içine dikerek adeta fısıltıyla devam etti, - Sana büyük bir sır vereyim mi?, şimdi her tarafı camlarla donatılmış kaptan köşkünden gemide olan bitenlere insanlara falan değil de uzaklara bak! hiç bir şey, ufacık bir kara parçası bile görmüyorsun değil mi?, hatta gökyüzünde de hareket eden en küçük, hatta mendil kadar bile bir bulut yok ki onlara bakarak hareket ettiğimizi anlayalım, Fahrettinciğim, işte bazen ben bile gerçekten hareket edip etmediğimizi düşünüyorken buluyorum kendimi, yoksa hep olduğumuz yerde duruyor, adeta yerimizde mi sayıyoruz bu koca denizin ortasında? burada öyle kimsesiz yapayalnız durup duruyor muyuz yoksa?.. diye bir şüpheye hatta korkuya kapılıyorum, hatta hatta bu yüzden bazen geceleri gözüme uyku girmiyor ve karanlık gök yüzüne uzun süreler gözümü dikip, bırak kutup yıldızını en ufak bir yıldızı bile arıyorum hareket edip etmediğimiz anlamak için, ama bir tanecik yıldız bile yok koca gök yüzünde geceleri, sadece şu tam karşımızda geceleri ortaya çıkan bir hilal ve onun da tam ortasına isabet eden parlak bir yıldız var, hepsi bu... , dedi, boynunu büküp ellerini iki yana açarak çaresizlik içinde. O sırada gencimiz de vaziyetin farkına vararak ve büyük bir korkuya kapılarak can havliyle etrafına bakındı ve gözleri Jale'yi aradı, hayret! ne ara kaybolmuştu Jale?, belli değildi. Esefle mırıldandı; Ah kadınlar! en lazım olduğunuzda ortadan kaybolur aratır durursunuz umarsızca erkekleri... dedi.
Ama bu arada çabucak toparlandı Teoman kaptan ve sonra da inanç, güvenç ve kararlılıkla konuşmaya başladı yeniden; - İşte burada fizik bilgini olmamın faydasını görüyorum, dedi. Evrende tüm cisimler hareket halindedir ve bu hareketin baş amili de biz fizikçilerin bile henüz mahiyetini ve vasfını tam olarak yani matematiksel olarak ifade ve ihata edemediğimiz kütle çekim gücü, halk ağzıyla söylersek cazibe'dir dedi, her cisim kendisinden büyük veya kütle olarak daha ağır bir başka cisim tarafından çekilir. Mesela Ay, kendisinden kat kat büyük ve ağır olan Dünyamız tarafından çekilmektedir, şimdi aklına; peki Ay, aynen yere düşen bir elma gibi niçin sonunda Dünyamızın üzerine düşmüyor gibi bir soru gelecektir değil mi? bu son derece doğru ve haklı bir soru, öyle ya daldaki elmayı dünyanın üzerine düşüren dünyanın çekim gücü ise Ay da neticede dünyanın üzerine düşmeli doğru değil mi? Sana bunun cevabını şöyle vereyim; çocukken küçük bir kağıdı kıvırarak basit bir uçurtma yapar, arkasına da ince bir krepon kağıdı veya onu bulamazsak elimizle kağıdı kopararak hazırladığımız küçük bir kuyruğu takar, uçurtmayı da annemizin dikiş makarasından aldığımız üç beş metre iple bağlar, sonra da koşarak uçurtmayı uçurur hatta işaret parmağımızla da ipi gerip oynatarak uçurtmamızı havada yalpalatırdık ya işte onu düşün şimdi, Dünyamız da işte aynı şekilde Ayımızı örümcek ağından bile ince görünmeyen ama muazzam kuvvetteki çekim gücü ipiyle uzayda uçurmaktadır, nasıl uçurmaktadır? aynen bizim yaptığımız gibi Dünyamızın kendisi de uzayda koşarak onun uçurtması olan Ay üzerinde onun belli bir mesafe içinde kalacağı şekilde, -ne fazla geride kalacak, ne de çok fazla yaklaşacak şekilde- bir uzaklıkta tutacak kadar bir çekim kuvveti uygulamaktadır ve Ay da Dünyaya ne düşmektedir ne de kopup gitmektedir bu sayede, üstelik arada yalpalamaktadır da aynen uçurtmamız gibi, şimdi ikinci soruya gelelim; peki Dünyamız nasıl koşmaktadır? cevap; o da tıpkı Ayın Dünyaya bağlı olması gibi kendisi de Güneşe çekim ipiyle bağlı olduğu ve o sırada aynen ilk ikisinin yaptığı gibi Güneşimizin de koşmakta olduğu için Dünyamız da ne Güneşten çok uzaklaşmakta ne de çok yaklaşıp Güneşe düşmektedir, Güneşimiz de aynı şekilde galaksimizin merkezine görünmez çekim ipiyle bağlıdır, Galaksimiz Samanyolu da daha büyük galaksi adalarına, onlar da daha büyük diğerlerine, böyle böyle tüm kainat aynı şekilde muazzam bir düzen ve müthiş bir hiyerarşi içinde Kainat dediğimiz sonsuz boşluk içinde akıp gitmekteyiz. İşte buradan hareketle ben de fizik bilgime dayanarak bizim gemimizin de aynı sebeplerle dünyamızdaki rotasında ezelden ebede doğru süzülüp girmekte olduğu kanaatine ulaştım Fahrettin. Ben hayatta tek mürşit olan bilim sayesinde bu gerçeğe ulaştım ve gemimizin de durmadığı, tersine hareket etmekte olduğunu böylece anladım. Şimdi çıkıp dışarıda mutlu mesut ve bahtiyar yaşayan yolcularımızın kafasını böyle sonsuz sorularla doldurmanın ne alemi var değil mi ama? Herkes yiyip içsin, gezip eğlensin kurallara uysun yeter, baksana gemimizin tüm olanakları herkesin emrinde, ekmek elden su gölden misali yiyip içip hallerine şükretsinler işte. Ama bazı huzursuz ruhlar, her şeyin altında başka bir şey arayanlar, öküz altındaki buzağıya kafayı takanlar, fazla meraklılar, hatta sırf bozgunculuk olsun diye her dönen tekere çomak sokmak isteyenler yok mu gemimizde? tabi ki var, ama düşünüyorum da onların bile bu ekosistemde yeri var bence, her şey zıddı ile kaimdir düsturunca bir şeyi anlatmak, tarif etmek için zıddını gösterip onun tersidir demek kolaycı bir açıklama, böyle tipler de o iş için faydalı oluyorlar işte, onların dediğini biz bozgunculuk teröristlik olarak nitelendirip huzursuzluk çıkarmalarını böylece kolay biçimde önlüyoruz işte, çünkü uzun uzadıya formüller, teoriler, ispatlarla uğraşacağına fazla soru sorup kafaları karıştırmak isteyenleri kötü ve sapık göstermek daha kolay, ucuz ve faydalı bir yöntem, dedi.
Gencimiz bu açıklamalardan tatmin olmuş gibiydi, ama içinde yine de bir sıkıntı, her şeyi bilemeyeceğimizin, acizliğimizin ortada kocaman ve acı bir gerçek olduğunu fark ediyordu o an, bu koskocaman fizik alimi bile Sokrates'in ''Bir bildiğim varsa o da bir şey bilmediğimdir'' dediği gibi aradan o kadar çok zaman geçmesine, ilim ve fende o kadar çok ilerleme sağlanmasına, hatta insanların çoğunun anlamakta zorluk çektiği Kuantum Fiziği teorisinin bile neredeyse ispat edilir hale ulaşmasına rağmen daha bilemediğimiz ve hiç bir zaman da -ne yazık ki, veya iyi ki- bilemeyeceğimiz çok çok fazla şeyin olduğunu biliyordu en azından. Belli ki bu gerçeğe ulaşınca da ''Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür, Büyüklerimiz her şeyi bizlerden daha iyi düşünür'' deyişine sarılmanın daha kolay bir yöntem olduğunu anlamıştı Kaptan Teoman...
Teoman kaptan bu kadar vazıh bir konuşmanın sonunda yorgun ve suskun bir derviş edasına büründü ve gül ağacından yapılmış üzerine de çok güzel bir vernik çekilmiş kocaman dümeni sağ tarafa doğru bir tam tur çevirdi, biraz sonra tüm gemi tatlı bir sarsıntıyla sağa doğru hafifçe yattı, güvertedeki yolcuların kimi korku çığlığı attı, daha tecrübeli kimileri neş'e ve keyifle gülüştü, hatta bazılarından da histerik haykırışlar yükseldi, ön camın altındaki cilalı ve dış kısmı hafif yükseltilmiş olan rafta duran küçük bir bilya, hızla durduğu yerden sağa doğru hareket ederek en sağdaki yan kısıma hafifçe çarptı, bu defa kaptanımız dümeni yavaşça sola çevirerek ilk durumuna getirdi, az sonra bilye ortaya doğru hareket etti, hatta o hızla biraz daha sola doğru gitti ama en sola vurmadı bu sefer ve tekrar tam ortaya doğru yuvarlandı ve tam ortadaki çentiğin üzerindeki yerinde karar kıldı. Teoman kaptan muzip bir ifadeyle gencimize bakarak göz kırptı. Gencimiz de aynı ifadeyle gülümseyerek ve kaptana; - Güzel numaraydı! dercesine bir bakışla karşılık verdi. Kaptan konuştu yine; - Bak dedi, bu demir bilyeyi de hareket ettiren aslında ben değilim, yer çekimi, dedi. Aslında ben burada oyuncağıyla oynayan küçük bir afacandan farklı değilim görüyorsun dedi. Gözlerinden yaramaz bir oğlan çocuğunun hınzırca gülüşü okundu...
Gencimiz de bu küçük gösteriyi çok sevmişti, aynı muzipliği o da yapmak isteğiyle, küçük bir oğlan çocuğu gibi heyecan ve istekle ve utanmasa, Ben de! Ben de' diyerek dümeni kaptanın elinden kapmaya çalışacak gibiydi o anda.
Kıkır kıkır kıkırdarken, belki de kendi kahkahasını duyduğundan ola gerek kapkaranlık bir ortamda gözünü açıverdi birden, bir an gemide miyim, evimde yatakta mıyım diye düşündü, sonra da; - Boş veeerrr! ha gemi ha yatak, hepimiz rotamızda süzülüp gidiyoruz işte! dedi, sonra sol tarafına döndü, oyuncaklarıyla birlikte uyuyan bir çocuk gibi uykusunun ikinci bölümüne bıraktı kendisini.
* * *
:)))
YanıtlaSil