54- Felsefe iyi midir?
Gencimiz efsane ilk okul öğretmenini uslu ve çalışkan bir öğrenci edası ile dinlerken, bir yandan da konunun nasıl olduysa tam da istediği mecraya ulaşmasına hem şaşırıp hem de sevinmişti -işte böyle, öğretmenler de tıpkı anneler gibi çocuğun ihtiyacı, arzusu nedir, leb demeden leblebi istediği nasıl anlaşılır, kesinlikle bilirler- bu sebeple hem dikkati biraz daha artmış hem de eline kocaman bir külâh dondurma verilmiş yoksul bir çocuk gibi sevinmişti.
Ama şimdi de Ali Haydar öğretmen biraz suskunlaşmıştı sanki, söze nasıl başlayacağını veya konuya nereden gireceğini mi düşünüyordu acaba? Felsefe meselesi hemen herkesin dilinden düşmeyen, hele entellektüel meclislerinde yeri her daim baş köşede olan, neredeyse ekmek gibi su gibi temel ihtiyaç maddelerinden sayılan, ama eskiler için muz, yeniler için avokado için söylenen, alışmamış damaklar için ne niyetle yersen onun tadını veren egzotik bir meyve gibiydi. Bakalım aziz ve necip milletimizin çeşitli ve muhtelif sebeplerle (oynayamayan gelinin yerim dar dediği gibi bizim de şu anda yerimiz pek de müsait değil bu sebepleri deşelemek için) haz etmediği bu felsefe konusunda hocamız acaba neler söyleyecekti?
Hocanın şu anda girdiği çetrefilli mesele yüzündeki ifadeye yansımış gibiydi anlayana, ama toy gencimiz hocasının konuşmasını sabırla beklerken pek de bir şeyler hissetmiyor gibiydi sanki, memlekette yaşamış ve üzerine boca edilen tedrisattan nasibini almış her bahtsız öğrenci gibi öğretmeninin söylediklerinin birer değerli hazine, kendilerine zahmetsizce ve karşılıksız olarak sunulan bir hayat iksiri olduğunun bilincinde olarak, yapması gerekenin sadece bu yutulmaya hazır lezzetli lokmanın gümüş bir kaşıkla ağzına doğru uzatılmasını beklemek olduğu düşüncesindeydi anlaşılan, bu açıdan ha gencimiz, ha yuvada annesinin bin bir emekle uzaklardan getirdiği hazır gıdanın anasının kursağından sonuna kadar açılmış ağzına boşaltılmasını bekleyen leylek yavrusu, aralarında pek bir fark yoktu, böyle olunca da iş fikir alışverişi veya zevkli bir sohbet havasından çıkıyor, yukarıdan aşağıya iletilen, daha doğrusu hazır paketlenmiş ders konusu ya da camide vaizin namaz saatini beklerken müminlere verdiği (çoğu müminin de uyuklayarak dinleme numarası yaptığı) tatsız tuzsuz bir şey oluyordu. Bu manzaranın, o çağları betimlemek üzere yapılan tasvirlerde ressamlar tarafından resmedildiği gibi, asırlık ağaç altında bol kumaşlarla bir omuzlarından bir çengel ya da düğmeyle tutturularak kendine has tarzda örtünmüş ve ayaklarında da sandaletten başka bir şey olmayan çıplak başlı filozoflar ve onlara sık sık olmadık sorular yönelten yine benzer giysili öğrencilerinin resmedildiği tablolarla pek bir benzerliği yoktu tabi ki, ama gencimiz o anda kendisini Sokratesin sevdiği parlak bir talebesi, Ali Haydar öğretmeni de Sokrates veya Platon gibi hayal ediyordu büyük ihtimal
Ali Haydar öğretmen biraz daha düşünüp kendi kendisiyle hesaplaşır gibi olduktan sonra, sonunda sakinleşmiş ve düşünceleri berraklaşmış gibi bir görünüm aldı ve sonunda konuşmaya başladı;
- Felsefe.. dedi, bana göre hayatı bilgece yaşama çabasıdır. Hepimiz doğup büyüyor, belli bir işi yapıyor, toplumda öyle veya böyle bir yer ediniyor, temel amacımız gibi görünen neslimizi idame ettirme çabamızı fiiliyata geçiriyor, sonunda da eğer daha önceden başımıza bir şey gelmemişse, doğal sebeplerle yaşlanıp ölüyoruz. Etrafını biraz gözlemleyen, kendi dahil çevresindeki insanların yapıp ettiklerini sorgulayan her insan aşağı yukarı bu döngünün farkına varıyor, görüp hissediyor, dahası çevremizde hatta dünyanın her yerinde bitkiler ve diğer canlılar için de bu durumun kaçınılmaz bir yasa gereği yaşanılan bir süreç olduğunu da öğrenip kabul ediyoruz. Bazı insanlar ise kendilerini diğer canlılardan ayrı ve üstün tutup, bu hayat yasasının neden böyle olduğunu, bu oyunun amacının ne olabileceğini, eğer bu bir tiyatro oyunu ise bunu kimin sahneye koyduğunu, dekoru nasıl hazırladığını vesaire düşünüyor, hatta daha ileri giderek kimisi kendisine verilen rolünü beğenmemeye, kabul etmemeye, kurulu düzene isyana kadar giden hareketlere girişiyor, daha sakin ve soyut düşünmeye yönelen kimileri de amacın ne olabileceği konusunda teoriler geliştirmeye, eğer bütün bunları yaratan bir tanrı varsa bizlerden neler istediği, nasıl yaparsak onun hoşnut olacağını, beklenenleri yapmazsak veya kurulmuş olan bu düzene aykırı işler yaparsak tanrının gazabına uğrayabileceğimizi düşünüyor, bu düşünceye uygun eserler geliştiriyor, bunları bir disiplin içinde formülleştiriyor ve sonunda bunlar inanışlar ve dinler şeklinde sistemlere dönüşüp kurumsallaşıyor, bu öğretilerin temsilcileri bununla da yetinmeyerek kendi toplulukları dışında kalan diğer insanları aralarına çağırıyor, onları da benzer şekilde düşünüp davranmaya davet ediyor, çağrılara uymayanları ayrılıkçılıkla suçlayıp cezalandırıyor, mabetlerinde çeşitli ritüeller ihdas ederek yaradanlarını hoşnut etme çabasına girişiyor, sonunda iş başkalarına hükmetmeye, maddi menfaatler kazanmaya doğru evriliyor, ve asıl çıngar da bundan sonra çıkıyor. Bunlar aşağı yukarı hepimizin bildiği hikaye. Şimdi gelelim felsefe konusuna. Aslında bilgi sevmek anlamına gelen filozofi veya Felsefe dediğimiz bilim dalı - ilk çağlardan sonra bu çalışmalar bilimsel temellere ulaşmıştır- yaşamın ne olduğunu, hayat hakkında bir teori geliştirme çabası, - zaten felsefe olaylara bir açıklama teorisi geliştirme eylemidir bir bakıma- bilge bir tarzda yaşamanın nasıl olması gerektiğini düşünme ve anlatma, tartışma eylemidir ve ister istemez din konusunu da içine alır, ama ona da objektif olarak tarafsız bir tarzda yaklaşır ve bilimsel çalışmanın vaz geçilmezi olan sorgulayıcı ve eleştirel gözle bakar. Buraya kadar anlattıklarımı sen de biliyorsun tabi, ama beni biraz önce düşündüren ve sana söyleyip söylememe arasında ikircikli kalmama sebep olan düşüncemi de sana açıklamam lazım her şeyden önce. Daha önceden de söylediğim gibi bizim nesil kendisini kutsal bir misyon sahibi gibi gördü ve bu amaçla çok keskin ve idealist fikirlerle yetiştirildi ve sen de konuşmalarımdan ve eylemlerimden bizim felsefemizin de ne olduğunu aşağı yukarı biliyorsun, ama şimdi konuşmadan önce, acaba düşüncelerimiz doğru muydu, öğrencilerimizi elimizden geldiğince kendi felsefemiz, daha doğrusu hayalimizde amaçladığımız hayat tarzımızın ideal olduğu, yanılmazlığı düşüncesiyle yetiştirmeye çalıştık, ama hele son zamanlarda daha da belirgin hale gelen anlayış ve yeni yaşam tarzı, kısaca yeni felsefe bizimkine göre daha mı doğru ve gerçekçi diye düşündüm, biz idealizmi aşılamaya çalışarak acaba çocuklarımıza yanlış mı yaptık? onlara verdiğimiz vicdani duygular, vatanseverlik, kendinden önce toplumun menfaatini düşünmek, fedakarlık, hatta özel hayatını canını bile düşünmeden ülkün, milletin için her şeyini harcamak düşüncesi boş muydu? yanlış mıydı? yoksa hiç bir kural, değer tanımadan sadece kendi çıkarını düşünmek, böylece başka bireylerin sırtına basarak yükselip ondan sonra da refaha kavuşmak daha doğru bir davranış mıydı kişisel açıdan? çağdaş ülkelerin seviyesine ulaşıp onları geçmek, toplumumuzu demokratik sosyal ekonomik olarak yükseltmek için canlarını verip şehit olanların, ömür boyu sıkıntı çekenlerin çabaları boşa mıydı? şimdi bu öğrencime her zamanki sözlerim yanında bu gibi soruları da ara sıra kendime sorduğumu ve hata mı yaptık?, daha doğru olan yöntem var mıdır ve nedir? bizim hayat felsefemiz yanlış mıydı eksik miydi? diye sık sık kendime sorular sorduğumu, bir çeşit iç muhasebe yaptığımı söyleyeyim mi diye düşündüm. O yüzden biraz suskun kaldım, ama sana dürüstçe bu sorularımdan da bahsetmeye karar verdim. Beni böyle düşünmeye yönelten nedir diye sorduğumda da en çok Darwin'in Evrim teorisi çıkıyor karşıma. Malum bu teorinin konusu dünya üzerindeki bütün türlerin hayatta kalma çabası, türünü devam ettirme çabası ve buradaki doğrular yanlışlar düşüncelerimize göre çok farklı, teorinin gösterdiği gibi hayatta her birey kendi hayatı için gereğinde diğer türdeşini bile yok ediyor, hayatta kalabilme çabası esnasında yapıp ettikleriyle çevreyi, doğayı tahrip edip etmediği, başka canlıların hayat hakkı vesaire gibi düşünceler yok aklında, tek amacı hayatta kalmak, türünü devam ettirmek. Bu durumda, bir canlı olan insan da aynı kurallara tabi olduğuna göre idealizm, acıma, merhamet gibi kavramlara duygulara yer yok hayatta, önce can sonra canan meselesi. O zaman bizim felsefemizin durumu ne olacak? felsefe doğrunun, iyinin faydalının, güzelliğin peşinde değil miydi? peki gerçek hayatta doğru diye, iyi diye öğrettiklerimizin değeri ve geçerliliği nedir? Felsefe ne işe yarar? Felsefe bilgece yaşamaya çalışma çabasıdır demiştik en başında, ama tek çabası hayatta kalmaktan, barınmaktan, karnını doyurmaktan ve fırsat bulursa da üremekten ibaret olan bireye felsefe ne verebilir?. Felsefe yukarıda saydığım dertleri olmayan insanların rahat koltuklarında karınları tok, sırtları pek vaziyette, huzur ve güven içinde oturarak ellerinde hoş içkilerle dolu kadehlerle yaptıkları hoş ve boş sohbetler midir?. Felsefe o yüzden mi kara kalabalıkları ilgilendirmiyor, acaba hata nerede? onlar yanlış yapıyorlar, bilmiyorlar ama acaba bizim felsefemiz doğru mu? İşte bunun gibi soruları da sorup cevaplarını aramamız lazım. İşte Fahrettin, bu sorular da bütün bu çabalar da Felsefedir. O zaman ilk soru şöyle olmalı; Felsefe iyi midir? gerekli midir? Konuları nelerdir?
- Bütün bu soruların cevabı aslında soruların içinde Fahrettin! diye kendi sorduğu sorulara yine kendi cevaplar vermeye geçti Ali Haydar öğretmen. Yine öğretmenlik damarı kabarmıştı anlaşılan. Aslında o esnada bu bağ verandasında oturmakta olan bu eski tüfek sadece konuşmuyor, asıl hayatının hasılasını ortaya döküyor, kendi kendine sorup cevaplar vererek belki de bir iç hesaplaşma, bir öz eleştiri yapıyordu.
Hocasının kısa bir suskunluğunu fırsat bilen gencimiz atıldı;
- Hocam dedi, emin olun ki çabalarınız boşa gitmedi ve gitmeyecek, hele bu içten konuşmanız, şu anda bile yapıp ettiklerinizin hesabını yapıp, doğru yolda mıyım, hatam var mı, eksik olan nedir, gerçeklerle bizim hayallerimiz uyuşuyor mu, öğrencilerimize eksik bir eğitim mi verdik, onları hayata karşı donatamadık mı gibi ve benzeri soruları artık meslekten uzaklaşmış olduğunuz şu yaşınızda bile sormaya ve istikametinizi sorgulamaya çalışmanız beni çok etkiledi, iyi ki bugün buraya gelmişim ve sizi bir kere daha görerek daha yakından tanımış ve anlamışım, dedi. Ama sizin de gerçeklerle uyuşmadığını düşündüğünüz bazı fikirler konusunda tereddütleriniz var, ama zaten bilimsel düşünme, felsefe bu değil midir? sürekli sorgulama, gerçeklerle, hayattaki bulgularla karşılaştırma bilimin ana yöntemi değil midir? Felsefeyi bir bilim, hatta bütün bilimlerin tamamlayıcısı, eksiklerini yetersizliklerini ve hatta açmazlarını bulmaya, onarmaya çalışan bir bilim olarak gördüğümüze göre, artık Felsefe iyi midir diye sormamız doğru olur mu sizce de? değil mi? dedi...
* * *
Yorumlar
Yorum Gönder